M.Fatih ERDOĞAN
Maraş Müdafaası
Kurtuluş haftasına girdik. Bugün 06 Şubat 2012 Pazartesi. Önümüzdeki Pazar günü ise düşman işgalinden kurtuluşumuzun 92. Yıl dönümü. Bu kutlu güne, Çetelerin gösterdikleri inanılmaz kahramanlıklardan ötürü “Çete Bayramı” deriz.
Son yıllarda Çete Bayramı gençlerimizin çok da umurunda değil maalesef. 10–15 yıldan beri ülkemizi idare edenlerin “Avrupa Birliği Üyeliği Hayaline” kapıldıkları günden beri düşmanlarımızı evlatlarımıza anlatamaz olduk. Gençlerimizde Milli Günlerimizle pek ilgilenmez oldular. Son günlerde yaşanan Milli Bayramların Kutlanması polemikleri bunun bir tezahürü olsa gerek. Bu yüzden gençlerimiz her gün biraz daha kendi benliklerinden / kültürlerinden uzaklaşıyorlar. ‘Çete’ diyorsun, ‘mafya’ diyorlar. ‘Ellik Gâvuru (Ermeni)’ diyorsun, ellik ne demek, gâvur ne demek diye yüzünüze bakıyorlar. ‘Fransız’ diyorsun, dostumuz diyorlar. ‘Maraş Müdafaası’ diyorsun, ‘Maraş Sporun savunma anlayışından mı bahsediyorsun?’ diyorlar. Suçu yok bu yavrucakların. Kendi iradeleriyle bu hale gelmediler ki!
Önce dinlemeden uzaklaştırıldı gençler sonra okumaktan. Kahramanmaraş’ın Milli Mücadelesini anlatan ve yazan bir avuç aydınımızın gayretleri de çok işe yaramıyor. Buna rağmen iyi ki varlar. Bu aydınlardan Yaşar ALPARSLAN Hocanın baş kalfam dediği Serdar YAKAR Beyefendinin imzasını taşıyan, Ocak 2012 de “Maraş Milli Mücadelesinde Bayrak Olayı ve Aşıklıoğlu Hüseyin” isimli enfes bir kitap yayınlandı, mümkün olsa da bu kitabı tüm gençlere okutabilsek… Gençliğimizi bu hale getirenlere inat bu hafta boyunca aklı yeten, dili dönen tüm Maraşlılar, ‘üzerinden 92 yıl geçmiş olan Kurtuluşu’ konuşmalılar. Bu hafta boyunca gençlerimize Fransızların ve Ermenilerin Maraşlılara yaptıkları katliamları anlatmalılar. Bu hafta Maraş’ta Bayraksız ev Bayraksız dükkân kalmamalı. Bu hafta boyunca Maraş’ta ruhuna uygun bir şekilde Kurtuluş yaşanmalı. Ben de âcizane bu hafta boyunca her gün Maraş Efsanesinin bir bölümünü köşeme taşımaya çalışacağım. Ailemde ne kadar çocuk varsa hafta boyunca hepsine ‘Çete’ elbiseleri giydireceğim.
Maraş’ın İşgali
1. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru savaşta birlikte hareket ettiğimiz devletlerin yenilmesi üzerine bizde yenilmiş sayıldık ve 30 Ekim 1918’de Mondros Antlaşmasına imza attık. Bu antlaşmaya dayanan karşı güçler, Anadolu’nun birçok yerini işgal ettikleri gibi Maraş'ı da işgal ettiler. 23 Şubat 1919 da Maraş’a giren İngilizlerin işgali 8,5 ay sürdü. İngiliz işgali sırasında Maraşlı aşırı bir zulüm görmedi. Bunun en büyük sebebi işgal kuvvetleri arasında çok sayıda Cezayirli, Tunuslu ve Hintli Müslüman askerlerin bulunması idi. Ancak şehirde bulunan Ermeniler bundan çok büyük rahatsızlık duyuyorlardı.
15 Eylül 1919'da İngilizlerle Fransızlar arasında Suriye Antlaşması yapıldı. Bu antlaşmaya göre; Musul ve çevresini, bu bölgedeki petrol alanlarını İngiltere'ye devreden Fransa, buna karşılık İngilizlerin işgali altındaki Maraş, Antep ve Urfa’yı işgal edecekti. Maraş halkı arasında 15 Ekim 1919 tarihinden itibaren İngilizlerin gideceği, yerlerine Fransızların geleceği söylentileri dilden dile dolaşmaya başlamıştı. İngilizlerden istedikleri yakınlığı göremeyen hain Ermeniler Fransızları dört gözle beklemeye başlarlar. Çukurova bölgesinde halka karşı sert ve kırıcı bir tutum sergileyen Fransızların, Maraş'ı işgal edeceklerini öğrendiklerinde halk rahatsız olur. Fransızların Maraş'a girmelerini önlemek için çareler düşündüler ve mitingler yaparlar. Ayrıca İngiliz ve Amerikan makamlarına çekilen telgraflarla olayı protesto ederler.
