Yıkarım Her Şeyi

Biliyor musunuz ben hiç uyumam.

Geceleri, sabahlara dek ışıkları açık olanların da uyumadığına tanık olurum.

Ben uyumamaya kurgulanmışım. Ya o evler!

Üzüntü talan etmiştir veya hastalık, belki de mutluluk…

Ondandır, ışıkların sabaha dek parlaması pencerelerde.

Geceler, ıssızlık ve yalnızlıktır, meydanın, evlerin, yolların, bir başınalığında.

Bazen bir bekçi, bazen bir sarhoş uzatır elini bana.

O anlarda sevinç akar sularımdan.

Severek yaşam sunarım onlara. Yaşamdır su…

Bir asra yakın buradayım.

Benim suyum büyülü şelalelerden gelir. Büyülü ormanlarda dans eden perilerin diyarından.

Avcı Ahmet’in ormanda Şahmeran’la karşılaştığı, yarı insan yarı yılan varlığın, ona,

geçmişin sırlarını, açığa çıkarmasını öğrettiği yerlerden geliyorum.

Kimler geldi kimler geçti oluklarımdan. Sayısız eller, yüzler yıkandı sularımda.

Karşıdaki camiden yayılan ezan sesiyle merhaba derim sabaha.

Gelecek konuklarıma hazırlarım kendimi. Dıştan bakınca, gri taşlar, mermerler giyinmişimdir.

Ya içimden dışa dökülenler, gümüş rengi ışıltılı sedefli, incili akışlar.

Huşu içinde abdest alır sularımda, namaz kılmak için gelenler.

Gün ağardıkça, kalabalıklaşır etrafım. Kimi soğuk sularımdan içmek için gelir.

Kimi el yıkar, kimi yüz. Anlarım ruh hallerini. Üzüntülü el, ağırdan alır işi.

Sularımda teselli arar. Sevinçli olanlar coşkuyla avuçlar sularımı.

Adliyede görevli askerler gelir, oluğuma uzanan elleri hasret hasret kokar.

Çocuklarsa gelenler, sularım kahkahalarına karışır. Taşlarım yıkanır oyunlarında.


Kasabanın meydan çeşmesiyim ama bir kenarındayım.

Arkamda adliye, sol yanımda züccaciye.

Karşı sağ köşede Atatürk büstü, arkada eczane, mefruşatçı, fırın ve kasap,

tam karşımda küçük dükkanlar sıralanır, bakkal, manav.

Kuzeybatı yönümde, Ulu Cami tüm görkemiyle göz doldurur.

Ana cadde, doğudan batıya uzanır.

Kuzeyden inen sokak da meydanla buluşur.

Cami önünden cenazeler kalktığında, hoca, musalla taşında cenazeyi bekletir.

Benim sularımda telaşla abdest alanlar, yetişsin diye.

Bir damlam onlarla gider, katılır kalabalığa. Geceleri sularım ağıtlar yakar gidenlere.

Gelin alayları geçerken, savanlara bürünüp süslü develeri canlandıranlara, zennelere, at üstündeki kırmızı duvaklı gelinlere,

davullara, zurnalara şapka çıkarır sularım.

Âdettendir, kız evi damadın yakınlarından birini yakaladıkları gibi yalağıma batırırlar.

Sudaki patırtılar, şakalaşmalar beni sarhoş eder, sevinçleri alır beni, Binboğa dağlarına çıkarır.

Halaylara dururum gelin alaylarıyla.

Bayramlarda coşkulu kalabalığa, çocuklara, bayraklara şiirler okurum.

Oluklara sığmaz, coşkun sularım…

Kavgalara tanık olmak zordur. Neler görmedi ki bu sular. Adliye kapı komşum.

Evlere sular taşıyan sucuların yorgunluklarıyla yorulurum, nefesim kesilir…

Ramazan’da çalınan davullarla sahura kalkarım, sokağa çıkıp eğlenen mahalleliyi alkışlarım.

