Nurettin Abacıoglu
Neden Kardeş Olamıyoruz
Dünyada huzur içinde yaşamak istiyor musunuz? Dostlarınıza karşı dostlukla, düşmanlarınıza karşı da musâlaha ile muamele ediniz. Bakın dünya ne rahat olacak!
Özellikle siyasi manada…
Siyasi tarafgirlik aklımızı örtüyor. Neden o da bizim gibi düşünmüyor diyerek Müslüman kardeşimizi düşman safına itiyoruz… Bugün bizi mahveden, yıkan, birbirimiz aleyhine düşmanla bile ittifak etmeye sevk eden, körü körüne tarafgirliktir…
Tarafgirliği oluşturan da yürekte birikmiş saklı nefrettir. İnsan kendi mesleğine, cemaatine, partisine elbette sevgi duyar. Bu sevgi hal ve hareketlerini de etkiler. Bu da doğaldır. Ama kendi taraftarlarına duyduğu sevgi, diğerlerine nefret olarak yansıyorsa bu ırkçılıktır. Nazizm'dir, faşizmdir.
İçinde iman taşıyan kalp ancak zalime nefret duyar. İnanmayana dahi acır keşke o da inansa diye…
Eğer desen ki ben kin tutmaktan kendimi alamıyorum, o zaman sana derim ki sık sık tövbe kapısına müracaat et!
O kapının kulpuna yapış ki yüreğindeki nefret ahiretini de ateşe vermesin! Zaten bu yazının nihayet amacı da budur. Kişinin kendi nefsindeki kusurları görüp nefsini tövbeye ikna etmesi... Biz kusurlarımızı görüp nemsizimizde bir pişmanlık oluşturduğumuzda gerisini Rabbimiz çözer, halleder ve yüreğimize sükûnet indirir…
Birbirinizi kırmayın, birbirinizi çekiştirmeyin, boş meselelerde tartışıp yüreklerinize kin ve düşmanlık sokmayın. Böyle yaparsanız birliğiniz bozulur, gücünüz dağılır… Rabbimiz bizi uyarıyor:
“Allah'a ve Resûl'üne itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin. Sonra gevşersiniz ve gücünüz, devletiniz elden gider. Sabırlı olun. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfal, 46)
….
Elbette taraftarlık farklıdır, tarafgirlik farklı. Taraf olmak, hakka TARAFTAR olmak, onun için can ve mal ile mücadele etmek büyük bir sevap ve mertebedir… Hak ile batıl arasında Hakka taraftar olmak farzdır.
Amma TARAFGİRLİK iki hak meslek arasında, diğerini yok sayacak, reddedecek ve görmezlikten gelecek şekilde kendi tarafını yüceltmektir… İşte bu zulümdür. Hele bu, iki parti arasında bir hal ise külliyen zarar ve ziyandır bir Müslüman ve mümin için…
Şu meseleyi iyi anlamamız ve hazmetmemiz gerekiyor. Çünkü bugün ve geçmişte belimizi kıran ve bizi bölük bölük yapıp kanımızı akıtmaya sevk eden bu TARAFGİRLİKTİR.
Cemel Vakasının, Sıffin'in, Kerbela'nın, yakın zamandaki 27 Mayıs İhtilalinin, 28 Şubatın asıl sebebi, bu basiretleri bağlayan, hak sözün özünü batıl yapan siyasi tarafgirliktir…
Belki burada birilerinizin aklına Ümmetimin ihtilafı rahmettir” adisi aklınıza gelebilir. Doğrudur “ümmetin ihtilafı” bazen rahmettir.
Peki, ümmetin ihtilafı ne zaman rahmet, ne zaman fitne?
Esasında TARAFTARLIK mühim bir meseledir. Zira insanlar bazen bir iktidara bir zulme, bir dayatmaya karşı taraf olup kendilerini savunabilir, dayanabilirler. İnsanları zalim idarecilerin şerrinden korumak gibi bir güzel neticesi de vardır taraf olmanın.
