Prof. Dr. Recep Dikici
Makam Hırsı
Geçenlerde Ankara-Bağlum'da Seyyid Abdülhakîm Arvâsî ve oğlu Seyyid Ahmed Mekkî Efendi'yi ziyaret ettim.
Bu arada hemşehrim meşhûr şâir Abdürrrahim Karakoç'un da orada medfûn olduğunu hatırlatmakta yarar vardır.
Yıllar önce İstanbul-Bayezıt'ta Seyyid Ahmed Mekkî Efendi'nin oğlu Medenî Beyle de tanıştığım ve çayını içtiğim için kendimi bahtiyâr addediyorum. Bir Allah dostu şöyle bir hatırasını anlatıyor: "Napoli’deydim, Mekkî Efendiden mektup geldi Napoli’ye. Mektubunda, “Meşhur bir hoca, yerime gelmek için iftirâ atarak üst makamlara şikâyette bulunuyormuş. Başımın ağrısından çatlayacak gibiyim. Bu benim ölümüme sebep olacak” diyor. Aynen böyle. Bu adam, ne talihsiz bir kimse ki, aleyhinde dilekçeler yazarak, iftiralar atarak diyanete şikâyet ederek, bir seyyidi bu kadar üzüyor. Kadıköy Müftüsü olmak için yapmış bu numaraları. Mekkî Efendi de hakikaten beyninin damarları çatladı vefat etti, şehîd oldu. Bir hafta sonra gazete geldi ki, Mekkî Efendi rahmetlik vefat etmiş. O seyyidin ölümüne sebep oldu. Bu adam şimdi tefsîr yazıyor, din kitabı yazıyor. Ne yazarsa yazsın bitti. Çok zor."
Âlim, ârif, veliy-yi kâmil olan Seyyid Abdülhakîm Arvâsî’nin büyük oğlu olup, annesi büyük velî, kerâmetler sâhibi, Seyyid Fehîm-i Arvâsî hazretlerinin büyük oğlu M.Reşid Arvâsî’nin kızı Âişe Hanımdır. 1896 yılında Van’ın Başkale kazâsında doğdu.
Küçük yaştan îtibâren fazîletli babalarından ve amcası Seyyid Tâhâ Efendiden ilim tahsîline başladı. Medrese tahsîlini bitirdikten sonra yine babasından zâhirî ilimlerin inceliklerini alarak icâzetle şereflendi. Yüksek teveccühlerine ve himmetlerine mazhar olarak evliyâlık yolunda kemâl mertebelere ulaştı.
Ahmed Mekkî Efendi, din ilimlerindeki bu üstün derecesine rağmen son derece edeb ve tevâzu sâhibi idi. Bu hâli ile kendisini diğer insanlardan gizlerdi. Görünüşte herhangi bir kimse gibi insanlar arasında bulunur, ancak gerçekte, devamlı cenâb-ı Hak ile olurdu.
Ahmed Mekkî Efendi uzun yıllar Üsküdar ve Kadıköy müftülüklerinde bulunup, sağlam fetvâlar verdi. Bu vazîfeleri sırasında temiz ruhlu yüzlerce genci ilim ve fazîletle süsledi. Cenâb-ı Hak, İstanbul halkını bu feyz ve bereket kaynağından yıllarca faydalandırdı. İlim öğretmek için ekseri zamanlarda talebelerine kendisi giderdi. Şâyet talebesi okumak istemezse, tatlı dili ile onu iknâ edip okuturdu. Bu işleri sırf cenâb-ı Hakk’ın rızâsı için yapar, hiç bir karşılık beklemezdi.
Devamlı abdestli olurdu. Dünyâ malına, mülküne değer vermezdi. Bâzı sevdiklerine sık sık şu sözü tekrar ederdi:
“Mâla mülke olma mağrûr, deme var mı ben gibi?
Bir muhâlif yel eser, savrulur harman gibi.”
Ahmed Mekkî Efendinin çok sevdiği bir kereste tüccârı vardı. Bir gün maddî bakımdan sıkışınca fâize girdi. Mekkî Efendi ona fâizden hayır gelmeyeceğini söylediyse de devâm etti. Zenginleştikçe fâize bulaşması da artıyordu. Bir müddet sonra Ahmed Mekkî Efendi o tüccârı tanıyan birini görerek; “Eğer fâizi bırakmazsa dükkanı yanacak.” diye haber gönderdi. Fakat haberci başka yerlere uğradığından iki gün gecikti. Oraya vardığında o kişinin kereste dükkanının yandığı haberini aldı. “Ben geç kalmasaydım, belki bu olmazdı.” diyerek çok üzüldü. Ahmed Mekkî Efendi, 1967 yılında vefât etti. Allahü teâlâ bizi kendisinin sevgisiyle, sevenlerin sevgisiyle ve kendisine yaklaştıracak amellerin sevgisiyle rızıklandırsın.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.