Ahmet Doğan İLBEY

Ahmet Doğan İLBEY

“Ferş’ten Arş’a Kadar Gök Kapılarında” Ezan Sesi

  Ezan, Allah ve Resûlüne beş vakit icabetin sesi. Günde beş vakit Allah’ın varlığını ve birliğini, ondan başka ilah olmadığını, Hz. Peygamberimizin (s.a.v.) O’nun resûlü olduğunu bildirir ve namaza dâvet eder. Millet-i beyzâ, bu mukaddes sesin dâvetiyle gaflete düşmemiş, vaktin oğlu olarak yaşamıştır.  

      Ezan, günde beş vakit imanımızı tazeleyen semavî bir ses. İ’lây-ı Kelimetullah’ın günde beş vakit ilânıdır. Günde beş kez kimliğimizi ve varoluş gayemizi hatırlatır. Ezan okunduğunda her şey susar.        Müslüman için hayat ezanla başlar. Ezanın sesiyle güne uyanır, bir gününü beş vakitte ezanın devranıyla tamamlar ve o günü kurtulmuş gün olarak bitirip, ertesi güne aynı iman ve kanaatle başlar. 

    Bir yerde ezan okunuyorsa orada Müslümanlar vardır. Ezan her beldenin İslâmî nişanı ve şehadetidir. Çocuklarımızda İslâmî şuur ezan sesiyle başlar. Çocuğunun kulağına ezan okuyan baba onun sabî dimağına Müslüman kimliğini üflemektedir.

      Ezanın ulviliği âyetle tescil edilmiştir: “Ve namaza çağırdığınız (ezan okuduğunuz) zaman, onu oyun ve alay konusu edindiler. Bu, onların akıl etmeyen (aklını kullanmayan) bir kavim olmaları sebebiyledir” (Maide /58. âyet). Hadislerde de ezanın dinimizin bir şiarı olduğu belirtilir: “Namaz vakti gelince içinizden biri sizin adınıza ezan okusun, en yaşlı olanınız da imam olsun.” Bundandır ki, Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurur:   

      “Müezzin, ‘Allahu ekber Allahu ekber’ deyince sizden kim samimiyetle, ‘Allahu ekber, Allahu ekber’ derse, sonra müezzin: ‘Eşhedu en lâ ilâhe illâllah’ deyince, sizden kim ‘Eşhedu en lâ ilâhe illâllah’ derse; sonra müezzin: ‘Eşhedü enne Muhammeden Resûlüllah’ deyince, sizden kim ‘Eşhedü enne Muhammeden Resûlüllah’ derse; sonra müezzin: ‘Hayye ale’s-salâh’ deyince, sizden kim ‘Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh’ derse; sonra müezzin: ‘Hayye ale’l-felâh’ deyince, sizden kim ‘Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh’ derse; sonra müezzin: ‘Allahu ekber Allahu ekber’ deyince, sizden kim ‘Allahu ekber Allahu ekber’ derse; sonra müezzin: ‘Lailâhe illâllah’ deyince ‘Lâilahe illâllah’ derse cennete girer.”
      Ezanı ilk okuyan Hz. Bilâl’di. Efendimiz’in (s.a.v.) dâr-ı bekaya göçünden sonra ezan okumayı bırakmıştı. Mekke ve Medine’de hüzünden duramayıp, münzevi bir sahabe olarak tenhalarda yaşıyordu. Şam’a yerleştiğinde Efendimiz’i (s.a.v.) rüyâsında gördü. Bu işâret üzerine Medine’ye gelerek Hz. Resûlullahın mübarek kabrine yüzünü sürerek ağladı. Mescid-i Nebevi’nin hasırları onun gözyaşları ile ıslandı. “Hz. Peygamber'in müezzini Bilâl gelmiş” diyenler mescide gelip etrafını sardılar. Hz. Hasan ve Hüseyin onun boynuna sarılır, "Ne olur ya Bilal, Dedemiz seni de çok severdi. Onun hatırı için bir kere daha ezan oku. Onun, ‘Bilal, ezan oku da içimize bir su serp’ buyurduğu gibi ne olur gönlümüze bir kere daha inşirah sal" dediler. 

      Ezan okuması için yalvaranlar, Efendimiz’in (s.a.v) gül yüzlü, Ali (r.a.) yüzlü torunlarıydı. Onların yüzünde Efendimiz’in (s.a.v) gül sîmasını görüyordu. Gözlerinden yaşlar aktı. Senelerce sonra bir kez daha Mescid-i Nebevi’nin duvarına çıktı. Siyah nurlu yüzünden akan terler, hüzünlü gözlerinden boşalan yaşlarla birleşti, siyah tenini kapladı. Titreyen siyah elini kulağına götürdü ve Medine-i Münevvere’nin son kez duyacağı ezanı okumaya başladı. Hançeresinden çıkan ezan sesi gökle yer arasında dolaşıyor ve Medinelilerin kalbine nurdan bir nağme olarak giriyordu. Her “Allahüekber” dediğinde mesciddekiler cezbeye kapılarak Hz. Hasan ve Hüseyin’le birlikte ağlamaya başladılar.      

