Adnan GÜLLÜ
Polis Mehmet Cemil Efendi
Polis, asker kadar disiplinli, hukukçu kadar hukuk adamı, bir anne kadar şefkatli olmalıdır.(1934) (Kemal ATATÜRK)
ŞEYTAN ADASINDA Kİ “TÜRK KELEBEK”
İstanbul’un işgal günlerinde Fransızlar tarafından tutuklanarak siyasi sürgünlerin bulunduğu Fransız Guyanası’na gönderilen polis memuru Mehmet Cemil Efendi’nin pek az bilinen filmlere konu olabilecek yaşam öyküsünü siz meraklı okuyuculara sunmak istedim. Yazıya başlamadan önce Fransız yazar Henri Charriere tarafından 1968 yılında yayınlanan Papillon (Kelebek) adlı roman dünyada çok ses getirmişti. Romanın kısaca konusu şu: Hiç işlemediği bir suçtan müebbet kürek mahkumu olan Henri Charriereisimli Kelebek lakaplı Fransız vatandaşının mahkumluğu sırasında yaşadığı olayları anlattığı kitaptır.Henri Charriere bu kitapta kürek cehenneminde yaşadıklarını, kaçma girişimlerini ve aklınıza bile gelemeyecek değişiklikteki olayları kaleme almıştır. Gerçek bir yazar olmayan Henri Charriere'in bu kadar akıcı ve samimi bir üslupla yazması da gerçekten takdire değerdir, kitap tüm dünyada ve Fransa'da uzun süreler en çok satan kitaplardan biri olmuş ve yazarına büyük başarılar getirmiştir. Kitap çok beğenildiği için daha sonra Başrollerinde Steve Mcqueen ve Dustın hoffman rol aldığı Kelebek (Papıllon) adıyla filmi de çekilmiştir. Hiç işlemediği bir suçtan ötürü müebbet hapse çarptırılan bir kürek mahkûmunun özgürlük uğruna verdiği çabaların hikâyesidir.
İşte bizim unuttuğumuz kahramanlardan biri olan Polis Mehmet Cemil Efendi’nin Fransız Guyana’sın da ki yani bizim kelebeğimizin hikâyesini gelin birlikte okuyalım…
İstanbul’un işgal günleri…31 Ağustos 1919 ( Hicri 1335) tarihini gösteriyordu. Kentte sıcak boğucu bir hava vardı. Saat, akşamın beşi olmuştu. Bütün gün vazife başında bunalan memurlar, iş yerlerinden çıkıp bir an önce evlerine gitmeye can atıyorlardı. Çünkü işgal günlerinde sokağa çıkmak veya mesire yerlerine gitmek tehlikeliydi. Her adımda İngiliz, Fransız, İtalyan, Yunan, Yeni Zelandalılardan oluşan işgal ordusu, şımarık ve taşkın askerlerden oluşuyordu. Çoğu sarhoş ve kafası dumanlı işgal güçlerinin askerleri kol kol gezerek hür türlü taşkınlıklar yapıyorlar, önüne gelene hakaret ediyorlardı. Polis Mehmet Cemil Efendi o tarihte Şahin Paşa Oteli’nde bulunan, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün 3. Şubesi’nde vazifeli idi. 19 yaşında ve henüz dört buçuk aylık polisti. O gün her zaman ki gibi Gülhane Parkı’na gitmişti. Bütün gün gezdikten sonra, o gece Emniyet Genel Müdürlüğü’nde gece nöbetçisiydi. Nöbetine gitmek için tramvaya binmişti. Bir süre sonra tramvaydan baktığında halkın sağ sola kaçıştıklarını gördü. Hem merak hem de vazife duygusu ile tramvaydan inerek kalabalığın olduğu yere doğru koştu. Gördüğü manzara karşısında şaşırmıştı. Beş altı Senegal asıllı Fransız askeri, zil zurna sarhoş bellerinde ki kasaturaları çekmişler, sağ sola saldırıyorlardı. Bu sırada Sirkeci yönünden gelen arabayı devirmişler ve içerisinde ki iki Türk hanımı zorla indirerek sürüklemek istemişlerdi. Genç polis olay yerine vardığında kadınların çarşaflarını, elbiselerini yırtmış onlara sokak ortasında saldırmaya çalışıyorlardı. Bu sırada onlara engel olmak isteyen arabacı ile sinema bitişiğinde ki dükkânda şerbetçilik yapan bir Arnavut’u ve bir Türk askerini süngüleyerek yaralamışlardı. Daha sonra halkın tepkisi üzerine parka doğru kaçmaya başladılar.
