Ahmet Doğan İLBEY
Dindar / Ümmetçi Kürtler De Özerklik Ve Resmî Dil İstiyorsa…
1920 ilk Meclis muhtevasına uygun bir üniter yapıyı sağlayamayan ulusalcı-Kemalist Cumhuriyet rejiminin ârızalarıyla yol alan Türkiye şimdi de Kürt etnikçilerin özerklik ve Kürtçe resmî dil talepleri altında eziliyor.
“HDPKK” nın özerk bir Kürdistan veya “kantonlara” ayrılmış özerk yönetimler istediğini sağır sultandan karıncalara kadar her mahlukat biliyor. Bu kanlı örgütün geri dönüşü yok. Operasyonlar devam etse de, kendiliğinden de olsa bu kanlı ve hainâne “Kürdistan dâvasından” vazgeçmeyeceği açık.
Dindar Kürtlerin temsilcisi olmadığını aşikâr eden, hattâ karşı olan, onlara fizikî ve psikolojik her türlü eziyeti yapan “HDPKK” nın Türkiye’nin üniter bütünlüğünden ayrılmak istediği, yâni açık bir düşman olduğu tescillenmiş oldu. Zaman ne gösterir bilemeyiz. İnşallah sulh ve selâmetle neticelenir.
DİNDAR KÜRT TEMSİLCİLERİ NET KONUŞMUYORLAR
Kanatılan ve azdırılan yarayı “HDPKK” ile sınırlı sanıp tedbiri ona göre alırken, yavaş yavaş başka yaralar çıkacak gibi duruyor. Ulusalcı Cumhuriyetin problemlerinin halledilmesi şartıyla Türkiye ile bir olmak isteyen dindar Kürtlerin de son zamanlarda “özerklik” ve “Kürtçenin resmî dil” talebini tüzüklerine koyduklarını ve dile getirdiklerini okuyoruz. Üzücü olan budur. Şimdilik bir örnek verelim:
Türkiye’nin bütünlüğü içinde olmak isteyen dindar Kürtlerin sahiplendiği parti olarak bilinen HÜDA-PAR’ın tüzüğünden bazı maddelerin mesajını anlamaya çalışalım:
“Türkiye Cumhuriyeti devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesin Türk olduğu nitelemesinden vazgeçilerek Kürtlerin varlığı anayasal olarak tanınmalı, Türkler ve Kürtler, ülkenin asli kurucu halkları olarak kabul edilmelidir.”
Bu madedeki istekler “HDPKK” da mevcut. Elbette herkese zorla “Türk” demek” doğru değil, ama Kürtler de asli kurucu unsur olarak zikredildiğinde özerlik hakkını tanımayı gerektirir ki, bunun sonu bölünmektir. İblis Batı’nın bölücü destekleri berdevam olduğu bir zamanda böyle bir istek sakıncalıdır.
Bu maddenin devamını okuyalım: “Kürtçe, Türkçe ile beraber ikinci resmî dil olarak kabul edilmeli, Kürtçe aynı zamanda eğitim dili olmalıdır…”
Dünyanın hangi ülkesinde ik resmî dil var? Kör gözleri kamaştıran sözde gelişmiş Amerika’da mı, Almanya da mı, Fransa da mı, İngilterede mi? Suudi Arabistan’da mı, İran’da mı? Nerede? Buna Anadolu’da ham teklif derler. Eğitim ve konuşma dili zaten haktır. Fakat resmî dil, özerklik ve bu cadı kazanı çağda bir süre sonra kopuş mânasına gelir.
Şu madde kabul edilebilir: “…Irkçılık kokan ‘Andımız’ ve benzeri metinler kaldırılmalıdır. ‘Ne Mutlu Türküm Diyene’ gibi yazılar silinmeli… Irkçı söylemlere son verilmelidir.”
İnanıyoruz ki bu dayatma kaldırılacak ve “Andımız” İslâmî aidiyet üslûbuna dönüştürülerek değişecek.
Şu maddeler de, yarınki dindar Türkiye’nin hazırlığını yapan ve asırlardır devletin kurucusu olan Türklerin de (Türk, ırk ve ulusalcı mânada değil, siyasî ve medeniyet bakımından bünyesindeki herkesi İslâm anlayışı içinde temsil eden millet mânasındadır) gönlünü yaralayan ve düzeltilmesini istediği meselelerdendir:
“Zulüm ve ayrımcılık uygulamış olan tarihi şahsiyetlerin isimlerini taşıyan okul, kışla, cadde, sokak ve benzeri yerlerin isimleri derhal değiştirilmelidir. (…) Medreseler iyileştirilmeli, asli fonksiyonlarına kavuşturulmalı… (…) İstiklâl Mahkemeleri ile ilgili arşivler derhal açılmalıdır… Kürt âlimlerine zulmedildiği resmen kabul edilmeli, yakınlarından ve halktan özür dilenmelidir.”
VALİ VE KAYMAKAM HALK TARAFINDAN SEÇİLDİĞİ GÜN BÖLÜNME BAŞLAR
Şimd de HÜDA-PAR’ın bölünmeyi hızlandırabilecek en netameli maddelerinden birkaçını okuyalım; acaba hangi mantık bu maddelerin önce özerklik sonra ayrı devlet doğurmayacağını söyleyebilir?
