M.Fatih ERDOĞAN
Milli Eğitimde Sular Yeniden Isınacak
Psikolojik Danışma ve Rehberlik eğitimi de alan; ilk, orta, lise ve yükseköğretim düzeyinde birçok eğitim kurumunun kuruluşunda görev alan Prof. Dr. Ziya Selçuk Milli Eğitim Bakanı oldu. Böylece uzun yıllardan sonra Milli Eğitim bir eğitimciye emanet edilmiş oldu.
2003-2006 yılları arasında Talim Terbiye Kurulu Başkanlığı yapan Prof. Dr. Selçuk’un rehberlik, davranış gözlemi, iletişim, gelişim, öğrenme ve mizaç konularında çok sayıda kitabı bulunuyor. Özel Maya Okulları’nın da kurucusu olan Prof. Dr. Selçuk, yaklaşık 20 yıl Gazi Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yaptı. Halen kuruluşunda katkı sağladığı TED Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkan Yardımcılığı görevini de yürütmekte.
Prof. Dr. Selçuk’un ‘Eğitime Bakışı’ hakkında bilgi sahibi olma adına geçtiğimiz yıllarda ‘Gençlerin Hayata Hazırlanması’ hakkında verdiği bir röportajdan derlediğim alıntıları sizlerle paylaşmak istedim:
“Bence gençliğin hayata hazırlanabilme diye bir seçeneği yok. Gençlik hayata değil, sınava hazırlanıyor. Hayatın istediği becerilerle sınavın istediği beceriler birbirinden o kadar uzak ki! Üniversiteyi üstün başarıyla bitiren gençler, genellikle iş hayatında hayal kırıklıkları yaşıyor ve yaşatılıyor. İşyerleri ne yazık ki mezun profilinden memnun değil? Çalışma hayatında haftada bir sınav yapılsa bu gençler eminim çok başarılı olur. Ama firmalar proje yaptırıyor, çözüm senaryoları istiyorlar. Bu hiç adil değil ama çıplak gerçek böyle. Çocuklar evde ve okullarda prensler ve prensesler gibi yaşıyor. En küçük bir problemde resmi okul velileri 147’ye, özel okul velileri yöneticilere gidip koruma kalkanlarını açıyorlar. Ama işyerleri prenses ve prensleri istihdam etmiyor! Gençlerin zihninde gerçek yaşamda karşılığı olan bir gelecek kavramı da yok. Çünkü ebeveynler çocukların karar verme merkezi olan frontal lobunu iptal edip, onların adına kararları kendileri oluşturuyorlar. Ebeveynler geçmiş korku ve kaygılarından oluşan belirsiz bir gelecek senaryosuna sahipler. Ebeveynler ve öğretmenler bulanık bir gelecek imajına sahipler. Bu nedenle bu yıl okula başlayacak çocukların 2045 yılında iş hayatına atılacağını unutup bugünün verisiyle geleceğin tasvirini yapıyorlar.
Bir tarafta aşırı ilgi, diğer tarafta sınav baskısı
Ortaöğretim o kadar geç bir dönem ki. Hekimlerin dediği gibi ‘hastayı evine gönderin dinlensin.’ Okul öncesi eğitimde çocuğum mutlu olsun yeter diyen ebeveynler, istisnalar bulunmakla birlikte, ilkokul birden itibaren çoktan seçmeli gösteren bir gözlük takıyorlar. Çocuklar bir taraftan aşırı ilgi gösterilip korunarak, diğer yandan akademik başarı stresi yaratılarak iki taraflı örseleniyorlar. Sonuçta sınavlarda başarılı ya da başarısız olan da örseleniyor. Çocuklar ‘ya kişiliğin ya sınav’ ikilemine sokuluyor örtülü olarak. Bir çocuk sadece ama sadece kendi doğasına uygun bir atmosfer bulduğunda yeşerir. Ona popüler meslekler ve bölümler dayatıldığında çoğunlukla mutsuz olur. Her çocuğun arzusu, ilgisi ve yeteneği vardır. Çocuklar hem ilgilerini çeken hem de yetenekli oldukları bölümlerde mutlu ve başarılı olabilir.
Türkiye’de kabul edilen başarı ölçüsü doğru değil.
Türkiye’de başarının tek ölçüsü; yüksek puanlı, popüler, ekonomik getirisi yüksek bölümleri seçmek ve kazanmaktır. Çocuk popüler bir alan yerine yetenekli olduğu sanatsal bir alanı seçmek isterse veliler, ‘onu hobi olarak yaparsın’ diyerek çocuğa müdahale edebiliyor. Yani çocuğun hoşlanmadığı bir mesleğin stresini hoşlandığı bir hobiyle giderebileceği zannediliyor. Yapılması gereken şey, özellikle ilkokuldan itibaren çocuğun mizacına bakmak olmalı. Mümkün olduğu kadar az müdahale edip doğuştan getirdiğine destek olmalıyız bence. Doğa asla hoşlanmaz müdahaleden.
İş yerleri; ekip çalışması, proje yönetimi, girişimcilik, azim, iletişim, dayanıklılık ve benzeri sosyal beceriler istiyor. Çalışma hayatında önceki deneyimler çok değerli. Fakat yıllarca yüksek bir ortalama için uğraşan gençler yeterli yaşam deneyimi biriktiremiyor. Ev ve okulun yapay havasından gerçek bir yaşam sahnesine çıktıklarında bağışıklık sistemleri hemen çöküyor. Şirketler işe aldıkları elemanı ya yeniden eğitmek zorunda kalıyorlar ya da başka şirketlerden eleman ayartma yoluna gidiyorlar. Daha kötüsü ülkenin en iyi üniversitelerinden yeni mezun olmuş gençleri yıllarca çok düşük ücretlere çalıştırıyorlar.
Gençler; diploma almayı ikinci plana atsınlar, diploma artık herkeste var. Önemli olan alınan dersler değil, ders dışında öğrencilik boyunca ne yaptığı. Şimdi size birkaç kelime söyleyeyim ne hissedeceksiniz; angarya, bedava çalışma, hizmetçilik, hamallık… Bu kelimelerin tamamı gençleri irrite ediyor. Oysa gençler üniversitede daha öğrenciyken, gönüllü etkinliklerde, sosyal sorumluluk faaliyetlerinde, çok başarılı şirketlerde yıllarca angarya da olsa, hamallık da olsa çalışmalı. Çünkü bu tür deneyimler hayatta lazım. Diploma bürokratik bir gerekliliktir.
Ebeveynler biraz derin düşünseler daha ilkokuldayken çocuklarının kendi sınıflarını, okullarını temizlemeleri için okula baskı kurup, zorlanmasını isterler. Uzun süreli travmatik olmaması kaydıyla çocuklarının problemlerle karşılaşmasını desteklerler. Çocuklarının her türlü problemini çözen, onların hayatını kolaylaştıran öğretmen ve ebeveynler sadece onların gelecekteki hayatlarını zorlaştırmış oluyor.”
Sayın Bakanımızın eğitime bakışı böyle. Belli ki Milli Eğitim Bakanlığında sular yeniden ısınacak. Sistem sil baştan tekrar değiştirilecek. Bence değişim çoook iyi olacak…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.