Ümmet arasında ihtilaf çıktığında hakkın yanında yer almak ona taraftar olmak vaciptir…
Peki, ümmetin ihtilafı her zaman rahmet midir?
Bu mesele iyi anlaşılmadığı için, biz ya her ihtilafı hayır sanma gafletine düşüyoruz, ya da ihtilafı, tefrikaya dönüştürüyoruz…
Mamafih bu zamandaki ihtilaflar, ‘tefrika' yaratmaktan başka işe hizmet etmiyor!
Esasında ihtilafın rahmet olması için, o ihtilafın, üzerinde anlaşılmış bir meselede, daha iyi sonuç almak için nasıl hareket edilmesi gerektiği konusunda olmalıdır…
Ama bugünkü siyasi parti taraftarlığı gibi herkesin, kendi iddiasını haklı çıkarmak için her yolu mubah saydığı çekişmelerle ihtilaflar, rahmete dönüşmez…
Çünkü biz tartışmıyoruz, boğuşuyoruz… Rahmani meseleler boğuşularak çözülmez.
Hem birçok dini mesele vardır ki âlimlerin onları kendi aralarında tartışmaları gerekir. Toplumun önünde yapılacak o tür tartışmalar, sadece kalplerin ve akılların daha da karışmasına ve hükümler hakkında tereddüde, kutsalların değer yitirmesine sebep olur. Kutsallarını kaybetmiş veya değersizleştirmiş toplumu hiçbir kudret ayakta tutamaz…
Bir ihtilafın rahmete dönüşmesi için maksadın ve niyetin aynı olması lazım. Sadece maksada götürecek vasıtalarda ihtilaf olabilir. O zaman o ihtilaf rahmet olur. Her birinin başka davada olduğu ihtilaflarda, bir maksada varılmaz…
Velhasıl, meseleleri tartışırken düsturumuz al-hubbu lillah, vel- buğzu fillah, vel-hukmu lillah olmalı…
O zaman maksadımız hak, sevgimiz hak ve hareketimiz de müstakim olur…
Bir mühim mesele daha kaldı. O da harici düşmanların saldırısı sırasında lazımdır ki Müslümanlar kendi aralarındaki ihtilafları bir yana bıraksınlar…
Hiçbir Müslüman, bilerek ve isteyerek, bir Müslüman aleyhine gayrimüslim ve münkirlerle işbirliği yapmaz. Hele karşımızda bu kadar İslam düşmanları varken ve hepsi İslam ve Müslümanlar aleyhine ittifak etmişken… Hangi gerekçe ile bir Müslüman diğer Müslüman aleyhine bir ittifaka girişebilir?
Bugün tüm dünyada, ZINDIKA KOMİTESİ cirit atıyor. Dünyanın tüm servetlerini ele geçirmişler. Tüm savaş gerekçelerini onlar üretiyorlar. Bütün gazete ve medya onların kontrolünde... İstedikleri yalanı hakikat diye yutturabiliyorlar. İlaç sanayii, gıda sanayii, giyim sanayii, moda, sinema, tiyatro, medya, ekonomi, bankalar, hayat tarzı bütünüyle o zındıka komitelerinin yönlendirmesiyle Müslümanlara karşı kullanılıyor.
İslam aşiretinin bu kadar düşmanları varken, İslam yurtları bu kadar yoğun bombardıman altında iken, her gün binlerce Müslüman katledilirken, bizim birbirimizle didişiyor olmamız, birbirimizin kanını dökmemiz, halimizin ne kadar rezilane olduğunu göstermiyor mu?
Bu bir zillet ve beladır. Hiçbir gerekçe, hiçbir ‘hikmet' bu hali izah etmeye yetmez. Yetmiyor.
Şu uzun metni Bediuzzaman'ın şu sözleriyle bitirmek istiyorum:
EY İHLİ İMAN! Zillet içinde esaret altına girmemek isterseniz, aklınızı başınıza alınız. İhtilâfınızdan istifade eden zalimlere karşı “Müminler Kardeştir” kale-i kudsiyesi içine giriniz, tahassun ediniz. Yoksa ne hayatınızı muhafaza ve ne de hukukunuzu müdafaa edebilirsiniz.