Mehmet Cemil Ayasofya önünde ki gösteride 2 Senegalli askeri öldürdü! Onu kendi amiri ele verdi.
Mehmet Cemil Efendi, önce biraz tereddüt yaşamış, saldırgan Fransız askerleri üzerlerine gitmeye cesaret edememişti. Çünkü polis olarak yalnızdı ve sadece bir tabancası vardı. Yinede peşlerine düşmüştü. Ancak olay yerine gelen Fransız devriyesi de suçluların peşine düşeceğine mevzilenerek toplanmış halkın üzerine nişan almışlardı. Buna rağmen polis Mehmet Cemil Efendi, Senegal asıllı o sarhoş Fransız askerlerinin peşini bırakmadı. Gülhane parkının önünde dur ihtarına uymadıkları gerekçesiyle Fransızlara ateş açtı iki asker yere düştü, bu sırada mevzide ki diğer Fransızlar iki –üç dakika süren kurşun yağmuruna başladılar. Daha sonra Cemil Efendi vurduğu iki Fransız askerini kontrol etti, öldüklerini anlayınca, olay yerinden hızla uzaklaşarak Emniyet Genel Müdürlüğü’nde ki vazifesi başına geldi. Olayı nefsi müdafaa(kendini savunma) olarak yorumladığı için herhangi bir yere kaçmadı. Olanları Polis Müdürü Nurettin Bey’e açık ve soğukkanlı bir şekilde anlattı. Ancak müdür hızla yerinden kalkarak telefonla hemen işgalci Fransızları aradı. Daha sonra Polis Mehmet Cemil Efendi’yi kendisi götürerek Fransızlara teslim etti. Fransızlar onu hemen Kumkapı’da ki Fransız Hapishanesi’ne koydu. 27 Şubat 1920’de gerçekleşen üçüncü duruşmasında Mehmet Cemil Efendi, “kendini savunmak için silah kullandığı “ kabul edildiği halde 10 yıl kürek cezasına çarptırıldı ve cezasını çekmek üzere Fransa’ya gönderildi.
POLİS MEHMET CEMİL EFENDİ FRANSIZ ZİNDANLARINDA
Fransız yük gemisi 9 Nisan 1920’de Fransa’nın Marsilya Limanı’na ulaştı. Marsilya’dan onu doğruca “Saint Pierre” zindanına sevk ettiler. Burası Kumkapı’da ki o meşhur ahırdan çok farklı idi. Bir kere İstanbul’da ki yakın akrabaları ile her hafta düzenli olarak mektuplaşma imkanı vardı. Hapishanenin kuralları gereği mahkumlar resmi dairelere, ana, baba, kardeş gibi akrabalarına her Pazar mektup yazabiliyorlardı. Saint Pierre’de yerli olmayan tutukluların uzun süre tutmak adet olmadığından üç mahkumla birlikte Marsilya’nın kuzeyinde, Paris yakınlarında ki Provasisi şehrinde bulunan Merkez Hapishanesi’ne gönderildi. Artık Polis Mehmet Cemil Efendi’de yavaş yavaş tutukluluk haline alışıyordu. Sevr Antlaşması’nın içeriğini bilmediğinden bunu bir barış antlaşması sanmış kendince salıvermesi ile ilgili umut bağlamıştı. Hatta bununla ilgili 9 ay kaldığı Provasisi Hapishanesi’nden babasına sık sık mektuplar yazmak ta idi. Bu konuda üç kez Fransız makamlarına dilekçe yazmıştı. Bu arada Paris büyükelçiliğimizde birçok şikayetlerde bulunmuştu. Hatta o vakit Paris Büyükelçiliği Başkatibi bulunan Naim Bey’den ümit verici bir cevabi mektup bile almıştı. Ama sonuç çıkmadı. Fransa Hükümeti, Mart 1921’de tüm kürek mahkumları gibi onu da cezasını çekmek üzere Fransız Guyanası’na gönderme kararı aldı. Bu karar Polis Mehmet Cemil Efendi’yi büsbütün bitirdi. O artık kendisi için kurtulma ümidinin kalmadığını düşünüyordu. Çünkü Guyana’ya gidenlerin sağ salim dönmediklerini gardiyanlar anlatmaktaydılar. Kendisinin artık mezara gittiğini düşünerek son bir mektupla anne ve babası ile helalleşti ve Guyana yolculuğuna başladı.
