Adnan GÜLLÜ
Beyim Yoluna Kurban
Yıl 27 Haziran 1975
Durdu GÜLLÜ Elbistan
Belediye Başkan V.
Arşivlerde kalan oldukça ilginizi çekeceğini tahmin ettiğim yaşanmış bir anı Elbistanlı Yazar Mehmet Taş’ın kaleminden Elbistan’da bir kara mizah hikayesini sunuyorum
Elbistan belediyesi 1980 öncesi dar bütçenin içinde idi. Belediye Başkanı Ziya Nakipoğlu belediye işçilerinin maaşını ödeyemiyordu, çünkü bütçe kifayetsizdi. Bunun Avrupa’da çalışan Elbistanlı işçilerden yardım parası toplamak üzere Avrupa’yı şehir şehir geziyordu ve yerine Durdu Güllü bakıyordu. O yıllarda Belediye Başkanı ve meclis seçilir. Meclisin içinden de belediye başkan vekili seçilirdi. Yani belediyeleri bir başkan ve başkan vekili olarak yönetirlerdi. Bu kanun 1982 Anayasa’sı ile ortadan kaldırıldı. Şimdiki yasa geldi.
Gelelim konumuza Başkan Durdu Güllü sabahın ilk ışıkları şehrin üstüne düşmeden evden çıktı. Sabaha kadar ne düşüncelerine yön verebilmişti ne de uykusuna. Bunaltan sıcakta uyumamış olması normaldi ama bir türlü toparlayamadığı dağınık düşleri kırk yamalı bohçaya dönmüştü. Yamalar bir bir sökülüyor, tam tutturmak üzereyken yeniden dağılıyordu. Sabahın serin havasını içine çekmek hem de açık fırın varsa sıcak ekmek almak istedi.
Nehrin kıyısından köprübaşına doğru yürümeye başladı. Suyun berraklığında bir an tatlı bir huzur buldu. Şehrin içinden doğan, şehri ikiye bölerek içinden geçen böyle güzel bir nehir var mıydı? Köprübaşına geldiğinde biraz durdu. Köprünün demir parmaklıklarına yaslanarak tekrar suya baktı. Uzun zaman olmuştu böyle aylak, böyle çocuksu dolaşmayalı. Gülümsedi. Özlemişti çocukluğunu. Keşke hep çocuk kalsaydı.
Uzun çarşıya doğru yürümeye başladı. Selçuklu hamamı açıktı. Kapının önünde hırlaşan köpeklere, tellak İlyas bayat ekmek doğruyordu. Selamlaştılar. Konuşmadılar. Az ileride Kaptan’ın fırını önünde bekleşen çocukları gördü. Yaz tatillerini simit satarak geçiren çocuklar, sıraya dizilmişler simit bekliyorlardı. Duvarın dibinde yarım kalan uykusunu tamamlamaya çalışan çocuklar, esnemekten suratları gerilmiş çocuklar, üç kuruşu eve götürmek için daha küçük olmadan büyümüş çocuklar, fakirlikten boyunları armut çöpü olmuş memleketimin çocukları. Bizim çocuklarımız, bizim çocukluklarımız. Selamlaştı. Hal hatır sordu. Sıcak ekmeğin kokusunu içine çekti. Tırnaklı ekmek alıp çıktı.
Geceden beri aklına takılan, yüreğini burkan, anlam veremediği bir telaş vardı. Bugün farklı olacaktı. Bugün çok önemli bir şey olacaktı. Ama ne? Eve döndüğünde herkes kalkmıştı. Çay demlenmiş, kahvaltı sofrası hazırlanmıştı. Sofrada, yanında oturan hanımına çocukların duyamayacağı bir sesle” Bugün içimde bir sıkıntı var. Bir şey olacak ama Allah hayırlara erdirsin” dedi. Saat dokuza doğru evden tekrar çıktı. İşe, işine gitmesi gerekti. Bu ilçenin şu an Belediye Başkanlık görevine bakıyordu. Geç kalması yakışık almazdı.