     Hz. Bilal, ezanın “Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah” kısmına geldiğinde gözyaşları daha fazla akmaya başladı ve ezan sesi birden kesildi. İkinci kez okuyamadan mü’minlerin kucağına düşerek yığılıp kaldı.   

      Bu hadise Ahmet Cevdet Paşa’nın “Kısas-ı Enbiya”sında şöyle anlatılıyor: “Asr-ı Saâdet’te ezan okuduğu yerde durup da ‘Allahü Ekber! deyince Medine yerinden oynadı. ‘Eşhedü enlâ ilâhe illallah’ deyince şehir çalkalandı. ‘Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah!’ deyince, Peygamber dirilmiş diyerek, kızlar sokaklara döküldü, memleket alt üst oldu. Resûlullah’tan sonra Medine’de böyle bir ağlayış görülmedi. Bilâl-i Habeşî de büyük bir heyecana kapıldı ve o ezanı tamamlayamadı.” 

      “BEŞ VAKİT EZAN BEŞ AYRI MAKAMDA” OKUNURDU

       Eskiden “beş vakit ezan beş ayrı makamda” okunurdu. Tasavvuf ehli Tuğrul İnançer’in kitaplarında anlatıldığı üzere “sabah ezanını Dilkeşhâverân veya Sabâ, öğle ezanını Hicaz, ikindi ezanını Hüseynî veya Uşşak, bazen de Beyatî, akşam ezanını mutlaka Segâh, yatsıyı ise Rast makamında okumak usuldendi. Bunun sebebi de güneşin hareketleriyle ilgili. Güneşin her namaz vaktinde farklı durumlarda olması insan ruhuna da tesir ettiği için, her vakit bu ruhî durumlara uygun bir makamla okunmaya başlanırdı.”   

    “KÜRE ÜZERİNDE EZANSIZ ZAMAN YOKTUR”

     Mehmet Âkif’in “Ezanlar” şiirini okurken cezbeye kapılıyor insan: “Zaman geçmez ki yüz binlerce kalbin vecd-i sekrânı /Zeminden yükselip, göklerde vahdetzâr-ı Yezdân-ı / Ararken, dehşet-âkîn etmesin bir sayha vicdânı / Ne lâhûtî sadâ Allâhu ekber! sarsıyor cânı…/ Bu bir gülbank-i Hak´tır, çok mudur inletse ekvânı / Bu lâhûtî sadâ çıktıkça cûşa-cûş olup yerden / İner esrâr-ı kudret kibriyâ tavrıyle göklerden.” Şiirin başına “İhtilaf ı metâli sebebiyle küre üzerinde ezansız zaman yoktur” ifadesi konmuştur. Mânası şudur: Ayın görüldüğü yerler arasındaki farklılık sebebiyle dünyanın her tarafında her an ezan sesi devran hâlindedir.

 İstiklâl Marşı’nda da yine ezanın ulvî gücünü anlattığı malûm.“Bu ezanlar ki şehadetleri, dinin temeli / ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli” diyerek ezanın kıyamete kadar susmayacağını dile getirir.

     Ezan, âlimanın diliyle “sözlerin en temiz olanı ve semâ sakinleriyle dünyadakilerin aynı anda dinledikleri” ilahî bir çağrıdır. Bediüzzaman Hazretleri ezanın diline karşı çıkanları ikaz ediyor: “Ezanı bir ilândan ibaret zannediyorlar. O divaneler bilmiyorlar. Şayet öyle olsaydı, her millet kendi lisanına göre 'namaza gelin' diye çağırırdı. Halbuki bu ezan Asr-ı Saadet'ten beri öyle devam ediyor. Bu 'ila-yı kelimetullah'tır. İmanın esasını günde beş defa dünyaya ilân etmektir. İslâm'ın şeâiridir (âdet). Bu şeâir farzlar kadar ehemmiyetlidir.”      