“kuru Giyotin” de denen Fransız Guyanası’nda şartlar o kadar zordu ki hayatta kalabilmek için mahkûmların hem beden hem de akıl sağlığının çok güçlü olması gerekiyordu
Beklenen gün gelip çatmıştı. 467 mahkum büyük bir gemiye ayakları bağlı olarak bindirildiler. 12 gün süren yolculuk sonunda Fransız Guyanası’na varıldı. Bu mahkumların içinde İstanbul’un Fatih Semtinin bıçkın delikanlısı olan Tahir oğlu Polis Mehmet Cemil Efendi de vardı. O yolculuk kelimenin tam anlamıyla bir felaketti. Gemide isyan çıkarmalarından korktuklarından 12 gün boyunca hayvan muamelesi görmüşlerdi. Bu mahkumlarının içinde her türlü milletten adamlar vardı.
Artık Mehmet Cemil yok 45090 var
CUMHURİYET GAZETESİ, 2 NİSAN 1929 HABERİ
Guyana’da Cemil Efendi’nin kalacağı hapishane bir katlı küçük hücrelerden oluşan büyük bir bina idi. Etrafında iki sıra kalın yüksek duvar vardı. Art arda iki demir kapıdan geçtikten sonra, asıl hapishaneye giriliyordu. Her mahkuma verilen numarası ile hitap ediliyordu. Polis Mehmet Cemil Efendi’nin yazdığı günlüğe bakılırsa Guyana bir siyasi hapishane idi. “Saint Loran” veya “Şeytan Adası” adı ile anılan bu hapishanenin bir cehennemden farkı yoktu. Çünkü burası dünya medeniyetinden uzak, yalnız ve etrafları ormanlarla kaplı içi vahşi hayvanlarla dolu, ilkel insanların yaşadığı bir coğrafya idi. Burada mahkumlar birer amele gibi çalıştırılır, insanlık dışı yerlerde yaşarlardı. Çok mahkûm bu zulme dayanamaz, kaçmaya çalışır, kaçarsa da vahşi ormanlarda yok olurlardı, Ya da gardiyanlar tarafından öldürülüyorlardı.
POLİS MEHMET CEMİL EFENDİ KURTULUYOR
Guyana’da vatan hasreti çeken Türk Kelebeği Polis Mehmet Cemil Efendi ile ilgili 1922 yılı sonlarında Fransız hükümeti nezdinde girişimlerde bulunan TBMM hükümetinin İstanbul temsilcisi Adnan (Adıvar) Bey, gündeme taşıdı. Daha sonra Türk basını olayı gündemde tuttu ve 12 Şubat 1926’da Bolu Mebusu Nuhzâde Mehmet Vasfî Bey, TBMM’de İçişleri Bakanlığı’na sorduğu soru önergesiyle Polis Mehmet Cemil Efendi’nin son durumu hakkında bilgi istedi. İki kez Guyana’da iki kez firar edip yakalanan Polis Mehmet Cemil Efendi’yi Fransızların serbest bırakması pek kolay olmadı. Başta Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal (Atatürk),Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras ve Paris Büyükelçimizin girişimleriyle Fransa hükümeti Polis Mehmet Cemil Efendi’yi, firar cezalarını hesap dışı bırakarak 1929’da Patris Vapuru ile İstanbul’a geldi. Karaköy İskelesi’nde tamamı yakını emniyet mensubu 50 kişilik gurup tarafından alkış ve çiçeklerle karşılandı. Kendisine Beyoğlu Polis Dairesi mensuplarınca bir buket çiçek ve İstanbul Polis Müdürlüğü 5. Şube mensupları adına altından bir dolmakalem ile bir buket çiçek hediye edildi. Dönemin gazetelerinden Milliyet, Akşam ve Cumhuriyet olayı bir gün sonra okurlarına ilk sayfadan duyurdu.