Ceyhan’ın kıyısından yürürken havanın ne kadar ısındığını düşündü. Çocuklar nehirde yüzmeye başlamışlardı bile. Salkım söğütlerin gölgesinden sabahki yürüdüğü yolu, köprübaşına kadar tekrar yürüdü. Çocukluğu, gençliği bu nehrin kıyısında geçmişti Durdu Başkanın. Dokuz kazıkta, leylek kavağında hatta tabak kaldıranda yüzmüş, sürü sürü geçen balıklara olta sallamıştı. Salkım söğütlerin serin suları okşayışını seyrederken hep huzur bulmuştu. İki tarafta sıralanmış çay bahçelerinde oturan yaşlıları gördü. Uzaktan selamlaştılar. Çay ikram etmek için ısrar edenleri kibarca geri çevirdi. Belediyede içerim demişti. Aslında belediyede ne tüp vardı çay suyu kaynatacak, ne de demlenecek bir atımlık çay. Memleketin içine düştüğü dar boğaz Elbistan belediyesini de fazlasıyla etkilemişti. İşçilerin maaşları bile ödenemezken çay, kahve içmek lükse kaçmak demekti. Belediye başkanı yurt dışına gitmişti. Uçak biletini bile kendi cebinden almış, memleketin gurbetçilerinden belediyeye destek sağlamak için görüşmeler yapmaya gitmişti. Bir umuttu işte.
Belediyenin bahçesine girdiğinde içi burkuldu. İnsan kendi çaresizliğine katlanabilirdi. Bir şehrin çaresizliği katlanılacak dert değildi. Memleketin kalkınması için bir şeyler yapmak istiyorlardı. İller bankasına ne kadar yazı yazmışlarsa hepsinde aynı cevabı almışlardı. Ödenek yok, kendi imkânlarınızla yapın. İmkânsızlığın imkâna dönüştürülmesi isteniliyordu. Ama nasıl? Daha merdivenin ilk basamağına adımını atmamıştı ki bekçi Hacı bir telaşla geldi. Nefes nefeseydi. Belli ki beklenilen kötü haber bekçideydi. “ Başkanım, telefon geldi, vali bey gelmiş, kaymakamlıkta sizi bekliyorlar.” İnsan böyle durumlarda ne diyeceğini, ne düşüneceğini bilemez. Valinin bir ilçeyi ziyaret etmesi kadar doğal bir şey olamazdı. Ama böyle apar topar ziyaret hayra alamet olamazdı. Yokluklar içinde kıvranan Elbistan belediyesi normal görevlerini bile yapamıyordu, öyleyse bir soruşturma da olamazdı.
Kaymakamlık binasının merdivenlerini çıkarken içinde patlayan fırtınaları, kasırgaları belli etmemeye çalıştı. Kaymakamlık bekçisi saygıyla kapıya doru yürürken “hoş geldin başkanım buyurun sizi bekliyorlar” diyerek kapıyı açtı. Kaymakamın makamında Kahramanmaraş Valisi Yiğit Kızılçam oturuyordu. Masanın hemen önünde Elbistan kaymakamı Kadir uysal ve ilçe idare kurulunun diğer üyeleri vardı. Selamlaşıp hal hatır sorduktan sonra Vali konuyu açtı.
