Adnan GÜLLÜ
Elbistan'da Eski Evler
TARİHİ ESERLER GEÇMİŞİN SESSİZ ŞAHİTLERİDİR.
Kentler de insanlar gibidir. Onların da hafızası vardır. Kentin, yaşayan, ayakta kalan ve kayda giren her türlü birikimi “eser” konumunu alır ve o şehrin hafızasını oluşturur Ayrıca İnsanlar kenti eserleriyle tanır, hatırlar ve anlamlandırır.
Mutlaka her kentin dünü vardır. Kentler, insanoğlunun geçirdiği sosyo-ekonomik dönüşümde önemli bir durağa karşılık gelen mekanlardır. Toplumsallaşmanın, yerleşik olmanın ve de en önemlisi asli ihtiyaçlar dışında her türlü entelektüel üretimin merkezi olan kentler, aynı zamanda uygarlaşmanın da bir göstergesi olmaktadır.
Elbistan, hem geleneği, hem de geleceği olan ender şehirlerden birisidir. Ayrıca şehrin tarihi dokusu ve sokaklarda ki mazi kokusu, binlerce yıllık geçmişe uzanmaktadır. Elbistan, ayakta kalan tarihi eserlerin sayısı bakımından oldukça azdır. Bunun nedeni de bölgenin çok istilalara, savaşlara ve doğal felaketlere maruz kalmasından gelmektedir. Bu yüzden dışardan gelen, kente görev yapan memurlar olsun, misafirler olsun, hep şu soruyu sormaktalar. “Elbistan’ın çok büyük tarihi olduğunu duyuyoruz ya da okuyoruz. Ama bu büyüklüğü doğrulayan eski eserlerin sayısını yetersiz olduğunu görmekteyiz, bunun nedeni nedir?” Bu soruyu sadece yabancılar sormuyor, içerde ve dışarıda yaşayan Elbistanlılarda soruyor. Bu sorunun cevabının bir kısmını yukarıda yazdım. Bir tanesi de var ki hepsine bedel. Özellikle yanlış yerleşim ve tarihi eserleri taş ocağı görme kültürü neticesinde, birçok eser günümüze ulaşmadan yok olup gitmiştir. Şunu çok iyi bilmeliyiz ki tarihi eserler, tarihin laboratuarlarıdır. Bu malzemeler yok olursa, tarih bilgisi cılızlaşır. İşte Elbistan bu sıkıntıyı yaşamıştır. Şimdi ise devletimiz kent merkezinde ayakta kalan tarihi eserleri onarım yaparak ömürlerini uzatmaya çalışmaktadır.
Gelelim Elbistan’ın eski evlerine, bunların büyük bir kısmı tarihi eser gibiydi. Yanlış yapılanma, hızlı kentleşme ve ekonomik şartlar ve de tarih bilincinin yeterli olmayışından dolayı, bu eserlerin günümüze çok azı ulaşabildi. Bu arada ulaşanları da yeterince koruma altına alabildik mi? Bu sorunun cevabı çok üzücüdür. “Maalesef alamadık” Şimdi ise ayakta kalanları koruma altına alabilirmiyiz? Anlayışını oluşturmada çok büyük yarar vardır. Bu anlayış dünümüzle, bugünümüzün bütünleşmesini sağlar. Değerli okurlar daha iyi kavraya bilmek için eski Elbistan evlerinin özelliklerden bahsetmek lazım.
Elbistan evleri yörenin kültürel yapısının bir yansımasıdır, bu yüzden tarihi kadar da ilginçtir. Bende elden geldiğince unutulan ama aslında tarihi birer belge olan bu binaların bilgilerini siz meraklı okuyuculara sunuyorum.
Geçmişte kervan yollarının kavşağında, önemli bir ticaret merkezi olan kent, Şar Dağı’nın eteklerinden ovaya doğru düzleşen eğimli bir alana kurulmuştur. Çoğu iki katlı, kerpiç dolgulu yapılar, dar, bir kısmı da yokuşlu, dolambaçlı sokaklar boyunca sıralanmıştır. Evliya Çelebi kayıtlarında güzel yeşillikler içinde olduğunu ve evlerin Osmanlı mimarisi özelliğini taşıdığını yazmaktadır.
Avlulu düz toprak damlı, kerpiç-ahşap karışımı Elbistan evleri, yöre mimarisinin ilginç örneklerini sergiler. Kerpiç duvarlar kesme taş benzeri ince işçiliktir. Ayrıca, yörede “andız” denilen bir tür ardıçtan yapılan ahşap bölümler özenli işçiliği ile ilgi çeker. Taş yalnızca “him” (temel) de kullanılır.
