Ahmet Doğan İLBEY
Efendimiz’in Şehri Medine
Medine’yi özlüyorum, içinde Efendimizin ruhaniyeti olan. Medine’nin yollarında çiçeklenmeye gidiyorum. Ali Hocam’ın ifadesiyle “hâlim vaktim yerinde mi öğrenmeye gidiyorum.”
Efendimiz’in mübarek ayaklarının bastığı Aîr (Ayr) Dağı’ndan geçip giriyorum Medine’ye. Dilimde âyetel kürsî, vecdle okuyorum yüreğimden ter boşanarak.
Medeniyetimizin menbaı, ilk darülislâm’ı Medine’nin semâlarına bir akça bulut gibi konuyorum.
Sonra Medine’nin kırk ikindi yağmurları altında Efendimiz’in hicretine katılan kutlu bir köle olarak ıslanıyorum. Efendimiz’in şereflendirdiği kutlu Hicret gününde dahil oluyorum Medine’nin huzuru yaşatan hayatına. Kalbim Medine’de Efendimiz Âleyhissalâtü Vesselâm ile şimdi.
Efendimiz’in, adını “kınanan nahoş yer” mânasına gelen Yesrib’den Medine’ye çevirdiği, Allah’ın âyetinde belde-i tayyibe ve medâin diye övülen ve Haşr sûresinde halkı medhedilen şehir! Kapına geldim, toprağını muhabbetle öperim senin şehir!
Kendine hicret edenleri seven, kendileri zaruret içinde bulunsalar da nimetini paylaşan Ensar’ın yaşadığı belde dârül hicre!
MEDİNE’NİN ÇERAĞI: MESCİD-İ NEBEVÎ
Gökte dolunay, Medine’de Mescid-i Nebi. Bir nur gibi doğar İslâmların kalbine. Mâveradan bir zamanın içindeyim. Alıp bu zamanı kalbime bekledim Medine’nin ulularını. Medine’tün Nebi’nin ruhu damarlarımda şimdi. Perde perde açılıyor bütün bir zaman, Efendimiz gözlerimde.
Mescid-i Nebi’nin inşa edildiği iki yetime ait arsaya doğru yürüyen Efendimiz’in mübarek devesinin ayak seslerini duydum kalbimi titreten yek-âhenk ilâhî bir nağme gibi. Efendimiz indiler. Ebu Eyyüp el-Ensarî sevinçle eşyalarını evine taşıdı. Efendimiz buyurur: Mescid yapılsın şehrin kalbine. Ensar ile Muhacir bu kutlu söz üstüne gökle yer bir olmuşçasına birleşir. Efendimizin sevdiği genç Zeyd oğlu Abdullah, gördüğü rüya üzerine ezan okuma usulünü teklif eder. Efendimiz, Bilâl-i Habeşî’ye “oku” diye buyurur ilk ezanı.
Efendimizin mübarek ellerinin dokunduğu Mesciddeyim. Bir serçe kuş gibi atıyor yüreğim. Dilimde âyet ve dua; okudum mu, yandım mı, bilir hâlde değilim. Mescid içimde dönüyor, istiğrak hâlindeyim. Mekânı fakirlik dergâhı, yokluk kapısı. Koptum şimdiki zamandan. Huzur ve cezbe bir arada. Hüzün ve ulvîlik iç içe. Ah, saadetten titreyen kalbim! Bir hâlden bir hâle geçtim.
Mescid-i Nebevi’nin kapıları derman kapısı, gönül kapısı. Kapılarla konuşuyorum: Cebrail Kapısı, Selâm Kapısı, Nisâ Kapısı... İçeride ilâhî kelâm iç evimi aydınlatan. Sütunlarına sarılıyorum. Tevbe Sütununa, Muhacirûn Sütununa... Dokundum mihrabına, mermere ruh verilmiş; iç içe nakışlar, iç içe motifler. Eşya ve duvar olamaz bu. Bezm-i elest’ten renkler aksettiren ulvî bir dekor bu. Cennetten bir zaman içindeyim; asr-ı saadet, hâl ve rüya, her mekânında aynı ruh ve mâna.
