Gülser YAMAN
Çocukluğumu Özledim…
Zaman su gibi akıp giderken günlerin, ayların, hatta yılların nasıl geçtiğini düşünüyordum. Özellikle hafızamda çocukluk yıllarım çok net bir haldedir. Aklıma düşünce çocukluğumun geçtiği köyüm, her şey birden canlanıyor dün gibi…
Alıp götürüyor beni çocukluğuma…
Doğduğum, büyüdüğüm, okuduğum köyümde evimizin capcanlı hali, hayvanlarımız, ekinlerimiz bir başka güzeldi. Hatta hayvanlarımızın içinde kendime seçtiğim bir tavuğum, bir horozum, bir koyunum, bir keçim ve bir de hindim vardı. Onlar başka güzel ve özeldi benim için…
Neden çekip duruyor çocukluk anılarım bilemiyorum.
Umurumda değildi gelecek, sabahtan gece yarılarına kadar dışarıda oynar, acıkınca annemin yaptığı sütlü çorba, lahana sarması, içli köfte, yeşil mercimekli tereyağlı bulgur pilavı ve yanında ayran, keyfime diyecek olmazdı. Yorgunluktan akşam yemeğini erkenden yer yatağıma zor atardım kendimi. Uzun saçlarımı annem her sabah tarar, iki örgü yapar okula gönderirdi. Okulun bahçesinde cıvıl cıvıldık. Ceplerimizde kavurga olurdu ama çoğunlukla siyah kuru üzüm doldururdu annem zihnimiz açılsın diye… Yollar çamurlu olsa bile umurumda olmaz, keyifle giderdim okuluma…
En çok yaz aylarını severdim tabii ki; buğdaylar biçilir, kapı önlerine dökülürdü; harman savrulur, bulgur yapmak için gece kazanlar kurulur, buğdaylar pişirilirdi ve ben bol bol hedik yiyeceğim anı dört gözle beklerdim. Tarhana yapılacak ve ben yaşından yiyeceğim. Daha sonra yarı kurumuşundan ve tam kurumuşundan, sonra da ‘’tarhana tartar karnımı yırtar, ekşili köfte gel beni kurtar’’ tekerlemesini söyleyeceğim. Hele yok muydu o içli köftenin içine konulan parayı bulma çabamız… Offf ne keyifti benim için…
İlkokul bir-iki-üç sınıflarını Elbistan’da okudum. Ders aralarındaki teneffüsü dört gözle beklerdim. Her defasında oyunumuz yarım kalır, zil çalardı. Okulun kapısında satılan simit, tadına doyamadığım ‘’taze taze’’ diye satılan çörekti. Ayrıca haşlanmış nohudu kağıttan yapılan külah içine koyarlar, üstüne tuz atarlar, sıcak sıcak satarlardı, ne kadar güzel gelirdi tadı.
Düşünüyorum da yazdıkça yazasım geliyor çocukluğumu, Nurhak Dağları arasındaki köyümde canlı, capcanlı, dün gibi geçen yıllarımı… Ama biliyorum ki beni çeken en büyük etken rahmetli annemin ve babamın sağ oluşları ve her ikisi ile birlikte geçirdiğim dönemlerimdi.
Nedir bu üzerimden atamadığım geçmişe özlem bilmiyorum. Yaşam şartları rotamı mı değiştirdi? Ulaşamadığım bir dağ zirvesi mi vardı? Ya da birden köyü bırakıp büyük şehre gelmek mi özlemimi daha çok arttırmıştı? Yoksa yeniden mi başlamak istiyordum hayata sil baştan? Doğrusu bu konuda kafam çok karışık ne, niçin, nasıl bende bilmiyorum. Ama çekip duruyor beni, o gizemli yüzüyle durmadan… Dönüp gelin çocukluk anılarım. Ne isterseniz vereyim size, yeter ki dönüp gelin!!!
Evet, çocukluğumuzda hep yaşanan olaylar güzellikleriyle, aynı coşkuyla aklımızda kalıyor. Asla yaşananları unutmuyoruz acısı ile tatlısı ile beraber, hatta detayları bile anımsayabiliyoruz. Ben sadece hafızamda kalan bir kaçını siz okuyucularımla paylaşmak istedim.
Peki, bizim çocukluğumuzda yaşadığımız heyecan, coşku, mutluluğu şimdiki çocuklar yaşayabiliyorlar mı? Çocuklarımızda mutsuzluk, isteksizlik, hiçbir şeyi beğenmeme hali hemen de dikkatimizi çekiyor. Ahhhh çocuklarımızı ellerinde oyuncak gibi kullandıkları bilgisayarlardan ayırıp, oyun bahçelerine, sokaklara korkusuzca gönderebilseydik…
Sözüm size çocuklar…
Sizler de bizim yaşımıza geleceksiniz. Anne baba olarak toplumda yerinizi alacaksınız. İşte o zaman çocukluğunuza büyük bir özlem duyacaksınız…
Lütfen bu yaşlarınızı doya doya yaşamasını bilin…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.