“On gün sonra Afşin- Elbistan termik santralinin temelini atmak için hükümet ortakları ilçemize gelecekler. Biliyorsunuz ki hükümet dört partiden oluşuyor. Elbette bu dört partinin sayın liderleri birlikte gelecekler. Onları en iyi şekilde karşılamak bizlerin görevi. Burada yükün ağırı yerel yönetime düşer. Elbistan belediyesi olarak bunu en iyi şekilde başaracağınıza güvenim tam. Öyle değil mi sayın başkan.” Durdu Başkan “elbette efendim” dedi. Elbette efendim…
Aslında söylenecek söz bu değildi. Nasıl efendim, neyle efendim, bir bardak çayın bile lüks sayıldığı belediyemizde, işçilerin maaşları ödenemezken, mazot yokluğundan araçlar bekleşirken, ortalık tozdan çöpten geçilmezken, memlekete devletin beş kuruş yatırımı yokken bütün bunların arasında devasa bir karşılama töreni için kaynağı nereden bulalım efendim. Demek isterdi. Diyemedi. On gün. Bütün bu hazırlıkların yapılabilmesi, kaynak bulunması, organize edilmesi için sadece on gün. Sırtından akan buz gibi teri belli etmemeye çalışarak belediye binasına döndü. Belediye meclis üyeleri acil toplantıya çağırılıp durum anlatıldı ve çözüm istendi. Milliyetçi cephe koalisyon hükümetinin sayın liderleri karşılanacaktı. Ankara Elbistan’a geliyordu.
(Milliyetçi Cephe koalisyon Hükümeti Adalet Partisi, Milli Selamet Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi, Cumhuriyetçi Güven Partisi) liderleri başta olmak üzere (Süleyman Demirel, Necmettin Erbakan, Alpaslan Türkeş ve Turhan Fevzioğlu ) ve hükümet bakanları da geliyordu Kısacası Elbistan’a ilk defa devlet geliyordu.
Hemen bir karşılama komitesi kuruldu. Beş meclis üyesi karşılamanın bütün detaylarını en ince noktasına kadar hazırlayacaklar ve on güne sığdıracaklardı. Hükümet üyesi partilerin ilçe başkanlarıyla toplantı yapıldı. Karşılama için Kabaağaç Köyü tespit edildi. Orada toplanacak kalabalığı ve o kalabalığı taşıyacak arabaları partiler üstlendiler. Her parti kendi üyelerini toplayacaktı. İşin paralı yönüne kimse yanaşmıyordu. Elbette bu karşılama sırasında davullar çalınacak, liderlerin ayaklarına kurbanlar kesilecekti.
Ankara’ya karşı yüzümüzü ağartacaklardı. Ankara’da onların çaresizliğine bakıp kendi yüzünü ağartacaktı. Bir şekilde karşılıklı alış veriş gibiydi. Ne de olsa pilava dökülen yağ boşa gitmezdi.
On gün çok kısa bir zamandı. On gün aynı zamanda çok uzun bir zamandı. Şayet imkân olsa da yapılacaklar programlansa zaman hiç önemli değildi. Elde imkân olmayınca zaman çok hızlı geçiyordu. Her gün belediye binasında toplantı üstüne toplantı yapılıyor sonuç, sonuç en baştaki gibi koskocaman bir hiçti. Başkana hep aynı soru soruluyordu. Kurban işi nasıl olacaktı. Durdu başkan bilmiyordu. Bu sorunun cevabını dünde, bugün de bilmiyordu.
Durdu Başkan hiç bu kadar çaresiz olmamıştı. Kocaman şehirde belediyenin bu çaresizliğine çözüm bulacak biri olmalıydı.
