Mehmet TAŞ
GECE BU KENTİ İZLEMEK
Bu akşamki TV programımızda konuğumuz yoktu. Mehmet Fiskeci ile 45 dakika Kahramanmaraş’ı konuştuk. Tanıtım eksikliğimizi, belli marka olan firmaların bu tanıtımda hala kasaba zihniyeti ile davrandıklarını, global aktör olmalarına rağmen reklam ve tanıtıma bakış açılarındaki körlüğe falan değindik.
Değindik değinmesine ama saat 01.00 sularında yatağa uzandığımda uyku tutmadı beni.
Sessizce yatağımdan kalkarak arabama bindim ve şehri dolaşmaya başladım. Kırmızı ışık yok, trafik yok. Eskiden gece bekçileri rast gelirdi. Şimdi onlarda yok.
Mağralı mahallesinin o meşhur caddesinden Yatılı Bölge, Binevler derken orada sokak ortasına yapılan apartmanın önünden döndüm. 12 Şubat Parkı yanında arabadan indim, parka baktım, ağaçlara baktım, üşüyünce de tekrar arabama bindim.
Şekerdere Bulvarından Ulucami, Trabzon caddesi, Müftülüğün aradan mezarlığa yöneldim.
Bir çok insan mezarlıktan çekindiğini söylerler, ben ise mezarlıklardan hiç korkmam, ürkmem, 1 Nolu kapı önünde arabamı durdurdum. İçeriye girmeyi gönlüm istemedi.
Anama, Babama, tanıdıklarıma, baki deryaya göçen bizde hakkı olan bütün dostlara isim isim zikrederek Fatiha okudum.
Oradan Sakarya mahallesinin içinden Doğu kent sapağından Pınarbaşına doğru kıvrıldım.
Diş Hastanesinin yakınından Kuzey çevre yoluna saptım. Bekçi seyir terasında bir çay verir mi diye aklımdan geçirirken cep telefonum çaldı.
Hanım arıyordu. Kimseye haber vermeden, herkes uykusunda evden çıktığımı da fark etmeyince endişe ederek aradı, geliyorum dedim ve merhum Ökkeş Çakmak’ın büyük emek verdiği zeytinliğin üzerindeki Kuzey çevre yolunu takip ettim.
Hiç araç yok.
Gayri ihtiyarı oradan Kahramanmaraş’a baktığımda renk cümbüşü içinde büyük bir şehirde yaşadığımı fark ettim.
Şehir büyümesine büyük amma.
İşte bu amma diye başlayacak olan cümleyi de yazmayı canım istemedi.
Neredeyse 30 yıldır bu cümleyi yazıp durduk da ne oldu?
Bize madalya takan mı oldu?
Bu şehir için can siperhane dilimizin döndüğünce yazdık da ne oldu?
Herkes han hamam derdine düşerken, bizler ise Üniversite dedik, hastane dedik, eğitim dedik.
Kimileri hazine arsası peşine düştü, kimileri yeşil alanları ucuza kapatarak apartman dikti.
Kimileri timsah göz yaşları dökerek Maraş sevdalısı oldu. Sonra ise ya vekil oldu ya bir yere kapağı attı.
Gece bu kenti gezerken, gece bu kent ile ilgili anılarımı, hatıralarımı tazelerken, bir şey dikkatimi çekti.
O da nedir diye soracak olursanız dostlar!
“Mazimizde hesap veremeyecek bir yanlışımızın olmadığı”
Bununla avundum.
Boş bir avuntu olduğunu biliyorum.
Risk almayan insanlar “Kahraman” olamazmış. Bizler Kahramanlığa talip olacak kadar yürekli olamadık.
Ve işin en ilginç yanı ise; ben bu şehirde birkaç istisna hiç kahramanlığa talip olanı da göremedim.
Hep “kaçak güreşildi”
Hep “belden aşağı vuruldu”
Hep “gün yalakaların oldu”
Hep “güneş yalakaların üzerine doğdu”
Aslında mezarlık ziyaretinde, o mezarlıkta yatan sağlığında cebi dolu olan nice unutulmuş insanlarında bulunduğu hatırlatmak istemiştim.
Olsun, bizim de bırakacağımız ve çocuklarımıza emanet edeceğimiz ilkelerimiz, ideallerimiz, hayallerimiz ve en önemlisi de Allah ve insan sevgimizi bırakacağız.
Kendimizi değil toplumu düşündük.
Kendi çocuklarımızı değil, etrafımızda garip, gurabayı, bizden daha kötü durumda olan insanları düşündük.
Gece bir sis perdesi gibi bu kentin üzerine indiğinde dostlar, bütün günahları ve çirkinlikleri örtüyor.
Ta ki sabahın ilk ışıklarıyla birlikte yine aynı yalan, yine aynı sahte gülüşler ve yine aynı oyun hep süregelecek.
Bu şehirden kastım sadece Kahramanmaraş değil.
Bütün şehirler böyle.
Belki bizim şehrimiz bu yozluktan daha az nasibini almıştır.
Yazılanları okuduğunuz da Kahramanmaraşlı eleştirilmiş noktasında bakmayınız lütfen.
Ama şu bir gerçek ki; geceler bütün günahları içinde barındırıyor. Geceler ayıplarımızı örten bir örtü gibidir.
Ve Kahramanmaraş’ın gecelerini gündüzünden daha çok seviyorum.
Çünkü sadece güzellikleri görüyorum.
Rengarenk ışıklar…
Kırmızı lambaları olmayan caddeler, ikide birde fren yapmak zorunda kaldığımız trafik,boyasız evleri, yoksulları, yolsuzları hiç fark etmiyorsunuz.
Bu arada bir şey daha ifade etmek istiyorum; gecekondularda sobalar tütmüyordu. Ya evin hanımları soba zehirlenmesinden korkuyorlar ya da yakacak kömürleri bitmek üzere!....
Tam iki saate yakın süren bu gezimden edindiğim izlenimleri yazmak için bilgisayarımı açtığımda saat 03.00 falandı.
Şehre hakim evimden perdeleri açık penceremden şehre tekrar tekrar bakarken saat 3.30’ü gösteriyordu.
Malum Pazar sabahı.
Sabah namazı vaktine de bir şey kalmamış. Birkaç yaşlı ile birlikte camide Sabah namazını kıldıktan sonra belki uyurum.
Uykusuz geçen geceler bir çok insanın yaşamında vardır.
Benim gibi yel değirmenleriyle savaşan Donkişotların belki de bütün geceleri böyledir.
Hanınız, hamamınız sizin olsun beyler.
Bize böylesi uykusuz ama kirlilikten uzak geceler yetiyor.
Ve hep böyle geldik böyle de gideceğiz!...
Hepinize iyi pazarlar!.....
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.