Soyuttan somuta geçiş yaparak insan hayatına giren “Sanat ve edebiyat” ruhun resmidir diye tarif ederim her zaman.
Çoğunlukla acılar, zorluklar, hüzünler ruhumuzun yazı ve sanata açılan kapısını aralar. Hüzünlü duyguların tetiklemesiyle sözcükler, sesler, renkler ve buna benzer malzemeler sanat eserine dönüşürler.
Eser veren kişi hangi malzemeyle hangi sanat, zanaat ve edebiyat dalında çalışırsa çalışsın, bilgi ve beceri düzeyi ne olursa olsun kendi ruhunu resmeder.
Öyle efsunlu bir dünya ki yazmak, çizmek, ruhunuzu resmetmek; kaynağının nereden geldiği belli olmayan bir pınardır o.
Yazarken, çizerken, düşünürken neyi nereye, nasıl koyacağınızın tekniğini deneme yanılma yoluyla, ehil kişileri takip yoluyla öğrenirken bir deryanın içine girdiğinizi fark edersiniz. Kelimelerden oluşan söz öbekleri, fırçanızdaki renkler, notalar, yoğurulan hamur sizi kaf dağının tepesine götürür adeta. Orada çözülür her tür sorun, orada hafifler her ağır yük.
Bu efsunlu deryanın içine düştükten sonra, yüreğinize dokunan her şeyi resmetmek istersiniz, konusu hayatınızda olsa da olmasa da. Yani yüreğinizi titreten her şeyi yazmak, çizmek, anlatmak…
Romanlar, hikâyeler, şiirler kurgulanarak, hayal dünyasının yardımıyla oluşsa da sizden parçalar taşır mutlaka. Bakış açınızdan, yaşam tarzınızdan, düşünce ufkunuzdan beslenir her eser.
Sanatçı duyarlılığı, kendi özel meseleleriniz kadar dışınızdaki sorunları da kendi sorununuz olarak gösterir. Toplumsal yanlışlar, kaoslar, çirkinlikler sizin de meselenizdir. Uykunuzu kaçırtır ve onları hafifletmenin en güzel yoludur sanat veya edebiyata aktarmak.
Okuduğunuz bir yazı kahramanının, bir arkadaşınızın, akrabanızın yerine kendinizi koyarak; kendi derdinizmiş gibi onları işlersiniz gergefinizde.
Hislerini resmetmek için yazar,
Yazarken de düşünür insan…
Düşündükçe büyür muhayyele ve ufuk.
Bakar gökyüzünden yeryüzüne o zaman…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.