“Katı merkeziyetçi yönetime son verilerek yerel yönetimler güçlendirilmeli ve tüm yerel yöneticiler (vali, kaymakam, daire müdürleri vb. leri) halk tarafından seçilmelidir. (…) Merkezi yönetimin yerel yönetimler üzerindeki vesayeti kaldırılmalı, bunun yerine karşılıklı işbirliği sağlanarak, yerel yönetimlerin iç denetim mekanizmaları etkin hâle getirilmelidir. Yine merkezi idarenin belediyeler üzerindeki denetimi; belediyelerin özerkliğine zarar vermeyecek düzeyde, orantılı, sadece anayasa ve yasalara uygunluk denetiminden ibaret olmalı, yerindelik denetimi olmamalıdır. Merkezi yönetim hiçbir şekilde geçici dahi olsa seçilmiş bir yöneticinin görevine son verememeli ve onu görevden uzaklaştıramamalıdır. Yine yerel meclisler (belediye meclisi, il genel meclisi) tarafından alınan kararların merkezi yönetimin onamasına tâbi olması uygulaması sonlandırılmalıdır. İdari yetkilerin bir kısmının yerel yönetimlere devri ile beraber bölge halkının yönetime katılımı arttırılmalı, kendi bölgeleriyle ilgili alınacak kararlarda söz sahibi olmaları sağlanmalıdır. (…) Mevcut merkezi ve yerel devlet organizasyon yapısının ıslahı ile beraber, mevcut yapının tabu olarak kabulünden vazgeçilerek olumlu ve olumsuz tüm yönleri ile eyalet sistemi, özerklik, federasyon gibi yönetim modelleri üzerinde serbestçe tartışılabilmelidir…”
Bu maddeler Türkiye’nin bütünlüğüne zarar verici olup, ulusalcı-laik rejim proplemlerinin hal yoluna girmesinden sonra Türkiye ile bütünlük içinde olmak isteyen dindar Kürtlerin böyle bir talepte bulunması samimi görülmüyor.
DİNDAR KÜRTLER DE “YUMUŞAK KARIN” OLURSA “ÖZERK” LİĞE MÂNİ OLAMAZSINIZ
Mahallî idarenin halk tarafından seçildiği Güneydoğu’ da daha birinci hafta içinde “Kürdistan Özerk Bölgesi” ilân edileceği, ay’ın beyaz olduğunun kesinliği gibi kesin ve nettir. Hattâ bir süre sonra ayrı devlet olmak için Birleşmiş Milletler’e ve Amerika, İngilltere, Almanya gibi Batı’nın azılı devletlerine müracaat etmeleri ihtimal dâhilindedir.
Bunları soğukkanlılıkla muhasebe eden, ona göre çâre arayıp istikbâl plânı yapabilen liderler ne düşünüyorlar? Bu muhtemel yakın hâdiselere hazırlığı var mıdır devlet erkânı ve hükümet sahiplerinin?
“Özerklik” deyip geçmeyin. Her kavmin kendi kendini idare etmesi tabîi haktır düsturunun zemini, ulusal-laikçi rejim proplemini halletmeye çalışan Türkiye’de yoktur. Kürtlerin homojen bir bölgede ikamet etmedikleri, ülkenin her beldesine dağıldıkları, hattâ Türk nüfusla karıştıkları dikkate alındığında özerkliğin iki tarafada ne kadar büyük bir zarar vereceği anlaşılabilir.
Kürt özerkliği istenilen bölgeye asırlardır ve hâlen yapılan her türlü hizmetin karşılığı ve özerklik istenen bölgenin dışında ikamet eden Kürtlerin durumu ne olacak?
DİNDAR KÜRTLERİN “VİCDANÎ RED” İSTEĞİ SAMİMİYETLERİNE GÖLGE DÜŞÜRÜYOR
Hüda-Par Genel Sekreteri 11 Kasım 2013’deki beyanatında “Askerliğin zorunlu olmaktan çıkarılıp vicdani ret hakkının tanınması beklenirken tam tersi yönünde bir anlayışla asker kaçaklarına para cezası uygulanması büyük bir mağduriyetin yaşattığını” belirtiyor ve “Bu uygulamadan derhal vazgeçilmeli, mağduriyet telafi edilerek en azından makul bir takvim çerçevesinde geçiş süresi öngörülmeli, vicdani ret hakkı tanınmalı ve profesyonel orduya geçiş için gerekli adımlar atılmalıdır” diyor.
Kemalist rejim problemlerini halletmeye çalışan Türkiye ile bir olmak isteyen dindar Kürtler “vatan” kavramına ve ülke bütünlüğüne uygun olup olmadığı tartışılan “vicdanî red” taraftarı olmasını nasıl açıklayabiliriz?
Buna benzer sayısız durum, Kürtlerin, rejim problemini halletmiş bir Türkiye’nin bütünlüğü içinde olmalarını hayırlı kılıyor. Kürtlerin târih boyunca tuz ekmek olduğu Türklerle bir arada yaşadığı şartlar Irak’taki, Suriye’de şartlarla bir değildir.
Bu sebeptendir ki, dindar Kürtler nâmına “özerklik” talepleri hem gerçekçi değil, hem yakışık düşmüyor. Ümmet arasında savaş ve ayrılık olmamalı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.