Bahçesinde ulu hurma ağaçları, asırların ulvî serinliğini taşıyor zamana. Fıskiyesinden dökülen billur damlalar. Her damla semâdan inen âsude bir serinlik, imanı ateşleyen bu ulu mekânda. Ayaklarımı yerden kesti ezan sesi. Bilâl-i Habeşî’nin hançeresinden çıkan ulvî sesti duyduğum. Zaman durmuştu, saadet asırlarını yaşıyordu gönlüm.
Mescid-i Resûl, Mescid-i Saadet nâmına nail olan bu ulu mekânda kılındı Nebevî devletin ilk namazı. Zamanı susturan mekân, Medine’nin cümle kapısı. Duvarlarında hissettim Efendimizin ellerini. Efendimizin mübarek hançeresinden bir ses kalp kulağımdan yüreğime çarptı. Seni gördüm ah Efendimiz, Mescid-i Nebevi’de!
Kıble’sinde Efendimizin Kabr-i Saadet’leri Ravzâ-i Mutahhara bir nur gibi sardı bütün âzalarımı: Allahümme salli alâ Muhammed ve alâ âli Muhammed. Omuz hizasında yâr-ı gâr Hz. Ebubekir, ilk günkü gibi Efendimizle yan yana. Makâm-ı Cebrail’e yaklaşamadım vecdden.
Nasıl dayanacak kalbim Cennet’ül Bâki Kabristanlığına? Efendimizin binlerce sahabesini gördüm, yatıyorlardı ukbâdan bir serinlik içinde. Bir yanda Hz. Ömer. Bir yanda Hz. Fâtıma ve oğlu Hz. Hasan. Bir yanda Hz. Aişe ve ilk cuma namazı kıldıran Osman bin Ma’zun ....... çıkıp geldiler ebedî zamandan. Ah Medine! Mahcubiyetten ölecek gibi oldum. Efendimizin “Her kim defnedilirse kıyamet günü ona şehâdet ve şefaat ederim” buyurduğu Cennet’ül Bâki’den çıkıp Yedi Mescidler’de vecdimi nasıl tutacağım şimdi? Bir yanda Ebu Bekir, Osman ve Ömer Mescidi, bir yanda Ali ve Hamza Mescidi...
MEDİNE’NİN DERÛNU
Medine-i Münevvere: Aydınlanmış şehir, kâmil bir medeniyetin doğduğu mekân, inananların ve umranın merkezi, faziletli, terbiyeli, kibar, yani medenî. Dünyayı mutlaklaştırmayan, âhireti unutturmayan Medinetül Fâzıla. Otlaklarında ceylanların korkmadan gezdiği belde. Ah, Medine! Sana unvan mı biçilir?
Müşriklerin dahledemediği, Efendimizin, “Fitne Günleri”inde Deccalin giremeyeceğini, istilâlardan müstesna olduğunu, kapılarında meleklerin beklediğini buyurduğu, “Ya Allah! Mekke’ye bahşettiğin bereket ve hayrın iki mislini Medine’ye müyesser kıl” diye dua ettiği nurlu şehir.
Efendimiz ve dinimizle sorgusuz bir teslimiyetle yakin olan ilk şehir; Mekke gibi, şehirlerin anası. İnsan bu mekânda unutmuyor. “Unutuş” yok burada. İnsan bu şehirde doğuştan meşreb ve ahlâkı ile medenî oluyor. Yani medenî-i bittab.
İslâm, bu kutlu şehirde neşv ü nemâ buldu ilk. İbrahim milleti ilk burada medenî oldu, din-i mübin’den neşet eden nizama ilk bu beldede girildi. Din, burada içtimâileşti. Efendimiz, ilk büyük mescidi bu nurlu şehirde yaptırdı. Medeniyetin merkezinde mescid vardı.
İlk Medine emzirdi İslâmları bereketli göğsüyle. Ümmet kalplerin yekpâre olduğu bir vecd ile Efendimizin huzurunda durdular ilk kez bu kutlu mekânda. Durmayı öğrendiler, Kıble’ye dönüp umranın şehrini kurdular. İlk kez içtima oldular Müslümanlar aydınlık yüzleriyle. Medine’nin tasavvuflu yüzlü aynasıydı bu.
Efendimiz Medine’yi çok severdi. Seferden döndüğü zaman Medine’yi uzaktan gördüğünde atını hızlandırırdı. “Ben bir karyeye hicret etmekle emrolundum ki, o karye diğer bütün karyelere gâlip gelir. Bu karyeye Yesrib denilmektedir. O, Medine’dir. Demirci körüğünün demirin kirini giderdiği gibi, pis insanları giderir” buyurduğu Medine’de vecd ile dolaşıyorum.
