Ahmet Doğan İLBEY
EROL GÜNGÖR’E GÖRE TÜRKLER İSLÂM’LA MİLLET OLMUŞTUR
Türkiye’nin yerli sosyal psikologlarından Prof. Dr. Erol Güngör (1938-1983), “İslâm düşüncesini kanatlandırmak ve yeni ufuklara doğru harekete geçirmek şimdiki ve daha sonraki nesillerin belki en ağır vazifesi olacaktır… ” sözleriyle Necip Fâzıl ve Nureddin Topçu’dan sonra millet ve milliyetçilik anlayışının zeminine İslâm’ı koyan bir mütefekkirdir.
Seküler milliyetçi çevre onu sahiplense de, İslâmî değerlere bağlı millet ve milliyetçilik anlayışını kavrayamadıkları üslûplarından bellidir. Onun eserlerini sathî bir heyecanla değil, yazdığı metinlerin fikrî tedailerini ve karşılığını anlayarak okuyanlar bilirler ki, Erol Güngör seküler milliyetçiliği ve “Niçin… Türk ile Osmanlı tipi birbirine bu derece zıttır? Niçin Türk tipinin her şeyi güzel, Osmanlı tipinin her şeyi çirkindir?” diyen Ziya Gökalp’ın millet ve milliyetçilik kavramını yanlış bularak, Mehmed Âkif gibi İslâmî zeminde millet ve milliyetçiliği savunmuştur.
TÜRK, OSMANLI’DAN; OSMANLI, TÜRK’TEN AYRI DEĞİLDİR
Ona göre Türk, Osmanlı’dan; Osmanlı, Türk’ten ayrı değildir. Türk milleti tarihî tecrübesiyle Osmanlı Devletini kurmuştur. Türklerin teşkilâtçılık, idarecilik, hâkimiyet duygusu, adalet, şefkat gibi mümeyyiz vasıfları hiçbir devlet ve millette görülmemiştir. Dünyada Osmanlı Türk’ü kadar övülmüş bir millet bulamazsınız. Allah’ın adını yüceltme için kurulmuş bir devletin temsilcisidir Türkler. Osmanlı münevveri ile Türk halkını yetiştiren müessesler aynıdır. Erzincanlı demirci ile İstanbul’daki sultan aynı tarikatın mensubudurlar. Van medresesindeki köylü çocuğu ile İstanbul’daki şeyhülislâm aynı tip tahsilden geçerler. Müslüman Türk devletleri arasında idarecileriyle halkı aynı dili, yâni Türkçeyi konuşan tek devlet Osmanlı Türk devletidir. Osmanlıcılık Tanzimat’tan sonra çıkmıştır. Osmanlılık ile Osmanlıcılığı birbirine karıştırmamak lâzım. Osmanlılık Türk devlet ve medeniyetinin mensubu olmak, Osmanlıcılık ise Avrupa’nın dayattığı unsurları sokmaktır. (Güngör, Türk Kültürü ve Milliyetçilik, s.86)
İslâm öncesi tarihi esas alan Türkçülüğü de gerçekçi bulmaz. “Anadolucu” da değildir. Türk tarihinin bütün dönemlerine sahip çıkar. Ona göre Türkler için Osmanlı dönemi en mütekâmil dönemdir. Karahanlılar’ın kültürü Göktürkler’in kültüründen, Selçuklu kültürü Karahanlılar’ın kültüründen, Osmanlı kültürü de Selçukluların kültüründen daha üstündür. (Güngör, a.g.e., s.120)
“DİN VE MİLLETİN KAYNAKLARI BİRDİR”
“Kültür Değişmesi ve Milliyetçilik” adlı kitabında Türklerde din ve milletin kaynaklarının bir olduğunu anlatır. Milliyetçilik de Türklük de İslâm dîni dışında düşünülemez. İslâm’sız bir milliyetçiliği de Türklüğü de kabul etmez ve İslâm’a yaslanmayan Türklüğün Türklük olmayacağını söyler. Milliyetçilik İslâm’a bağlı olarak siyasî, sosyal ve kültürel hedeflerin millî bir devlet olarak inşasıdır. Avrupa’daki gibi başka milletleri ezmek, küçük görmek, tahakküm altına almak ve ırkçılık değildir. Türklerde ırk, sosyal ve iktisadî tabakalaşmaya göre bir ayrım yoktur. İlk zamanlarda Anadolu’ya yerleşen Türkmenler arasında kuvvetli bir din birliği yoktu. Türk kabilelerini birleştiren asıl bağ İslâm medeniyeti olmuştur. İslâm kısa zamanda Türk kabilelerinin hepsine nüfuz edemediği için Müslüman Türklerle Müslüman olmayanlar arasında savaşlar yapılmış, fakat sonra İslâm bütün Türk kabilelerini birleştirmiş, yerleşik bir medeniyet içinde medrese ve tekke, tasavvuf ve tarikat ocaklarıyla birleştirmiş ve millet yapmıştır. (Güngör, a.g.e., s.106-122-200)
MİLLET OLUŞUMUNDA İSLÂM’IN BİRLEŞTİRİCİ GÜCÜ
Ona göre İslâm, milliyetçiliğin ve Türklüğün en temel unsurudur. Millet oluşumunda din olmazsa dilin tek başına birleştirici gücü yoktur. İslâm’ın olmadığı, yalnızca dil unsurunun olduğu bir Türklük Türklük değildir. Türklerin millî varlığının temeli dil olduğu kadar dindir, yâni İslâm. Fransa’nın modern ulus anlayışını esas alan milliyetçilere göre dilini kaybetmeyen milletler din değiştirse bile birliğini ve bütünlüğünü kaybetmeyebilir. Fakat uygulamalar bu iddiayı haklı çıkarmıyor. Türklerde millî birliği kuran unsurlar arasında İslâm dîni dilden hiç de geri kalmamıştır. Türkler Müslüman olmasaydı değişik isimlerle kavimler hâlinde dağılırlardı. (Güngör, Kültür Değişmesi ve Milliyetçilik, s. 106)