Bütün bu çaresizlikler arasında zaman su gibi akıp gidiyordu. On gün denilmişti ama sekizi geçmişti. Ortada ele alınır bir hazırlık yoktu. Davullar çalınacak, kalabalık toplanacak ama hükümetin ayağına kurban kesilemeyecekti. Ankara’ya karşı Elbistan’ın yüzü yere gelecekti. Belediye başkan vekili Durdu bunu içine sindiremeyecekti. Siyasetin içinde yaşamış, siyasetin her şeyini bildiğini düşünen Durdu başkan mutlaka bir yolunu bulmalıydı. Gün yaklaşmıştı. Sekiz gün sular seller gibi gelip geçmişti. Kalabalık olacaktı. Hem de bir siyasinin bol bol nutuklar atıp bol keseden vaatlerde bulunacağı bir kalabalık toplanacaktı. Davullar çalınacaktı. Hem de bir siyasinin bol bol atacağı nutukta kalabalığı coşturacak, bol keseden verilen sözleri, edilen vaatleri unutturacak kadar coşkulu çalacak davullar da hazırdı. Hükümetin büyük ortağının ilçe başkanı Sıpkat Eldeleklioğlu “ben binleri yığarım yola. Hele Sayın Demirel bir görünsün, bakın o zaman siz nasıl alkışlanacak. Diğer ortağın temsilcisi.” Allah’ın izniyle bu yola can koymuş mücahitler oldukça bizim sırtımız yere gelmez. Dedi diğer iki ortak biz yapacağımızı yaparız, konuşup yorulmaya gerek yok diye kıs kıs gülüşmüşlerdi. AP başkanı Sıpkat Eldeleklioğlu partililerinden topladığı parayla şehrin altın anahtarını bile hazırlamıştı. Milliyetçi cephe hükümetinin dört ortağı Süleyman Demirel, Necmettin Erbakan, Alpaslan Türkeş ve Turan Feyzioğlu’ydu. Elbistan’a gelecek olan dört büyük liderdi. Elbistan’a gelecek olan Ankara’ydı.
Kaymakam daire amirleriyle birlikte katılacaktı. Siyasi partiler kendi taraftarlarıyla Garnizon komutanı, emniyet amiri ve diğer zevat kaymakamla beraber olacaklardı. Belediye şehrin yüzü demekti. Belediyenin yüzü kararırsa şehrin yüzü kararırdı. Şehrin yüzü kararırsa da kaymakamın daha sonra da valinin yüzü kararacaktı. Liderlerin gelişinden bir gün önce vali tekrar geldi. Hazırlıkları yerinde görecekti. Kim neyi nasıl yapıyor soracak öğrenecekti. Karşılama komitesi kaymakamlık binasında toplantıya çağırıldı. Durdu başkan her şeyden emin girdi toplantıya. Vali Yiğit Kızılçam tek tek baktı herkesin gözüne. Kaymakam Kadir Uysal “ tüm hazırlıklar tamam sayın valim.” Dedi Siyasi parti temsilcileri “bütün köylere haber saldık. Çok büyük bir kalabalık toplanacak.” Dediler. Vali, Durdu Başkana döndü” sizin hazırlıklar da tamam mı başkanım biliyorsunuz ki 27.06.1975 tarihinde devlet Elbistan’da olacak “ dedi Durdu Başkanın yanında duran meclis üyeleri yutkundular. Durdu başkan ne cevap verecek acaba diye birbirlerine bakıştılar. Akşam sabah belediyede toplantı üstüne toplantı yapmışlardı. Hiçbir toplantı belli bir karara bağlanmadan dağılmıştı. Ne diyecekti Durdu Başkan. Paramız yoktu tam hazırlanamadık denmezdi. Efendim her şey tamam ama gelenlerin yoluna kurban bulamadık, hiç denecek laf değildi. Durdu başkan “Evet efendim. Bizim de hazırlıklarımız tamam. Yarın sayın büyüklerimizin geçeceği yol güzergâhında altmış (60)adet kurban hazırladım.” Dedi. Birden odayı bir koyu sessizlik kapladı. Zaman durdu. Kim varsa taş kesildi. Belediye meclisinin en yaşlı üyesi Mustafa sendeledi. Düşmemek için başkanın oturduğu sandalyeye tutundu. Diğer meclis üyesi Necmettin önce yutkundu, sonra hıçkırık tuttu. Başkan şaka yapmış olmalıydı. Altmış kurbanlık hayvan akıllara ziyan bir sayıydı ki mutlaka başkan ya sayıyı şaşırmıştı ya da aklını. Toplantı bitip de dışarı çıktıklarında Durdu Başkan sayının altmış olduğunda ısrarlıydı. Nihayet büyük gün geldi. Şehir sabahın erken saatlerinden itibaren Maraş yoluna, Kabaağaç yol ayrımına akmaya başladı. Taksiler, otobüsler, kamyonlar, traktörler ve sıra sıra dizilmiş at arabaları. Dört partinin bayraklarıyla donatılmıştı her yer. Adalet Partisinin kıratı, Cumhuriyetçi Güven Partisinin koyunu, Milli Selamet Partisinin anahtarı ve Milliyetçi Hareket Partisinin üç hilali.