Genellikle tüm evler avluludur. Şehrin konak tipi büyük yapıları ve tek katlı küçük evleri yaşama biçiminin kapalılığı nedeniyle, yüksek avlu duvarlarıyla sokaktan ayrılmıştır. Sokaktan tek ya da çift kanatlı kapıyla avluya geçilir; kimi evler dış ve iç avluludur. Bazı varlıklı evlerin iç avluların ortasında şadırvan vardır. Ayrıca alt katlarda depo, kiler, ambarın yanı sıra bazılarında da ahır ve samanlık ta olabilirdi. Üst katlar ise yaşama mekanlarından oluşur. Özellikle konak tipi yapıların kimileri haremlik ve selamlıktır. Evin erkeğinin konuklarını ağırladığı selamlık daha geniş açık ve ferah görünümlüdür. Bir kapıyla hareme geçilir. Burada konuk odası, yatak odaları, kiler, kahve ocağı vardır. Odalar büyük ve yüksek tavanlıdır. Konuk odalarının 2 m. yüksekliğe dek ahşap kaplı duvarları daha özenle işlenmiş, aralara gömme dolaplar yerleştirilmiştir. Tavan ve döşeme, tahta kaplamadır. İşlemeli tavanların yanında değişik renk ve motiflerle boyalılara da rastlanmaktadır. Konuk odalarının davlumbazlı ocakları da ahşap ve alçı bezemelidir.
Yukarıda belirttiğim gibi yapıların bazıları iki girişlidir(harem ve selamlık) şeklindedir, dış ve iç kapılar ahşap bezemelidir. “Kantarma” denilen kemerli nişler içindeki dış kapılar çift kanatlıdır; kabaralarla tutturulmuştur. Kemer ve nişler de ince işlemelidir. Dikdörtgen pencereler parmaklıklıdır. Pencere ve kapıların uyumlu ölçüleri yanında, oymalı geniş saçaklar, ahşap sütunlu, yuvarlak ya da dilimli kemerli, kafesli “gezinti”ler (cumba,balkon) yapılara görsel bir zenginlik kazandırmaktadır.
Yöre iklimine bağlı olarak yaz ve kış odalarından oluşan bir örnekte, avludan ahşap basamaklarla (süllüm diğer bir adı merdiven), ahşap parmaklık ve kafeslerle çevrili gezintiye çıkılır. Yaz odası pencerelerle buraya açılır. Kış odasının dış duvarı sağır ya da tek pencereli, pencerede camsız, ahşap kepenklidir. Ayrıca camlı, iki küçük “tağa “ (ışık penceresi) vardır. Duvarlar da da “kör tağa” denilen kapaksız, yuvarlak kemerli gömme dolaplar, nişler bulunur.
Bir başka örnekte de, odalar ortada ki büyük sofanın üç yanına sıralanmıştır. Gezinti avlu yönündedir. Tümüyle dışa kapalı sofa, sırasıyla enine ve boyuna yerleştirilen birkaç kirişle örtülü açıklıktan ışık alır.
Düşük gelirlilerin oturduğu evler tek katlıdır. Kimilerinde yerkatı yüksek tutularak, altına ahır, samanlık, ambar gibi bölümler yerleştirilmiştir. Avluda (dört tarafı duvarlarla çevrili üstü açık yer) çeşme, yanında çamaşır suyu ısıtılan, yazları pekmez, bulgur kaynatılan ocak vardır. Avluda birkaç basamakla, önü açık sofaya çıkılır. Öbür yanda sofanın uzunluğunca tek bir oda vardır, tüm yaşama birimleri bu tek mekanda toplanmıştır. Odada karşılıklı iki ocak(bu tek de olabilir) ve küçük bir veya birkaç ışık deliği (tağa) bulunur. Kışları burada, yazları ise önü açık sofada oturulur.
Tavanlar tahta kaplamadır. Dıştan, ağaç kirişler üstüne ardıç dalları döşenir, en üste de taşla karışık toprak atılır, iyice loğlanır. Bazı yerlerde eğimli alanda yer alan evlerin kimileri çukurda kaldığından, damlar sokakla birleşmiş gibidir, burada oturulur, gezinilir.
Türk evlerinin özgün örnekleri olan bu yapılar, başta hızlı kentleşme olmak üzere yukarılarda saydığım nedenlerden dolayı büyük bir kısmı ortadan kalkmıştır.
Kalanları da kurtarmak için, genel ve yerel yöneticilere büyük işler düşmektedir. Çünkü bunların her biri tarihi eserdir. Tarihi eserler dünkü kültür ile bugün ki kültür arasında bağlantıdır. Bu bağlantılar koparsa kültürler arası uçurumlar oluşur. Dününü bilmeyen bir nesil karşımıza çıkma tehlikesi baş gösterir, bunun sonuçlarını yazmak bile istemiyorum. Çünkü Elbistan’ın derin tarihi ile eser sayısı örtüşmemektedir, bu yüzden yapılan her çalışma saygı ve takdir görecek kadar önemlidir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.