“EMR-İ BÜLENDSİN EY EZÂN-I MUHAMMEDΔ                                                   

Yahya Kemal, ezanın ulvî gücüne dair yazdığı “Emr-i bülendsin ey ezân-ı Muhammedî / Kâfî değil sadâna cihân-ı Muhammedî / Gök nûra gark olur nice yüzbin minareden / Şehbal açınca rûh-i revân-ı Muhammedî” mısralarının yanında “Ezansız Semtler” makâlesinde nesillerin terbiyesi bakımından “ezan ve Kûr'an seslerinin tılsımlı tesirine” inandığını anlatır:                                                         “Kendi kendime diyorum ki: Şişli, Kadıköy, Moda gibi semtlerde doğan, büyüyen, oynayan Türk çocukları milliyetlerinden tam bir derece nasib alabiliyorlar mı? O semtler ki minâreler görülmez, ezanlar işitilmez, Ramazan ve kandil günleri hissedilemez. Çocuklar Müslümanlığın çocukluk rüyasını nasıl görürler? İşte bu rüya, çocukluk dediğimiz bu Müslüman rüyasıdır ki bizi henüz bir millet hâlinde tutuyor. Bugünkü Türk babaları havası ve toprağı Müslümanlık rüyası ile dolu semtlerde doğdular, doğarken kulaklarına ezan okundu, evlerinin odalarında namaza durmuş ihtiyar nineler gördüler, mübarek günlerin akşamları bir minderin köşesinden okunan Kur'an'ın sesini işittiler, bir raf üzerinde duran Kitabullâh'ı indirdiler, küçücük elleriyle açtılar, gülyağı gibi bir ruh olan sarı sahifelerini kokladılar. İlk ders olarak besmeleyi öğrendiler; kandil günlerinin kandilleri yanarken, ramazanların, bayramların topları atılırken sevindiler. Bayram namazlarına babalarının yanında gittiler, camiler içinde şafak sökerken Tekbir'i dinlediler, dinin böyle bir merhalesinden geçtiler, hayata girdiler. Türk oldular. Bugünün çocukları büyük bir ekseriyetle yine Müslüman semtlerde doğuyorlar, büyüyorlar, eskisi kadar derin bir tahassüs ile değilse bile yine Müslümanlığı hissediyorlar. Fakat fazla medenileşen üst tabakanın çocukları, ezansız yeni semtlerde alafranga terbiye ile yetişirken Türk çocuklarının en güzel rüyasını göremiyorlar. ..”                                              

“VE TEKRAR UYUYAYIM VE KALKAYIM EZANLA”  

     “Ölürken aynı ahenk, sala sesinden sızan / Kulağıma doğduğum günde okunan ezan” mısralarıyla ezanı yüceleştiren Necip Fâzıl, “Ve tekrar uyuyayım ve kalkayım ezanla / Yaşaya dursun insan, hayat dediği anla” mısralarıyla ezanın ulvî gücünü vecdle hayatına dahil ediyor.   

      Â’raf’ta duran bir şair Ahmet Haşim, “Allahü Ekber” adlı şiirinde ezan sesinin ulviliğine meftun olur: “O sırada doğruluk yolunun ışığı, ilahî ses / (…) Bütün dünya güzellikleri gözümden uzaklaşır / Şükredici secdelerle bu dünyadan ayrılırım!..” Haşim'in, "Müslüman Saati" dediği "Ezanî saat"ti. Vaktimiz ezanlara göre ayarlanmıştı. Gün ezanla başlar yine ezanla biterdi.                                                                                                                       

     “EZAN İLAHÎ BİR İSTİKLÂL MARŞIDIR”

     Ezan, istiklâlimizin bir işaretidir. “Ezan İlahî bir istiklâl marşıdır” diyen Sezai Karakoç, ”Kâinat, asılmış bir adamsa, ezan onu darağacından indirir; mermerleri kararmış bir tapınaksa, bembeyaz ve pırıl pırıl yapar, bir nefesle. Yine ezandır ki, yalnızlık, içine kapanıklık saatlerine, insanlığı, mümin olarak teslim eder”  sözleriyle ezanı ilahî kurtuluşun çağrısı olarak târif eder.                                                                                

      Ziya Gökalp, Osmanlı-İslâm fikrine sahip olduğu 1908’de “Ezan” adlı şiiriyle ezanı “Büyük asrın (asr-ı saadet) sesi” olarak medheder: “Okunurken ezan sanır her vicdan / Cebrail’dir gelmiş Bilâl ağzından / Bütün İslâm ümmetine seslenir.” Bu mısralarıyla ezanı Hz. Peygamberimiz (s.a.v) dönemi ve Cebrail (s.a.)’ın varlığıyla terkipleştirerek mâna âlemini yansıtan ulvî bir ses olarak tavsif eder.

   Arif Nihat Asya da ezanın ulvîliğine inanan bir şairdir: “Seccaden kumlardı / Devirlerden, diyarlardan / Gelip göklerde buluşan / Ezanların vardı!”                            

   “EZAN SESLERİYLE DOLAN EVLERİMİZ”                               

     Devrinin aydınları seküler İslâm’dan yana dururken, mütefekkir Nurettin Topçu, ezanın millî kimliğimizin bir parçası olduğunu söyler: “Çünkü İslâm, yalnız camide değil, ezan sesleriyle dolan evlerimizdedir. Yalnız Kur'ân'da değil, onunla nurlanan yüzlerimizdedir. Onu imhaya çalışanlar bilmelidirler ki bu ev yıkılmaz.” 

 Hâsılı kelâm; her Müslüman bilir ki ezandan sonra dua devam etmek hayırlara ulaşmanın sebebidir. Efendimiz’in (s.a.v.) buyruğu: “Ezanı işittiğiniz zaman müezzinin söylediğini aynen tekrar edin. Sonra bana salât u selâm okuyun. Zira kim bana salât u selâm okursa Allah da ona on misliyle rahmet eder.” (Habervaktim.com)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Doğan İLBEY Arşivi