Hava oldukça sıcaktı. Yurdun bu kesimi henüz asfalt denen malzemeyle tanışmadığından berkitme yol bu kalabalıkta daha da tozmaya başlamıştı. Toz ve ter ikilisi bir araya geldiğinde ortaya muhteşem bir görüntü çıkmıştı. Birden çok uzaklardan bir toz bulutu göründü. “aha geliyorlar” diye bağırdı biri. Gelen valinin arabasıydı. Vali, Durdu başkanı yanına çağırdı, “gelen liderlerin maalesef Elbistan’a uğramadan Afşin istikametinden doğruca temel atma törenine katılacaklarını söyledi.” Durdu Başkan yutkundu. Durdu Başkan sustu. Söyleyecek söz aradı. Toplanan bunca kalabalık, yapılan bunca hazırlık ne olacaktı. Bunca insana bunu nasıl anlatacaktı. Bu asla kabul edilemezdi. Bunca heves bir anda yok edilemezdi. Hele Durdu Başkanın hükümetle bir araya gelmesini, Elbistan’ın çaresizliğini yerinde gösterip buna bir çare istemesini kimse engelleyemezdi. Validen rica etti. Sayın Demirel’le görüşüp onu Elbistan’a getireceğim diye adeta yalvardı. Valinin arabasıyla geri döndüklerinde Ankara heyeti Afşin’den gelen kalabalığı görünce durmuşlardı. Başkan Durdu Güllü ve vali beyle başbakan Süleyman Demirel’in yanına kadar gitti. Söze Başkan Durdu Güllü başladı “Sayın Başbakanım, Elbistan sizi bekliyor. Bunca kalabalık toplanmışken gelmezseniz ben Elbistan’a dönemem. Vallahi beni taşa tutarlar. Sizin için bu halk onlarca kurban getirdi“ diye yarı şaka yarı ciddi ricada bulundu. Demirel yol boyunca sıra sıra düzülmüş kurbanları görünce heyecanlandı ve hoşlandı. Siyasiler kalabalıktan hoşlanırlar. Hele de kendilerini dinleyen, her söylediklerini alkışlayan kalabalıklar siyasiler için hiç kaçırılmayacak yerlerdir. Ankara konvoyu Elbistan istikametine döndüğünde her şey muhteşem görünüyordu. Başbakan Süleyman Demirel Durdu Başkan’ı kendi makam arabasına almıştı. Şehre böyle girmek elbette Başkan Durdu Güllü için de bir saygınlık artışı olacaktı. Her elli metrede bir kesim için bekleyen kurbanlık ve başında kesmek için hazır bekleyen beyaz önlüklü kasap. Durdu Başkan, Başbakanın arabasında başıyla kasaplar derneği başkanı Necip Üstün’e işaret veriyor, Necip Üstün aynı komutu kasaplara iletiyordu. Üç kilometrelik yolda altmış (60) kurban kesildi. Hem de ineğinden danasına, koyunundan keçisine kadar tam altmış kurban. Kaymakam, garnizon komutanı, emniyet amiri ve diğer kurum amirleri hayretlerle baktılar kurbanlara. Büyüklü küçüklü tam altmış (60) kurban. Belediye meclis üyeleri küçük dillerini yutarak baktılar kurbanlara. Gelen liderler bravo diyerek baktılar kurbanlara. Şimdiye kadar bu kadar çok kurban kesilmemişti yollarına. Bu memlekette iş vardı. Bu memleket seviyordu liderlerini. İyi ki gelmişlerdi Elbistan’a.
