A.Süreyya Durna
Hazan Vakti –Hüzün Vakti
Dokunuş
Gazellerle savrulmak mukadder gibi güzün,
Hele yalnız kalınca, serapa çöker hüzün.
Kış kapıya dayanıp yüzünü gösterince;
Pencere kenarında ahını gör öksüzün!
A.S.D
Yaz bitti, güz kendini göstermeye başladı. Göçmen kuşları yavaş yavaş göç hazırlığında. Daha sıcak bölgelere, daha güney illere doğru uçma telaşındalar. Belki de çoktan uçmuşlardır bile.
Börtü-böcek kış erzaklarını muhtemelen stoklamışlardır erkenden. Karıncaların çalışkanlığı ve canlılığı, tam da cırcır böceklerini kıskandıracak cinsten. İşlerini, ihmale ve yarına bırakmayı sevmezler asla.
Artık bir müddet sonra doğada, ne göçmen kuşlarından bir ses, ne de börtü-böcekten bir resital dinlemek olası değil. Tabiatta canlı-cansız her şey kabuk değiştirecek ve bir tâdilata uğrayacaktır. Veyahut da birçoğu asıl adreslerine taşınacaktır. Tıpkı insanların, yazlık-kışlık gibi adreslerini
ikiye ayırdıkları şeklinde…
Bostanlar bozuldu. Nebatata kırağı düşmek üzere. Herkes kurutluğunu devşirmede zamanla yarışıyor. Söz gelimi salçalıktı, dolmalıktı, pestildi, sucuktu ve sergiydi derken; bağlar da bozulacağı günü bekliyor.
Yaylacılar, yaylalardan ineli şimdi oralarda ıssızlık hâkim. Akbabalar, Kartallar gökyüzünde sayılı birkaç gün daha ”cevelan” ederse ne mutlu. Gayrı dağdaki kurtların da, azı dişleri sızlamaya başlayacaktır. Çünkü ortalıkta yaz mevsiminin bolluğuna nazaran, bir “darlık” tecelli edecektir. Ama bu hiçbir zaman; “Aç kurt’un kısmetini veren Allah!” inancına ters bağlamda değildir.
Sularda da bir dinginlik bir yorgunluk görülmektedir. Deli çaylar; deli deli, köpük köpük akmıyor. Sanki prangaya vurulmuş. İlkbaharın kar suları, boran yağmurları “Bir yıl sonraya buluşmak ümidiyle…” diyerek, gözden kaybolmuş vaziyette. Derelerin, çayların mahzunluğu da sanırım bundandır.
Ağaçlar, sararan yapraklarını dökmede, gazeller; yel ile savrulmadadır. Badehu, yeşilliğin üstüne “bozkır” şalı çekilmektedir. Kuzey kısımlara çiğ düşecek, güz gülleri üşüyecektir. Güneş görmeyen yerlerde, küf mantarları ve yosun oluşacaktır. Ve aynı güneş, enerjik gücünü kaybettiğinden hazan vaktini yaşayan ihtiyarlar; duvar diplerine oturarak, güneşin son ışınlarından faydalanacaklardır. Bir dahaki
seneye, ”kim öle, kim kala!” sözü, yoğunluk kazanacaktır.
Şairler; hazan vaktini, hüzün vaktine benzetmişler. Ayrıca, insan olgusunu mevsimlere göre tasnif eylemişler. Bekleyiş, doğuş, yaşayış ve ölüş…
Bekleyişi; kış ayının durağanlığına… Doğuşu; ilkbaharın canlılığına… Yaşayışı; yazın ”neşvünema” bulmasına… Ölüşü; sonbaharda canlıların aktivitesini yitirip ”sekerâtül mevt”, yâni ölüm dalgınlığına doğru gitmesine yorumlamışlar.
Dolayısıyla hazan vaktini, hüzün vaktine tahvil etmenin somut mantığı çıkıyor ortaya ki şairler; genellikle mânâ yüklü duygusal şiirlerini bu mevsime denkleştiriyorlar. Örneğin; Yahya Kemal Beyatlı, “EYLÜL SONU” başlıklı şiirinde şöyle diyor:
“Günler kısaldı, Kanlıca’nın ihtiyarları;
Bir bir hatırlatmakta geçen sonbaharları.
Yalnız bu semti sevmek için ömrümüz kısa…
Yazlar; yavaşça bitmese, günler kısalmasa…”
Ben de, âcizâne aynı düşünce ve aynı duygusallık içerisinde, ”HAZAN” başlıklı bir şiirimde şöyle demekteyim:
Yapraklar dökülende heyhat! Güz mevsiminde,
Gözlerin ufuklara mıhlandığı zeminde…
Ölümle pençeleşen, hastanın son deminde,
Şakağından süzülen boncuk boncuk teriyim;
Ben hüzün şairiyim, ben hüzün şairiyim!
Yukarıda ele aldığım “tema”yı ancak bu şekilde perçinlemeye çalıştım. Hülasa; her şeyin takdiri, tecellisi Cenabı Allah’ın hükmüne bağlıdır. Bizlerse ancak, olaylarda ”müsebbip” ararız. Günler, haftalar, aylar, yıllar ve mevsimler; “Mutlak İrade”nin hükmünü icra eden unsurlardır.
Gerisi, bağlar gazeli…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.