Ahmet Doğan İLBEY
Ezana Yapılan Zulümler-2
“Türkçe Ezanda Çevrilmeyen Tek Kelime”: Felah
Prof. Dr. Osman Özsoy'un "Türkçe Ezanda Çevrilmeyen Tek Kelime" başlıklı yazısında bahsettiği ezana yapılan zulmü sinirlerinize hâkim olarak okuyunuz:
“Türkçe ezanda Allah kelimesi (ism-i Celâl'i) dâhil her kelimeyi değiştirmişler, sadece bir kelimeye dokunmadan olduğu gibi bırakmışlardı. Aralarında Hafız Burhan, Sadettin Kaynak, Hafız Nuri gibi isimlerin bulunduğu komisyonun çevirisini yaptığı Türkçe ezan metni şöyleydi: ‘Tanrı uludur, Tanrı uludur. Şüphesiz bilirim, bildiririm Tanrı'dan başka yoktur tapacak. Şüphesiz bilirim, bildiririm Tanrı'nın elçisidir Muhammed. Haydin namaza, haydin namaza Haydin felâha, haydin felâha Tanrı uludur, Tanrı uludur Tanrı'dan başka yoktur tapacak.’ İşte o kelime… ‘Ezanın Türkçeye çevrilmeyen tek kelimesi ‘felah’oldu. Sebebi, halkın felah kelimesinin ‘kurtuluş’ anlamına geldiğini bilmemesini sağlamak ve ezan okunurken, ‘haydin kurtuluşa’ manasına gelecek bir çağrıda bulunmamaktı.”
Mustafa Armağan’ın tesbiti daha anlamlı: “Bunu Cumhuriyet’ten kurtuluş olarak algılarlarsa, ya bunu dine dönüş olarak yorumlarlarsa; ya laiklikten kurtulmak gibi bir dua olarak okurlarsa gibi bir sürü soru. İşte o zaman deniliyor ki, felah aynen kalsın. Türkçe olmasın
“Türkçe Ezan, Minaredeki Yabancı” adlı kitabındaki tesbitleri de CHP diktasının ezan düşmanlığına anlamlı cevap veriyordu: “Türkiye'de tam 18 yıl boyunca minarelerden bu yabancı ses yükseldi. Adına ‘Türkçe ezan’ denilmişti. Halbuki Türkçe, Farsça, İngilizce... ezan diye bir şey yoktur. Ezan bir tanedir ve o da Bilal-i Habeşî'nin ilk okuduğu ezandır. Biz ona ‘Ezân-ı Muhammedî’ diyoruz, yani ‘Peygamber Efendimiz'in (sav) Ezanı.”
Armağan’ın bir mülakatta anlattığına göre, Hatay’da traji-komik bir hadise yaşanıyor. “1938′de Suriye mi Türkiye mi? diye bir halk oylaması yapılıyor. Gariptir, bu süreçte Türkiye büyük bir propaganda faaliyetleri yürütüyor. Türkiye’den şeyhler, hocalar, din adamları gönderiliyor bölgeye. Türkiye’de tekkeler kapatılmış, ama orada ‘Müslüman Türkiye’ propagandası yapılıyor. Türkiye’nin ne kadar dindar (!) bir ülke olduğu vurgulanıyor Hataylıların gözünde. Sonuç olarak halk Türkiye’yi seçiyor ve Türk askeri Hatay’a giriyor. Askerimizin ilk yaptığı iş ‘ezanı susturmak’ oluyor. Halk şaşırıyor. ‘Yahu burada Fransızlar varken ezan Arapça okunuyordu Türkler gelince neden sustu ezanlar? Hani biz işgalden kurtulmuştuk?’ Biliyorsunuz Hatay’da önemli miktarda bir Arap nüfusu var. Dolayısıyla işgalci Fransa’nın karışmadığı ezana Türkiye devleti karışıyor. Sadece ezana karışmakla kalmıyor Türkiye. Kur’an öğretiminde de benzer sıkıntılar yaşanıyor.”
“EZANLAR BUZ TUTMUŞ MİNARELERDE
Ezanın gördüğü zulmü, “Ezanlar buz tutmuş minarelerde” mısralarıyla milletin hafızasına kaydeder şair Abdurrahim Karakoç. “Ezanı özgürlüğe kavuşturuyoruz” diyen inkılâpçı cumhuriyetçilerin uğursuz yasalarıyla Türkçe ezanın minarelerden ilk duyulduğu tarih Ocak 1932 yılının Ramazan Ayı’ydı. Bu tarihten itibaren ezan şairin dediği gibi “minarelerde buz” tutacaktı. “Dinde reform” tasallutuyla Türkçe ezan ilk kez Hafız Rıfat tarafından Fatih Câmii minaresinden seslendirilmişti. Milletin Batılılaşmasını savunanların yüz elli yıldır istedikleri modernleşme reformlarının arasında en çok İslâm’ın sekülerleştirilmesi ve Türkçeleştirilmesi vardı.
