Ahmet Doğan İLBEY
Ey Generaller! Sizi Sigaya Çeken Bir Millet Var
Yaptığınız altı darbeyle kukla hükümetlerin perestij edip millî iradeyi size peşkeş çekmesi sâyesinde şımarıp semirdiniz. Egonuz şişti, egemenlik tutkunuz daha da arttı. İçinizde biriken darbecilik enerjisini boşaltmanız gerekti.
Bu kez gecikmişti darbe hamleniz ve zehirli enerjiniz taşmak istiyordu ve taştı…
Bu kez yanıldınız. Size mürailik edecek ve teslim olacak hükümet ve meclis yoktu. En mühimi de milletin varlığını hesaba katamadınız, milleti adam yerine koymadınız, millet ne demek öğrenmediniz. Milleti kuru bir kalabalık zannettiniz, laikçi ve Kemalist anlayışa göre size itaat edecek “ulus” olarak gördünüz.
MİLLETİ TANISAYDINIZ…
Milletin, din ve şeriat mânasında gidilen yol demek olduğunu; millet kelimesinin İslâm’dan geldiğini, bu ülkede milletin, İslâm’ın hâdimi ve bayraktarı Türkler olduğunu yâni Müslümanla aynı mânaya geldiğini bilseydiniz alçaklıktan daha aşağı bu darbelere girişmezdiniz.
Kucağında yaşadığınız milletin târihini, ecdâdından tevarüs ettiği seciyeyi, karakteri bilip düşünseydiniz darbeye kalkışmazdınız. Karşınıza aldığınız, kurşun sıktığınız, tanklarla ezip geçtiğiniz necip Türk milletinin celâdet ve asaletini, kahramanlığını ve erdemini öğrenmeye çalışsaydınız bu şenî ve yüz kızartıcı darbelere teşebbüs etmezdiniz.
Bir zamanlar bir general, kucağında yaşadığı ve vergileriyle maaş aldığı Türk milleti hakkında şöyle demişti:
“Foça olağanüstü güzel, laikliğin yaşandığı bir belde. Türbanlı ve çarşaflı göremiyorsunuz. Ayrıca bu çağda kurban olur mu? Ne biçim âdettir bu? Böyle kıroluk olur mu? Kurban kafalarını çam ağacına asacağız. Bunlar tek bir şeyden anlar, devrim ve darbe… Bunlarla hesaplaşma güçle olur. Bizim bayramımız laik-sosyal ve hukuk Cumhuriyetidir ki sonsuza dek yaşayacaktır. Bizim bayramımız budur. Arab’ın bayramını bayram kabul etmiyorum. Bu halk ne karaktersiz ki, kandil oldu mu, bin tane mesaj geliyor.”
EY GENERALLER! AŞAĞIDAKİ MISRALARI OKUYABİLİR MİSİNİZ?
İşte o vakit yüreğimden fışkıran bir ses “Ey general, bu sözlerini unutma! Sen sigaya çeken bir ehl-i millet gelir bir gün” diye nida etmiştim. Şair Cahit Koytak’ın bir şiirini okuyarak yüreğimin ateşini düşürmeye çalışmıştım. Şiirinde bir ana bir generale soruyor:
“Koca bir orduyu / Ve kesin bir zaferi general / Mareşal nişanıyla birlikte / Değişmez miydiniz / Tanrı, gizlice sorsaydı size / Değişmez miydiniz doğru söyleyiniz / Şakağına bir tek kurşunla / Meşum bir delik açılmış / Gencecik oğlunuzun canıyla / Söyleyin de duyalım, komutan / Söyleyin de bilelim / Görev duygusu nasıl bir şeymiş.”
Bu mısraları vicdanları kanamadan, kalpleri titremeden okuyabilirler mi darbeci generaller? Yürekleri var mıdır? Öldürülen gencecik oğullar bir generalden değersiz midir? Ocaklar söndüğünde, gencecik insanlar öldüğünde generaller ne yaparlar, ne hissederler? Generaller, milletten özür dilerler mi? Nedâmet gösterirler mi? Tövbe istiğfar ederler mi? Ağlarlar mı? Biz insanlar gibi ölürler mi? Ölürlerken son sözleri ne olur?
Cevabını yine şair Koytak’ın şiirinde bulmuştum:
“Bir general her şeyi göze alıp biz ölümlüler gibi / Sokağa çıkarsa / Bastonunu kaçırır hemen / Sokağın küçük oğlanları / Bembeyaz barikatlarına takılır / Generalin dikenleri madalyaları / Bu yüzden generaller sokağa çıkamazlar / Sokağın üstündeki sahanlıktan geçip gider helikopterle teyyareler.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.