Maraşlı Halkın bu gayret ve istekleri netice vermez. 29 Ekim 1919 Çarşamba günü Fransız öncü kuvvetleri Yüzbaşı Julie komutasında Maraş'a girerler. 30 Ekim Perşembe günü de De Fontzine komutasında 1000 Fransız ve 500 Cezayir asıllı asker ile Fransız askeri elbisesi giymiş 400 Ermeni eşkıyası Maraş'ı işgal ederler. (Devam edecek)
Süt ve Tabanca
Üstat Sezai KARAKOÇ ‘Süt ve Tabanca’ başlıklı yazısında Maraş’ın Kurtuluşunu bakın nasıl kaleme alır.
Maraş’ın kurtuluşu da, kurtuluşunun anılışı da öbürlerinden farklıdır. Maraş kendi kendini kurtardı.
Maraş’ın kurtuluşu sadece bir reaksiyon değildir. Sütçü İmam’ın süt maşrapasını bırakıp tabancasını doğrulttuğu yön, sadece Fransız değil, onun arka plânındaki mistiksizliktir, fonundaki metafiziksizliktir.
Süt ve tabanca… İşte Maraş budur, Anadolu budur.
Maraşlı, Bayrak, Kaleden indirilince Cuma namazının kılınamayacağını bilir. Bayrakla Cuma namazı arasındaki kopmaz alâkayı bilir. Bu savaşın temeli çok sağlamdır, Süleymaniye’nin temeli gibi…
Maraş kurtuluş hareketinin ilk gününde yayınlanan beyanname, bütün çağdaş istiklal davranışlarının gerekçelerini aşan bir gerekçeyle çıkar insanlığın karşına. Ruh çağlarının diliyle, kelimeleriyle yüklüdür, konuşur bu beyanname. Gözün göremediği ileriye bitişir ve geride tarihin derinliğine doğru kök salar. Mekke’ye bitişir, Malazgirt’e, Söğüt’e bitişir. İstanbul’un alınışı neyin konkavıysa, Maraş’ın kurtuluşu onun konveksidir. Sütçü İmam ve “Kalede bayrağımız olmadıkça bu camide size Cuma namazı kıldıramam!” diyen ve bu sözüyle savaşı açan Ulu Cami imamı o günün şartlarının Fatih’i ve Selâhaddin-i Eyyubî’sidir.
Savaş başlar ve bitinceye kadar, Ahır Dağlarıyla yazları kırmızıbiberlerden kıpkırmızı damlı acı Maraş arasında bir şimşek alışverişidir gider. Yalnız ruhun duvarları içinde geçmiş gibi tabiatüstü bir savaştır bu. Binlerce olağanüstü oluşların örgüsü…
Maraş’ın savaşını ben bir insanın “iç savaşı”na benzetirim. “Saf” olanın içine karışan katışığı barındırmaması… Maraş bir denizdir. “Cesed”i ve “ölü”yü hemen dışına atan deniz.
Maraş için yabancı "ceset"tir.
Maraş kurtuluş günlerinde, her mahalle, kendine mahsus kıyafeti ve sesiyle, bayrak ve flamalarıyla dalga dalga gelir ve belediye meydanına toplanır. Ulu caminin hemen önüne. Sonra belli bir saatte tam bir susuş olur. Sessizliğin en kabarmış anında bir alarm verilir. Her mahallenin yiğitleri bütün güçleriyle kalenin bulunduğu tepeye her yandan koşmağa başlar. Bir yarış. Bir kaç dakika sonra kalenin bayrak direğine beş on kişinin birden tırmandığı ve direğe bayrağın çekildiği görülür. Kim bayrağı asmışsa, o yılın kahramanı odur o yıl Maraş'ta. Sonra kaledeki otlar yakılır.
Bayrak çekilirken her Maraşlı oraya dönüktür. O anda Maraşlı bir "katarsis" arılığı içindedir. Bayrağın direğe çekilişi, düşmanın çarmıha gerilişi gibidir onun gözünde. O anda Maraşlı çağdan ve aktüaliteden sıyrılmıştır.
Maraş o anda "saf inanış"ı yaşar, inanmışlığın kendinden ibaretliğini.
Anadolu 12 Şubat’ta, her yıl bir kere Maraş'ta, ne olabilecekse onu rüya halinde yaşar.
Ve o gece, Türkiye’nin gerçek lâmbası (Alâattinin sihirli lâmbası gibi) bir kerecik yanar…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.