Efendimiz’in “Aîr Dağı ile Uhud Dağı arasında haram kıldığı” bu mukaddes mekânda hiçbir yaratığı öldürmek yok. Ağaç kesmek yok. Kötülük yok, Kendini heder edercesine dünya için çalışmak yok. Hırs-ı dünya, hırs-ı cah yok. Nefs gâlebe çalmıyor bu şehirde. Ne bahtiyarlık.
Kutlu hicret zamanının adıydı Medine. Efendimiz’in eli Hz. Ebu Bekir’in elindeydi. Duası tecelli ediyordu Medine’nin kapılarını açan anahtar olarak. Peygamber kokusu saçan sokaklarında gezdim hicret rüzgârlarını gönlüme alarak. Mekânın anlam bilgisini öğrendim kucağında. Âb-ı hayat içtim Efendimiz’in mübarek ağızlarını serinleten sularından.
Dergâh bir şehir duruyor önümde; gelene kapılarını açan. Güzel sıfatlar taşıyor mazrufuyla: Ulu, vakur, cömert ve menkıbevî. Çiçekten renklere benziyor zarfıyla: Yeşil, mavi, beyaz ve erguvanî. Muhteşem Nebevî hususiyetleri görünüyor sûretinde. Hicretin ulvî ıstırabını hissettim mekânlarında
İslâm’ı medeniyete döndüren, kutlu hicretle bahtı açılan, sûretini Ravzâ-i Mutahhara’da seyreden, Efendimiz’in ve huzurun şehri!
Medine: Bir Câbülkâ, mekân saadetimin adı, medeniyetimizin mukaddimesi, ümmetin kadîm ve medenî yüzü, cennete ve semâya bakan gözü. Sûret ve sîretiyle kutsallarımı kendinde saklayan mübarek şehir. Efendimiz’i ve sahabelerini hayırla yâd eden ulu mekân.
Darülislâm’ı haiz, din-i mübin’in hükümferma olduğu ilk nübüvvet şehri, İslâm’ın ilk neşir yurdu Medine gönlüme nasıl sığdırayım seni? Dîvanında Ensarla Efendimizin bir olduğu ulu şehirde sahabelerle Efendimiz bir bir geçiyorlar kalbimin üstünden. Ruhum Medine’de asr-ı saadet’e iltica ediyor.
Efendimiz’in, hicrette ilk konakladığı, ilk cuma namazı kılıp mescid yaptırdığı Kuba Köyü’nde rüya üstüne rüya görüyorum. Ardından, Medine’yi teşrif etmeden önce dinlendiği Ranuna Vâdisi’nde Efendimiz’le rabıta yapıyorum. Yüreğim terliyor, aşkça çoğalıyorum.
Dünyada yaşanacak şehir kalmamış. Ne gam! Medine’deyim, kalbi var şehrimin. Her yer Medine, her yer Mescid-i Nebevi. Medine’de Medine’den içeriyi gördüm.
Ümmetin kalpgâhı şefkâtli şehir, din-i mübin’in ilk göz ağrısı Medine’de mukaddeslerimi gördüm. İslâm ve saadet: Medine’de yaşadığım budur.
DİLEK EY MEDİNE DİLEK!
Ey recüliyet sahibi kutlu şehir, Rüyalarıma giren mekânlarında gönül tâlimi yapmak, Şehriyarın olmak istiyorum. Ölümün güzelleştiği şehir hangi mekânına gömülmeliyim senin?
Medine’nin semâlarında hicret kuşları bir bir uçup kondular şimdiki zamana. Anladım seni Medine, beni yakan ateş sendeymiş. Öğrendim mekân şuurunu Mescid-i Nebi’de olmakmış.
Kalbini dinledim Efendimiz’in şehrinin; ulvî hüzünlerini topladım. Medine, bir Leylâ sevdası şimdi. Çantamda Medine’nin hâtıra defteri. Okuyorum hicret kokusu taşıyan günlerimi
(Elbet bir gün gerçekleşeceğine inandığım Medine’de olmak hayâl ve hasretimden sâdır olan bu nâçiz yazıyı İsmail Göktürk dostumuza hediye ediyorum)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.