MEHMET CEMİL EFENDİ KİMDİR?
Mehmet Cemil, 1900’de Manastır’da doğdu. Babası Lofçalı Komiser Tahir Efendi, annesi Batumlu Lütfi’ye Hanım’dı. İlkokulu Manastır ve İstanbul’da okuyan Mehmet Cemil, daha sonra Fatih Rüştiye’sini bitirdi. Geçim sıkıntısı çeken ailesi, bir an evvel meslek sahibi olması için onu İmalat-ı Harbiye(Askeri Sanayi) Mektebi’ne verdi. Ancak iki yıl üst üste sınıfta kaldığı için kaydı silindi. Ardından babasının girişimleriyle İstanbul İtfaiyesi’nde itfaiye eri olarak göreve başladı. Savaş nedeniyle İstanbul’da ki çoğu polis orduya katılarak ya şehit olmuş ya da gazi olarak görevini bırakmak zorunda kalmıştı. Bu nedenle yeni gençler geçici polis kadrosuyla işe alınmaktaydılar. Mehmet Cemil’de komiser olan babasının hatırına 12 Nisan 1919’da 500 kuruş maaşla Emniyet Genel Müdürlüğü’nde 3. Şube’de geçici kadroyla polisliğe başladı. 24 Ekim 1919’da asli kadroya geçti. 30 Ekim 1919’da imzalanan Mondros Mütarekesi nedeniyle İstanbul’un kontrolü tamamen Uzlaşma Devletleri’ne geçmiş. Birçok vatansever İstanbul’u terk ederek Anadolu’ya kaçmaya başlamıştı. İstanbul’da bulunan Türk polisleri ise Damat Ferit Paşa Hükümeti tarafından Uzlaşma Devletleri’nin emrine verilmişti. 1919’da Fransızlar tarafından tutuklandıktan sonra önce Fransa’ya daha sonrada Fransız Guyanası’na gönderildi. Uzun esaret yıllarından sonra Türkiye’ye 1929’da dönebildi.
Mehmet Cemil Efendi, Türkiye’ye geldikten sonra ilkönce İstanbul’da Pangaltı Polis Karakolu’nda göreve başladı. Daha sonra kısa süre Cumhuriyet Vapuru’nda istihbarat elemanı olarak görev yaptı. Bir Fransız kadının iftirasıyla burada ki görevinden alınarak yabancı dili iyi olduğu için Cebelibereket (Osmaniye) ve İslahiye Gümrük Müdürlükleri bünyesinde pasaport memuru olarak çalıştı. Bu arada Beykoz’da oturan, Samsun asıllı Fatma Meliha Hanım’la evlenmiş, soyadı kanunun çıkmasıyla Eryürek soyadını almıştı. İslahiye’de ki gümrük kapanınca 15 Şubat 1937’de Adana’ya bağlı Dörtyol ilçesinin Erzin Nahiyesine müdür oldu. Birisi İslahiye’de diğeride Erzin’de olmak üzere iki çocuğu oldu. 9 Nisan 1940’ta Mehmet Gür adlı vatandaşın evini basmaktan yargılanmasına karar verilince Guyana da çektiklerini hatırlayarak depresyona girdi. Böyle bir halüsinasyon anında eşini boğmaya çalıştığı için İstanbul’a sevk edilerek Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne yatırıldı. Burada iki yıl tedavi gördü. Bu arada eşi Fatma Meliha Hanım da yaşadığı boğulma korkusuyla 3 Temmuz 1940’ta boşandı. Ankara Kızılcahamam’ın Güvem nahiyesinde görevliyken 22 Ağustos 1944’te 44yaşında öldü.
Faydalanılan Kaynaklar
Atlas Tarih Dergisi
Hürriyet Tarih Dergisi
İstiklal Gazetesi Araştırmacı yazar “Hamdi Çörekçi”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.