Malûmdur ki, iki kahraman birbiriyle boğuşurken, bir çocuk ikisini de dövebilir. Bir mizanda iki dağ birbirine karşı muvazenede bulunsa, bir küçük taş, muvazenelerini bozup onlarla oynayabilir; birini yukarı, birini aşağı indirir. İşte, ey ehl-i iman! İhtiraslarınızdan ve husumetkârâne (düşmanca) tarafgirliklerinizden, kuvvetiniz hiçe iner; az bir kuvvetle ezilebilirsiniz. Hayat-ı içtimaiyenizle alâkanız varsa, “müminler bir binayı oluşturan tuğlalar gibidir. Biri diğerini güçlendirir” düstur-u âliyeyi düstur-u hayat yapınız, dünyada sefil yaşamaktan, ahirette cehennem azabından kurtulunuz.” (Son)
…..
Bu arada gündeme dair küçük bir not düşmek isterim.
Türk toplumu, sandıktan çıkan neticeye saygı gösteren, iktidarlara dair sıkıntıları sandıkta çözmeyi yeğleyen bir Müslüman devlettir. Açık oy gizli tasnifin yapıldığı 1946 seçimlerinde bile sandıktan çıkana saygı gösterilmiştir.
Şimdi karanlık bir el, bu yargıyı ve geleneği yakmaya, sandık hakkında şaibe yaratmaya çalışıyor. Bence en tehlikelisi budur. Eğer sandıktan çıkan sonuçlara itimat kalmazsa, seçimler de meseleleri çözememeye başlar ve Allah korusun, zorbalık ve güç kullanımı devreye girer, bu da ülkeyi yenide darbeler iklimine sürükler.
Ordu son dönemlerde hakiki manada kendi alanına dönmüş bulunuyor. Aşırı tahrik ve gereksiz gerilimlerle ülkeyi felakete sürüklememek gerekiyor…
İnşallah şu seçimleri sağ selamet geçiştiririz. Cadde ve sokaklarda güvercinlerden daha çok yarasalar dolaşıyor. Rabbim mazarrat çıkaracak, nifaka sebebiyet verecek hallerden ve insi şeytanlardan bu milleti korusun.
Gelin şu günlerde İmam Ali (ra)'nın şu duasıyla yalvaralım rabbimize ki fitnecilerin oyunu başlarına geçsin:
Ve asmim ve ebkim sümme a'mi aduvvena/ Ve ahrishum ya zel Celali bi Havsemet!
Ve fi havsemin maa devsemin ve berasemin. Tahassantu bil ismil azimi minel ğalet.
Ve kuffe cemîal muddırrîne keydehum/ Ve anni bi aksamike hatmen vema havet!
(Her gün herkes bunu en az 28 kere okursa inşallah şu üç dört günü sağ salim atlatırız..)
…….
Seçimler
Allah bu sicimleri millet ve memleket için hayırlara vesile kılsın.
Neyin hayır neyin şer olduğunu, akıbetleri gösterir. Bir şeyi, başlangıçta lehinizde sanırsınız, bakarsınız o gitmiş şerde karar kılmış. Bir şeyi de şer bilirsiniz bakarsınız akıbeti hayır olmuş.
Esas olan millettir, milletin bekası ve hayrıdır. İnsan açısından da esas olan hüsnü hatimedir. Ömür maratonunun son nefesin iman ile teslim etmek insanların en en büyük davasıdır. Gerisi yalan.
Ahirette kendisini kurtaracak eseri olmayanın ahiretteki hüsranı telafi edilemeyecek bir ziyandır. Allah asın o seçimde muvaffak olmayı ve rabbin elinden geçer karnesini almayı nasıp etsin. Amin!
Sağduyu içerikli bu güzel yazıya itirazı olan var mı?
Mehmet Ali Bulut haber7com
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.