Asuman SOYDAN ATASAYAR
Duygu Katili Olmayalım
Çocuklar ve gençlere dikkat ederseniz gelecekte ne olacağının merakıyla, bir an önce yaş almak arzusuyla tutuşurlar. Yaş alıp yaşayacaklarını yaşamış olan yaşlılar yani bedeni zaman aşımına uğrayanlar ise gözlerini bir noktaya dikerek oturur, derin derin düşünürler. Bir kuş gibi uçup giden, asla geri dönmeyecek olan güçlerini, kuvvetlerini, gençlik ve toyluklarını düşünürler. . Yani gençler geleceğin arzusuyla, yaşlılar geçmişin özlemiyle yaşıyorlar. "Genç bilse yaşlı yapabilse" atasözü en kısa yoldan özetliyor bu durumu.
Yaşlılık, sağlık açısından ağır bir yük ama bu yüke rağmen hayata tutunma mukavemeti yaşlılarda daha güçlüdür.. Hayatın baharını yani gençliğini yaşamak çok zevkli ve lezzetli olmasına rağmen nasıl geçtiğini fark edememiştir bari kalanın kıymetini bileyim dercesine daha sıkı sarılmakta hayata yaşlılar. Nitekim istatistiklere göre intihar olaylarının gençlerde çok görülmesi de bunun bir kanıtı.
Canlılığını kaybetmeyen, eskimeyen ruha rağmen bedenimiz zaman aşımına uğrayarak eskiyor. Toplum değerlerimizde bir paradoks da bu konuda yaşanıyor. Hem “içindeki çocuğu öldürme” diye öğütler verilir. Öbür yandan içindeki çocuğu yaşatmaya çalışan yaşlılar ise yaşına uygun davranmıyor diye alay edilirler, edepsizlik edenlerden daha çok ayıplanırlar. Yaşa uygun yaşamanın sınırı niye çizilir anlamış değilim. İnsan hissettiği yaştadır ve hislerini yaşamak en tabii hakkıdır. Gençlerin tarzında giyinmek, gençlerin ilgi alanıyla meşgul olmak ve bunun gibi… Kişiden kişiye değişir bunların şekli…Orta yaşlarda bir yakınımın beğendiği bir kıyafet için “ oğlu var gelini var bana ne derler diye almadım ama gözüm kaldı” demesini esefle karşıladım. Başkasının ne demesine takılıp kalmanın ne büyük bir yanılgı olduğunu ona anlattım ama toplum değer yargıları ister istemez baskı altına alıyor insanları.
Bu ayıplamayı yapan yaşlılar; gençliğe imrenip, gençlik yaşlarını özlemle andıkları halde onlar gibi giyineni ve davrananı kınıyorlarsa büyük bir tezat ve yanılgı içinde olduklarının farkında olmayan gafiller demek lazım onlara..
Büyükleri tarafından oturaklılık kavramını bilinç altına yanlış yerleştirmiş olanlar yaşlıların çocuklaşmalarını, genç davranışı içine girmelerini yadırgıyorlar.. Ne ekersen onu biçersin der gibi. Yani yetiştirilme hatası...
Her kırışıklık, her sarkık, ağaran saçlar, bükülen beller birer kıdem artışıdır bence. Dünya okulundan alınan diploma, sertifika, madalyadır. Dünyamızın yerlisi, kıdemlisidir onlar. Yukarılara hoplamayı, tırmanmayı, yaş almayı, hayat yaşamayı başarmış çocuğun son halidir yaşlılık. Buruşuk tenleri, yorgun yüz ifadeleri bir bezginlik değil özlem yüklüdür aslında. Kim bilir hangi ertelediklerinin veya doyamadıklarının özlemiyle bakıyorlardır hayata tecrübe penceresinden. Çizgisi artanlara “yeryüzünün yerlisi”, “hayat üniversitesinin sınıfta kalmayan başarılı öğrencisi” olarak bakmak daha uygun olur; sınıfta kalanlara rahmet okuyarak.
Sonuç olarak şunu söylemek istiyorum; yaratıcının içimize yerleştirdiği duyguları yaşamak en doğal hakkımız. Bunu kimseye feda etmeden yaşamamız ve yaşamayanları da teşvik etmemiz gerekir. Çünkü duygularını yaşayamamış insan ve topluluklar hastalıklıdır her zaman. Mahalle baskısı bu hastalıklı zihinlerin bir ürünü olarak ortaya çıkar ve sağlamları da hasta etmeye çalışırlar, adına din, ahlak, töre, gelenek gibi maskeler takarak.. Mümkün olduğunca bu virüslerden korunmak gerekir. Çocuk çocukluğunu, genç gençliğini yaşaması gerektiği gibi yaşlılar da zamanın şartları doğrultusunda hislerini duygularını bastırmadan yaşamalılar.
Duygularını diri diri içine gömen katillerden olmayalım diyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.