M.Fatih ERDOĞAN
YGS İÇİN SON VİRAJ
Üniversite birinci basamak sınavı YGS için geri sayım başladı. Sınav 1 Nisan’da yapılacak. Bu günlerde adayların heyecanı doruğa çıktı. Benimde iki çocuğum sınava girecek. Onlar da karmaşık duygular içerisinde. Hem baba hem de bir eğitimci olarak deneyimlerimi ve gözlemlerimi okuyucularımla paylaşmak istedim.
Evet, heyecan doruğa çıktı. Sınava hazırlanan yavrularımızın ciddi anlamda rehberliğe ihtiyacı var. Bugünlerde okullardaki rehber öğretmenlere ve illerdeki rehberlik araştırma merkezlerine (RAM) çok büyük görevler düşüyor. Özellikle okullardaki öğretmenlere çok ihtiyaçları var. Oysa daha şimdiden liselerde öğrenci kalmağını biliyoruz. Liseler boşaldı; öğrenciler tümüyle dershanelere yöneldi.
Böyle olmasına rağmen maalesef sabah erken kalkan ve Türk Eğitim Sistemini tam olarak da bilmeyen bazı kişiler dershanelere sövüyor. Hâlbuki rahatlıkla ‘eğitim sistemin tüm yükünü dershaneler çekiyor’ denilebilir. Dershaneler, yağmur çamur demeden, hafta içi hafta sonu demeden hatta gece gündüz demeden nerdeyse 24 saat 365 gün çalışıyorlar. Anlamadığım Sayın Milli Eğitim Bakanları bile her fırsatta dershanelerin kapatılması gerektiğini söylüyorlar. Bu durumu her zaman şaşkınlıkla karşılamışımdır. Oysa dershaneler Milli Eğitim Bakanlığının haysiyetini kurtarıyor. Okulların içi boşaldı, dershaneler de ise yer yok. Hangisi gerekli öğrenci çok iyi biliyor.
Çocuklarımız ise oldukça gergin. Peki, bu kadar heyecan doğal mı? Şu günlerde herkesin (adayların, anne ve babaların) cevabını en çok merak ettikleri soru bu olsa gerek. Bizce sınav öncesi heyecan aşırıya kaçmamak koşuluyla her zaman için gerekli. Normal düzeydeki heyecan, öğrenciyi ders çalışmaya motive eder, bu da başarıyı artırır. Asıl kaygı duyulması gereken vurdumduymazlık veya hiç heyecanın olmamasıdır.
Bu noktada öğretmenlere ve ailelere önemli görevler düşüyor. Gençlerle olan iletişimlerinde panik yapmamaları gerekiyor. Okulda ve dershanede öğretmenler, evde anne ve babalar, sokakta eş – dost tarafından sürekli sınavların konuşulması öğrencileri çileden çıkartıyor. Hele de beklenti çıtasının yüksek olması adaylar üzerinde baskı ve heyecan yaratıyor.
Bu yüzden önümüzde kalan son iki haftayı mümkün olduğunca sınav sohbetlerinden uzak bir şekilde geçirmeliyiz. Bu süreçte yapılacak son değerlendirmeler sınavın akışını değiştirebilir. Klasik bir ifade ama son günleri sil baştan ders çalışma ya da konu eksiklerini tamamlama yerine bol bol soru çözerek geçirmek gerek. Aynı zamanda girilen her denemede sınav anının birebir provasının yapılması gerekiyor. Sınavı bir ölüm - kalım meselesi gibi görmeden, aşırı panik yapan arkadaşlarımızın etkisinde kalmadan hazırlanmalıyız. Psikolojimizi olumsuz etkileyen kişilerden uzak durmalıyız. Pozitif enerji aldığımız kişilerle daha çok vakit geçirmeliyiz. Çok az bir gayretle başarabileceğinizi göreceksiniz.
KÜÇÜK ŞEY YOKTUR
18 Mart 2012 Pazar günü Çanakkale Zaferinin 97. Yıldönümüydü. Çanakkale Zaferini ve Şehitleri Anma Törenine katılmak üzere saat 9.30’da Necip Fazıl Kısakürek Kültür Merkezine gittim. Salonun yarısı boş yarısı doluydu. Ön tarafa doğru ilerlerken görevli okulun iki kız öğrencisi; ‘Siz şehit ailesi misiniz amca?’ diyerek yolumu kesti. ‘Değilim kızım’ dedim. Öğrencilerden birisi sert bir sesle; ‘Ön taraflar protokol üyeleri ile şehit ve gazi aileleri için ayrıldı amca sen arkalarda bir yer bul kendine) diye bir uyarıda bulundu.
Uyarı çok hoşuma gitmese de yapacak bir şey olmadığından geriye dönüp arka sıralarda boş bulduğum bir koltuğa oturdum. Salonu incelemeye başladım. Başta söylediğim gibi hala salonun yarısı boş yarısı doluydu. Her gelen koltuk başlarına oturuyor, ortalardaki koltuklara boş olmasına rağmen ulaşılamıyordu. İçin için hem davetlilere hem de programı tertipleyenlere kızmaya başladım. Davetliler uygun yerlere oturmasını ev sahipleri ise misafirleri uygun yerlere yerleştirmesini bilmiyorlardı. Bu aymazlığın neticesinde yanlışlıkla protokol sırasına oturan ve kaldırılmak istenen bir şehit babasının bağırarak salonu terk etmesini ve salonda onlarca boş koltuk olmasına rağmen yüzlerce davetlinin ayakta kalmasını üzüntüyle izlerken program başladı. Koltuğumu ayakta kalan ve oturabilmek için yalvaran gözlerle etrafına bakınan bir yaşlı hanımefendiye vererek salondan dışarı çıktım.
Özel sektöre ait üçüncü sınıf bir sinemada bile bir yer gösterenin bulunduğu ve hiç kimsenin ayakta almadığı halde bir devlet töreninde yaşanalar ne kadar saçma sapan bir şeydi. En samimi duygularımla Fatihamı okudum ve töreni terk etti.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.