Ahmet Doğan İLBEY
İslâm Medeniyetinin mukaddimesi: Câmi
Medine, İslâm’ın yaşandığı ilk yer… Bundandır ki Medine’yi anlamadan medeniyet anlaşılmaz. Medine’nin özü ve kalbi câmidir.
İstikametini kaybedip modernleşme dönemlerine kadar câmi Müslüman hayatının kurucu görevini taşır. Bu ilâhî görevdendir ki Mescid-i Nebevi eğitim ve tahsilin, devlet idaresi ve şeklinin ölçüsü ve kaynağıdır. Ulvî ve toplayıcı fonksiyonundan dolayı İslâm’ın ve Müslümanların kuruluş ve ümmet oluş merkezidir.
Efendimiz Aleyhisselâtüvesselâm, Medine’de inşa ettirdiği Mescidi-i Nebevi’yle hayatın merkezine mabet yerleştirerek câmi merkezli bir medeniyet kurmuştur. Câmi ile ev evvel İslâm’ı ve imanı muhafaza etmeyi, sonra bu iman sayesinde cemiyeti İslâmca bir hayata dönüştürmeyi buyurmuşlardır.
CÂMİ MERKEZLİ BİR MEDENİYET…
Bu vahyî sebepledir ki câmi merkezli bir Medine, yâni medeniyet inşasıyla dinin buyrukları câmide tahsil edilerek hayatın temeli hâline getirmek, câmideki duruş ve değerlerden neşet eden nizam ve müesseseler kurup cemiyeti dinin emrettiği şekilde Müslüman millet hâline dönüştürmek, İslâm’ı bütün olarak eğitim ve öğretim hayatının esasları kılmak gayesini taşımışlardır.
Câmi, toplanma, bir araya gelme mânasında “cem” kelimesinden doğma. “Toplayan, bir araya getiren, yâni toplanma yeri.” İslâm medeniyetinin şiarı, sûret ve sîreti, yâni İslâm kimliğinin en temel unsurudur.
Öyle ki, câmi sadece ibadet yeri değil, adâlet yeri, sosyal ve mânevî meselelerin çözüldüğü istişare mekânıdır. Sezai Karakoç’un ifadesiyle “Câmi İslâm medeniyetinin doğurgan kurumudur, denebilirse ana rahmidir…” (Kıyamet Aşısı)
Câmi, kılınan namazlarla acı ve sevincin, kalp huşûsu ve kulluğun hesapsız olarak paylaşıldığı, birlik ruhunun pekiştiği yerdir. Omuz omuza saf olan Müslümanlar câmide sulh ve sükûn içinde cem, yâni cemaat olurlar. Dinin ve ondan neşet eden medeniyetin ahrete kadar tek gayesi olan ümmet üzere dünyayı ve ahreti mâmur kılmayı günde beş vakit câmide tâlim ederler.
İslâm’daki zahirî ve mânevî bütün ilim, amel, fıkıh ahkâmı ve cümle Müslüman hayatı câmideki esaslardan oluşur. Fert ve cemiyet nâmına her ölçü câmiden alınır, câmiden yansır hayatımızın bütün unsurları. İşte bu topyekûn kurucu görevi sebebiyle Medine'nin mâna ve isminden, sûret ve sîretinden neşet eden medeniyetin mukaddimesi câmidir.
Câmi mihrabın etrafında kurulmuştur. Tevhid, yâni birlik mihrapta tezahür eder; mücerretten müşahhasa geçilen bir mânayı taşır. Mihrap, nefisle mücadelenin mekânıdır. Dinin ve ondan neşet eden medeniyetin bütün mücerret ve mânevî yönleri mihrapta toplanır. Çünkü Müslümanın dünya hayatı nefisle mücadele olduğundan mihraba yöneliş ve mihraptaki duruş dünya hayatının Müslümanca oluş ve istikâmet yeridir.
İSLÂM MEDENİYETİNİN EN TEMEL SÛRET VE SÎRETİ CÂMİDİR
İslâm medeniyet tezahürlerinin muhteşem çağları olan Osmanlı’da medreseler ve dergâhlar câmilerin etrafında milleti İslâmca terbiye eden müesseseler olarak yer almış, köyler câmi ve namazgâh merkezli olarak kurulmuştur.
İslâmların hayat anlayışı böyle olduğu içindir ki Asr-ı Saadet’ten çözülüş, yâni dinin hayat ve devlet düzenindeki yekpâre vazifesi ve tesiri azaltılana kadar eğitim öğretim müesseseleri olan medreseler, tekke ve dergâhlar, bedesten ve çarşılar, hattâ askerî eğitim câmi merkezlidir. Câmilerin yanına açılan imarethâne, yâni aşevi, şifâhâne ve kütüphâne medeniyetimizin câmi merkezli oluşunun bir başka veçhesidir.
Câmilerin, hususen şehirlerde taş yapı olarak sağlam ve son derece estetik inşa edilmesi, evlerin ahşap ya da topraktan yapılması İslâm’ın câmi merkezli medeniyet oluşundandır. Bu sebeptendir ki câmi merkezli İslâm medeniyetinde mekân öncelikli değildir. Müslümanlar, câmilerin etrafında kurulan şehir ve köylerde İslâmca hayatlarını minarelerden okunan ezana göre tanzim ederler ki medeniyetin mihveri de budur.