İftar yaklaşırken, meşhur ramazan ekmeği sırası başlar fırın önlerinde.

Göksun tavası için de kasap önünde…

Ramazan topu atıldığında kimsecikler kalmaz, akasyalarla bakışırız yalnızlığımıza…

Yağmurlu havalarda yıkanır taşlarım. Karlı havalarda beyazlar giyinirim.

Meydandan kağnılar geçerdi hep, yerini at arabalarına bıraktı. Ya güzel gözlü eşekler?

Kamyon, cip, otobüs derken taksiler hakimiyeti ele geçirdi. Şimdi de en lüks arabalar dönemi.

Yaşımı soranlara gizlemem, saklamam yıllarımı. Kayıp zamanlar istemem.

Yaşanmışlıkları yok saymak, yalanlar akmasın sularımdan. Doğrular parlasın, yağmur

sonrası, taşlarıma düşen yıldızlar gibi…

Baharlarda yağmuru karşılarız çocuklarla. Yaptıkları korkulukla, akşamları ev ev dolaşıp maniler söyleriz.

Çomçalı balık çom ister

Bir kaşıcık un ister

Un olmazsa bulgur olsun

Ablamın canı sağolsun

Toplananlarla yapılan bulgur pilavı yenirken afiyetle katık olurum onlara suyumla.

Leylekleri karşılarız yine çocuklarla.

Leylek leylek havada

Yumurtası tavada

Aş pişirdim yemedi

Gömlek diktim giymedi

Evden getirilen ince bulgur ve diğer malzemelerle yapılan kısıra katılırım, yoğrulurken.

Sakın her işe maydanoz olduğum düşünülmesin, ya da meraklı Melahat…

Yaşamın odağındayım yalnızca.

Züccaciyeden alışveriş yapanlar, suyumdan içmeden gitmezler evlerine.

Konuşulanları duyarım ister istemez. Kim kiminle evleniyor. İki evlilerin neden sık sık bardak

almak zorunda kaldıklarını. Dedikoduları doldururlar yalağıma.

Kendi kulağımla duyduğum aşklar da var. Örnek mi? Al işte!

Ayda bir uçak sesiyle sarsılır gökyüzü, pencereler zangırdar. Biliriz aşık pilotumuz sevdiğine selam çakmaktadır…

Ebemkuşağı kasabada, meydan çeşmesi olmak ne güzeldir. Paşa Çeşmesi olmak.

Diğer çeşmelere hava attığım sanılmasın. Kader işte…

Kör Ali çeşmesi, Yıkılan, Ayoğlan, Ağ Pınar, Cünup Pınarı…

Onlar da anlatsalar öykülerini ne renkler akar ortaya…

Kıbrıs harekâtı için askere yolladığımız gençleri, uğurlarken davullu zurnalı, böyle coşkulu bir kalabalık, milli bayramlarımızda olurdu ancak.

Analar da ağlamaz, gözyaşları, gözyaşlarıma karışmazdı şimdiki gibi…

Eledim eledim höllük eledim

Aynalı beşikte canan bebek beledim

Büyüttüm besledim asker eyledim

Gitti de gelmedi canan buna ne çare

Annelerin yüreğinde bu mısralar yankılana dursun, oğullar halaya durmuştur çoktan…

Bugün de gelin alayı geçiyor önümden, sevinemiyorum. Atın üstündeki gelinin gözyaşları duvağını ıslatırken sevinç gelir oturur mu oluğuma?

Vermemişler sevdiğine farklı ırktan diye…

Sevdiği delikanlı da izliyor yanıbaşımda, akan gözyaşları yalağımı doldurmuş meydana akıyor, kan revan içinde.

Akasyalar bir türkü tutturmuş ahu figan…

Değmen benim gamlı yaslı gönlüme

Ben selvi boylu yardan ayrıldım

Davul zurnaları bastırıyor ağıtlarımız…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Fethiye Kutlu Arşivi