M.Fatih ERDOĞAN
Pakistan’la Neden Dostuz? Birbirimizi Niçin Severiz? Bilirmisiniz?
Yıl 1915, Yer Çanakkale. 1. Dünya Savaşı tüm acımasızlığıyla devam etmektedir. İtilaf Devletleri donanması Gelibolu Yarımadası önlerine kadar gelir. Hedef; Çanakkale Boğazı’nı geçip İstanbul’u ele geçirmektir. Yakarlar, yıkarlar ama hevesleri kursaklarında kalır. Mehmetçik ölür ama düşmanın boğazdan geçmesine müsaade etmez.
Yıl 1915 yer Pakistan’ın Lahor kenti. Kentin en büyük alanlardan birinde, halkın büyük bir teveccüh gösterdiği muhteşem bir miting düzenlenir. Mitingin amacı Çanakkale'de çarpışan Türklere yardım ve Anadolu’ya gidip savaşacak gönüllü asker toplamaktır. Halkın büyük çoğunluğunun fakir olmasına rağmen, meydanlara serilen yardım sergilerine, kulaklarında ki küpelerini, parmaklarında ki alyansları, evdeki eşyalarını satarak elde ettikleri paraları attıkları görülür. Pakistan’ın Akif’i Muhammed İKBAL çıkar kürsüye ve birkaç gün önce gördüğü rüyayı anlatır mahcubiyet içerisinde. Daha sonra da o gün tarihe mal olacak o meşhur şiirini okur halka hitaben;
“Bana sordu (dedi) Hz. Muhammed (Sav)
Cihan bahçesinden bana bir koku gibi yaklaştın,
Söyle, bana ne gibi bir hediye getirdin?
Dedim: Ya Muhammed (Sav) dünyada yok rahatlık,
Bütün özlemlerimden umudu kestim artık,
Varlık bahçesinde binlerce gül, lale var,
Ama ne renk ne koku… Hepside vefasızdır.
Yalnız bir şey getirdim kutlanmış tekbirlerle,
Bir şişe kan ki eşi yoktur cennette bile,
Bu Senin ümmetinin namusudur, vicdanıdır,
Bu, Trablusgarp ( Çanakkale ) Şehidi, Mehmetçiğin Kanıdır.”
Şiir okunur. Muhammed İkbal ile birlikte meydanda ki herkes hüngür hüngür ağlamaktadır. Pakistanlı kardeşler maddi yardımların yanında bir de içten dualar yollarlar Çanakkale'de ki kardeşlerine. İçlerinden bazıları son kuruşlarını da verdikleri yetmezmiş gibi cephede savaşmak üzere gönüllü yazılırlar. Bütün bunların hepsi bir yana sessizce gerçekleşen bir fedakarlık örneği daha yaşanır o gün. Yürekleri parçalayan, işte inanç bu, kardeşlik bu dedirten olay şöyledir;
Lahor’daki bu muhteşem mitinge kucağında ki yeni doğmuş bebeği ile iştirak eden bir anne, yeni dul kalmış ve Anadolu’daki kardeşlerine verecek bir şeyi de olmadığından eziklik içerisinde kıvranmaktadır. Fakat birden hızlı ve emin adımlarla uzaklaşarak yürümeye başlar. Bir müddet sonra zengin bir efendinin konağının önünde durur. Kapıyı çalar ve efendi ile görüşmek istediğini söyler hizmetkârlara. Dilenci olduğunu düşünerek içeri almak istemezler kadını. Fakat ısrar eder kadın. Yalvarmalarına dayanamayan hizmetkârlar, zengin efendinin karşısına çıkarırlar kadını. Efendi sorar, ne istiyorsun? Bebeğimi sana satmak istiyorum der kadın. ( O devirde hizmetçi olabilecek küçük yaşta çocuklar satılmaktadır. Fakat bu yeni doğmuş bir bebektir. Hangi anne, canından çok sevdiği yavrusunu ve hangi sebeple satmak isteyecektir.) Zengin efendi tekrar sorar, ama cevap alamaz kadından. Merak eden efendi çocuğu alır. Parayı verir kadına ve takip etmelerini emreder hizmetkârlarına. Lahor'da ki miting meydanına kadar takip ederler kadını. Çocuğunu satarak elde ettiği parayı kuruşuna kadar meydanda ki sergiye bırakır kadın. Hizmetkârlar efendiye anlatırlar olayı. Şaşkınlık içerisinde kalan efendi, bulup getirin o kadını der. Bulur, huzuruna getirirler kadını.
Efendi sorar; “Sen söylemedin ama ben seni takip ettirdim ve paranı Çanakkale'ye gönderilmek üzere bağışladığını öğrendim. Bunu niçin yaptığını bana anlatır mısın?” Kadın cevap verir. “ Osmanlı zayıf düştüğünden beridir, yanı başımıza kadar gelen İngilizlerin yaptığı zulümler ortada. Bu gün Muhammed İkbal dedi ki; Eğer Osmanlının son kalesi olan Çanakkale'de geçilirse, Hilafet kalmaz ve iyi bilin ki sıra sizdedir. Eğer İngiliz buraya da gelir, namusumuza el uzatır, bayrak iner, vatan toprağı düşmanın pis çizmeleri altında çiğnenirse, çocuğum olsa ne olur, olmasa ne olur. İşte bu yüzden hiç tereddüt etmeden sattım yavrumu. İngilizlere köle olacağına size hizmetkâr olsun.” Efendi tekrar sorar, “şimdi sen diyorsun ki; Çanakkale’ye gönderilecek bir silah için koklamaya doyamadığın yavrunu sattın öylemi?” Öyle efendim der kadın. Bu mübarek anayı dinleyen zengin, hizmetkârlarına derhal çocuğu kadına geri vermelerini emreder. Ardından yüklü bir miktar parayı tekrar miting meydanına gönderir.
Pakistanlı bu işte… Pakistanlı aziz bir dost, kan kardeşi, can kardeşi. Zor günlerimizde hep yanımızdalar, zor günlerinde ise hep yanlarındayız. Çok şükür ki biz büyük bir milletiz. O mübarek ana gibi çocuklarımızı satmamıza gerek yok, bir lokma bir hırka tutarında karınca kararınca bir yardımda bulunsak kardeşlerimizi birazcık olsun rahatlatabiliriz. Bayramda yüzlerinde bir tebessüm oluşturabiliriz.
Göstereceğimiz şefkat ve merhameti Muhammet İkbal mutlaka anlatacaktır Peygamber Efendimize. Hadi Türkiye durma, göster kardeşliğini…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.