Bir diyarda câminin olması orada İslâm medeniyetinin varlığına işarettir. Müslümanlar istikâmetini kaybedip, hayatları ve şehirleri sekülerleştikçe câmilerin ümmet inancının pekiştirildiği, dolayısıyla İslâm medeniyetine aidiyetin her dem tazelendiği mekân olma fonksiyonunu kendi elleriyle azalttılar. Oysa câmiler ümmet ve millet olmanın en temel kaynağıdır.
İnsanların birbirinden üstün olmadığı câmide anlaşılır. Hukuk, ahlâk, edep, nizam, uyum câmide öğrenilir. Muhabbet ve birliğin mekânıdır ki, maddî ve mânevî cihetiyle İslâm medeniyet anlayışının esas kaynağı da budur.
İslâm medeniyet tasavvuru üstüne mufassal çalışmalar yapan Haki Demir’in görüşleri de câminin İslâmların hayat nizamının en temel kaynağı olduğuna dair güçlü fikirler ihtiva ediyor:
“İslam şehrinin merkezi câmidir. İslâm şehri inşa edilirken, şehrin tamamını topladığı merkezinde, başları yere eğen, secde ettiren, kulluğu teşhir eden bir nizama maliktir. Câmi, cemiyetin ve hayatın cem olduğu ve tekrar geldiği yere döndüğü bir merkezdir. Müslümanların teşkilât merkezi olmaktan önce, mânevî karargâhıdır. Mânevî karargâh, teşkilâttan önceki teşkilâtlılık hâlidir.
Teşkilatlılık hâli, ruhi ve ahlâkî, itikadi ve mânevî teşkilâttır. Ruhi-mânevî karargâhın inşası, hayatın topyekûn teşkilâtlanmasıdır.
Ona göre, İslâm şehrinin merkezi valilik veya belediye değil, Müslümanları günde beş vakit bünyesinde toplayan, cemiyeti ve hayatı mânevî merkezden idare edebilme kudretine sahip olan câmidir:
“Şehir inşası, cemiyet inşasının mütemmimidir ve asıl olan cemiyet inşasıdır. Cemiyet yoksa medeniyet yoktur. Câmi, hem cemiyet, hem de şehir (medeniyet) inşası için merkezi mevzudur.”
Seyyid Hüseyin Nasır’dan okuduklarımıza göre bütün müesseseler câminin tabiî bir uzantısıdır. Sadece dîni faaliyet mekânı değil, evlere, mekteplere, saraylara, çarşıya açılan ve bu müesseseleri kendi ahkâmı ve ölçüsü içinde birbirine bağlayan bir kapıdır. Devlet sarayı, mektepler, evler, çarşılar ahkâm ve ahlâkını câmiden alınca cemiyetin ve hayatın dinden ayrılması da mümkün değildir.
Câmi ve hayat iç içe olunca devlet, mektep, ilim ve her şey câminin ahkâm ve esaslarından kopmayacaktır. Evde, mektepte, çarşıda hayat tarzı ve muamele de câmiden farklı olmayacaktır. Câmi ve hayat, câmi ve eşya, câmi ve hâdise bir olunca İslâm medeniyeti kemâle erecektir.
İslâm şehrinin merkezinde ulu câmi vardır. İslâm’ın ve Müslümanların varlığını heybetli bir şekilde temsil eder. Bütün yollar ulu câmiye çıkar. Şehrin ruhu ve kalbi burasıdır.
Evler câmiden unsurlar taşımakla beraber, câminin ihtişamını gölgelemeyecek şekilde mütevazılık ve fânilik taşır. Câmiler mimari ve iç tezyinatıyla muhteşemdir. Cemaatine ebedî âlem duygu ve huşûsunu yaşatır.
CÂMİLERİMİZ KÂBE’YE, DOLAYISIYLA MEDENİYETİMİZ BEYTULLAH’A DÖNÜKTÜR
Muhammed Hamidullah’tan okuduklarımızda da câmi medeniyetimizin amel, ahlâk ve şehir düzeni cihetiyle en temel ölçüdür. Bütün câmilerin yönü Kabe’ye dönük birer Beytullah’tır. Dolayısıyla medeniyetimiz nirengi noktası Kâbe’dir. Müslümanların dîni ihtiyaçlarını yerine getirmek için dünyanın her yerinde câmiler, yâni Beytullah’lar inşa etmek gerek.
Modernizmin pençesinde kıvranan Müslümanlar câmilere yabancılaştığı müddetçe Allah’a, kendine ve ümmetine yabancılaşacak ve dolayısıyla medeniyetine aidiyet inancını yitirecektir.
Müslümanlar câmiye döndükçe İslâm’a aidiyetleri güçlenecek ve medeniyet değerlerini daha ziyade yaşatacaktır. İslâm’ın, yâni Medine’nin tezahürü olan medeniyet bu olsa gerek…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.