EZANIN VE SALÂT U SELÂMIN TÜRKÇE OKUTULDUĞU KARANLIK GÜNLER
3 Şubat 1932 tarihine denk gelen Kadir Gecesi’nde, Ayasofya Câmii’nde Türkçe Kur’an, tekbir ve kamet okunur.18Temmuz 1932 tarihinde Diyanet İşleri ezanın Türkçe okunmasına karar verir. Evkaf Müdürlüklerine Türkçe ezan metni ve 4 Şubat 1933 tarihinde müftülüklere ezanı Türkçe okumalarını, buna uymayanların şedit bir şekilde cezalandırılacaklarını bildiren bir tamim gönderilir. 1941 yılında çıkarılan kanunla Arapça ezan okuyanlar ve kamet getirenler üç aya kadar hapsedileceği ve para cezasına çarptırılacağı ilân edilir. Mareşal Fevzi Çakmak'ın cenaze töreninde Arapça ezan okuyup tekbir ve tehlil getirenler hakkındaki takibat yapılır.
Dücane Cündioğlu’nun “Türkçe Kur’an ve Cumhuriyet İdeolojisi” kitabında anlatılan bir zulüm vesikası daha var. Türkçe ezan uygulamasının ardından, “ihmal ve ağırdan alma” gibi iddialarla yapılan sert tenkitlerin ardından Diyanet İşleri Reisliği üzerine düşen vazifeyi yerine getiri ve “mevcut gerilimden istifadeyle ibadetleri Türkçeleştirme Projesinin eksik kalan yönleri de tamamlanır. 6 Mart 1933 tarihli bir tâmimle salât u selâm dualarının ve Tekbir'in Türkçesiyle birlikte bu yeni teşebbüsü de bütün Müftülüklere duyurur: “Öz dilimizle her tarafta Türkçe Ezan okunduğu bir zamanda minarelerde Arapça salât u selâm okumak âhenksiz düşeceği gibi, Hükümet-i Celile'nin takip buyurduğu maksad-ı millî'ye de uygun gelmediğine binaen, İstanbul'daki erbâb-ı ihtisasla bi'l-muhabere yukarıda yazılan üç sûret ile Türkçe Tekbir gönderilmiştir. Her hangisi arzu olunursa, icabında alâkadarların ondan okumaları lüzûmuna tâmimen beyan olunur efendim.”
Üç salât u selâm sureti şöyledir: “1. Tanrı elçisi Muhammedi salât sana, selâm sana. Tanrı sevgilisi Muhammedi salât sana, selâm sana. Tanrı elçileri! Salât sizlere, selâm sizlere. 2. Ey Tanrı 'nın elçisi Muhammed! Senin üzerine olsun rahmet ve selâmet! Ey Tanrının sevgilisi Muhammed! Senin üzerine olsun rahmet ve selâmet! Ey Tanrının elçileri! Sizin üzerinize olsun rahmet ve selâmet! 3. Ey Tanrı elçisi Muhammed Sanadır rahmet ve selâmet. Ey Tanrı sevgilisi Muhammed Sanadır rahmet ve selâmet. Ey Tanrı elçileri! Sizedir rahmet ve selâmet.”
Ezanın Türkçe okunmasına tepkiler Bursa'da isyana dönüşür. Daha birkaç yıl öncesine kadar, Millî Mücadele’de İslâm’a ve dindarlara gösterilen hürmetin yerini böylesine bir alçakça uygulamanın alması millette haklı isyan duygusu oluşturur. İzmir’e gidecek olan Mustafa Kemal karar değiştirerek, Bursa’ya hareket eder. “İsyan edenlerin irticacı olduğunu ve dini siyasete alet etmek istediklerini, nümayiş yapanların cezalandırılacaklarını” söyler.
Kur’an-ı Kerim nüshalarını yırttıran, ezanı Türkçeleştiren, camileri depo olarak kullandıran Kemalist inkılapçıların zulümlerini, o uğursuz günleri yaşayanlar acıyla anlatıyor:
“ASKER TÜRKÇE EZAN NÖBETİ TUTARDI”
“Askerler köye gelirlerdi, başında takkesi olan varsa onu başından alıp yırtarlardı, takanı döverlerdi. Karakola alıp ölesiye dövüp getirip köyün önüne atıyorlardı, kimse sesini çıkartamıyordu. Askerden çok çektik, çok dayak yedik. O zaman okuma yazma yoktu. Tek öğrendiğimiz Kur’an-ı Kerim’di. Onu da ‘askerler geliyor’ deyince saklardık. Bulduklarında yırtarlardı, yakarlardı. Okuyanları ve okutanları dayaktan geçirirlerdi, aç susuz nezarethanelerde bırakırlardı. Cuma günleri jandarma camide nöbet beklerdi ezan Türkçe okunuyor mu diye. Çok sıkıntılar çektik.”
“Geçmişten bugüne Arapça okunan ezanın ‘Tanrı uludur Tanrı uludur…’ şeklinde okunmasını nasıl hazmedebilirdik. Bu durumu kabullenmediğimiz için, ezanı jandarmanın olmadığı zamanlarda küçük çocuklara Arapça olarak okuturduk. Küçük çocuklara okutmamızın sebebi, onlara cezanın olmayışındandı. Ezanı Arapça okuyan çocuk jandarmaya yakalandığında, çocuğun kulağından tutup ‘sana kaç kez ezanı Arapça okuma dedik… Niye okuyorsun terbiyesiz…’şeklinde de çocuklarımızı jandarma gidene kadar azarlardık…”.” (Alıntı: Habervaktim.com)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.