O gün çok yoğun bir gün oldu. Adalet Partisi ilçe başkanı Sıpkat Eldeleklioğlu şehrin altın anahtarını Başbakan’a verilmek üzere Başkan Durdu Güllü’ye teslim etti. Altın anahtarı ve hemşerilik beratını Durdu Güllü’den alan Başbakan Süleyman Demirel “Ben bundan sonra Elbistan’ın hemşerisiyim “diye başlayan bir nutuk attı. Hemşerilerim benden ne istiyorsunuz? Diye seslendi Belediye Başkanı Durdu Güllü halkın adına isteklerini sıraladı
1-Şeker Fabrikasının kurulması 2- Devlet Hastanesinin yapılma 3-Yollarımızın asfalt yapılması 4- Elbistan’ın İl yapılması. Halk istekleri alkışla destekledi. Liderler programlarında olmamasına rağmen geceyi de Elbistan’da geçirdiler.
Bir gün sonra şehir boşaldı. Herkes kendi işine döndü. Ama kafalarda cevap bekleyen bir soru vardı. Belediye Başkanı Durdu Güllü bu altmış kurbanlığı nereden almıştı. Kesilen bu kurbanlıklar daha sonra nereye gitmişti. O yoğunlukta bu soruya cevap aramak herkesin kafasındaydı ama fırsat olmamıştı. Gün bitmek üzereyken kaymakam Kadir Uysal belediyeye geldi. Yanında garnizon komutanı ve emniyet amiri de vardı. Belediye meclisinin en yaşlı üyesi merdivenlerde karşıladı kaymakamı. “ Kaymakam bey, biz bu altmış kurbanın neren gelip nereye gittiğini anlayamadık. Başkan bir şey anlatmıyor. Bunu öğrenemezsek meraktan çatlayacağız.” Dedi Kaymakam gülerek “ vallahi biz de onu öğrenmeye geldik derken Durdu Başkan da karşılamak için dışarı çıkmıştı. Emniyet amiri herkesin merak ettiği soruyu sordu Durdu Başkana.
“Başkan anlatsana bu kurbanlıklar nereden geldi. Kurbanlar kesildikten sonra ne oldu. Kimlere verildi. O kadar hayvan nasıl bir anda var olup bir anda yok oldu.” Durdu başkan yaptığı işin bu kadar ses getireceğini tahmin etmemişti. Sadece günü kurtarmak ve bu gösteri karşısında da hükümetten memleket için bir şeyler alabilmeyi amaçlamıştı.
“Sayın kaymakamım. Ben gün evveli altmış kurban dedim ve sözümde durdum. Bunun karşılığında şehrimize bir şeker fabrikası kurulmasına ve yollarımızın asfaltlanmasına ve hastane yapılması söz aldık mı, aldık. Gerisi çok önemli mi?” Gerisi önemli değildi ama yine de öğrenmeleri gerekiyordu. En azından bunu öğrenmezlerse meraktan çatlayacaklardı. Durdu başkan etrafındaki insanları daha fazla meraklandırmak istemedi.
“Biliyorsunuz ki kasaplar derneği başkanı Necip Üstün benim hem akrabam ve sütkardeşim hem de yakın dostum. Bir gün önce onunla konuştum. Mezbaha hanede ne kadar hayvan kesilecek, bunlar hangi kasaplara gidecek öğrendim. Kasap arkadaşlarla görüşerek bu hayvanların mezbaha hanede değil de yolda kesilmesini rica ettim. Sağ olsunlar beni kırmadılar. Her elli metrede bir kurban keserek hem göze hitap ettiler hem de kesilen hayvanların bir an önce mezbaha haneye taşınması için zaman kazandılar. Biz altmış kurban keserek yüzümüzü ak ettik, liderlerde Şehrin il yapılacağına, bir hastane ile bir şeker fabrikası kurulacağına, bütün yolların asfalt olacağına sözü vererek Ankara’nın yüzünü ak ettiler.”
Yollar şimdi asfalt
Bölgenin en büyük devlet hastanesi var
Şeker fabrikası çalışıyor
İl olma hayali hep canlı tutulmak istendi ama…
Mehmet TAŞ
11.09.2012 Elbistan
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.