“MODERN MİLLİYETÇİLİKTEN EVVEL İSLÂM’DA MİLLİYET FARKLARI VARDI”
İslâm’da milliyet farklarının dinî ölçüler içinde kabul görüldüğünü sarahatle izah eder: Milliyet İslâm medeniyetinin üç büyük unsuru olan Araplar, Türkler ve İranlılar ortak bir medeniyetin ve dînin içinde olmalarına rağmen birbirinden ayırt edilebilen milletler hâlinde yaşamışlardır. Dilleri, örf ve âdetleri, toplum ve devlet müesseseleri birbirinden ayrıdır. Türbesi yatırı olmayan bir Müslüman kasabası mümkündür, ama böyle bir Türk kasabası düşünülemez. İslâm hukuku birtakım temel prensiplerin dışında, çatışmamak şartıyla örfleri kabul etmiştir. Dolayısıyla medeniyetin gelişmesi için en büyük güç millî kültürlerin varlığıdır. Millî hüviyetlerin varlığı ve devamı sosyolojik gerçeklere uygun düştüğü gibi, İslâm ile herhangi bir uzlaşmazlık hâlinde değildir. Modern milliyetçilik hareketleri ortaya çıkmadan önce İslâm âleminde millî farklar devam ederken aynı zamanda ümmet dayanışmasının mükemmel örnekleri de verilmiştir. (Güngör, İslâm’ın Bugünkü Meseleleri, s.173-174)
Bu konuya dair fikirlerini şöyle hülâsası edebiliriz: Milliyet farklarını hesaba katmayan bir İslâm düşüncesinin, kaynağını İslâm’dan ziyade, bazı siyasî hareketlerden almıştır. Siyasî birlik hâlinde bir Pan-İslâmizm’in kuvvetli bir fikrî ve siyasî akım olamayışının sebeplerinden biri de bu konuda Kur’ân’da herhangi bir dayanak bulunmayışlarındandır. Kur’ân’da insanların “Birbirlerini tanımaları için şubeler ve kabileler halinde yaratıldıklarının” bildirilmesi, “kültürlerin farklılığı ve çokluğu” demektir ki, medeniyetin ve insan soyunun gelişmesi açısından son derece önemli bir vakıanın ifadesidir. İslâmiyet insanların falan veya filan soya mensup olmakla diğerlerine üstünlük iddiasını yasaklamaktadır. Bu mânada İslâmiyet’in kavmiyetçilik ve insanları tek bir millet hâline getirme şeklinde bir dâvası yoktur. Millî statükoları kabul edişinin en büyük delillerinden biri de İslâm hukukunun örfe büyük ölçüde yer vermiş olmasıdır. Bu düsturlara göre millî kimliklerin varlığı ve devamı sosyolojik gerçeklere uygun düştüğü gibi, İslâm’la herhangi bir uzlaşmazlık hâlinde değildir. Modern milliyetçilik hareketleri ortaya çıkmadan önce İslâm âleminde millî farklar böyleydi ve milliyetin kaynağı İslâm’dı. (Güngör, İslâm’ın Bugünkü Meseleleri, s.174)
“TÜRKLER MİLLET VE DEVLET OLARAK AYRIMCI DEĞİLDİR”
İslâm dîni evrensel bir din olarak insanlar arasında ırk, soy, sosyal sınıf vs. farkları gözetmez. Bütün insanlara hitap eden bir dînin başka türlü bir tavır takınması beklenemez. İnsanların gerek fert, gerekse kavim olarak Allah’ın nazarında eşitliği, bunlar arasında farkların tanınmadığı anlamına gelmez. Bu ölçüler içinde Türkler hem millet hem devlet olarak ilk halifelerin devrindekine benzer bir İslâm anlayışı ile başkalarına karşı hiç değilse teorik bir ayrımcılık yapmamışlardır. Başlangıçta Türkçüler; Türk birliğinin bir bakıma İslâm birliği demek olduğunu düşünüyordu veya hiç değilse Türkçülük fikrinin İslâm dayanışması konusundaki kuvvetli duygulara aykırı düşmesinden kaçınıyorlardı. (Güngör, İslâm’ın Bugünkü Meseleleri, s. 171)
“İNKILÂPÇI MİLLİYETÇİLİK FRANSIZLAŞMAKLA BAŞLAR”
Ona göre inkılâpçı milliyetçilik Osmanlı kültür ve medeniyet değerlerinden kurtulmak gayesi taşıdığı için yanlıştır. İnkılâpçılar milliyetçi olduklarını söylüyorlar ama modern milliyetçilik teşebbüsleri Fransızlaşmakla başlar. Avrupacılığı savunan inkılâpçı milliyetçiler mâzi ve âtiyi birleştiren Türk tarih görüşünü resmî kongrelerden tekme ve tokatla kovmuşlardır. Bin yıldır Türk devletinin değerlerini reddederek tarih-öncesi çağlarda Türklük aramış ve Türklüğün alâmeti olarak kafatası ölçümü yaptırmışlardır. (Güngör, Türk Kültürü ve Milliyetçilik, s.16-17)
İnkılâpçıların İslâm’dan uzaklaşma çabasından, Batılı değerleri esas almasından ve Türk olmayan Hitit, Sümer gibi eski toplulukları Türklüğün menşei kabul etmesinden dolayı ağır biçimde tenkit eder. İnkılâpçı milliyetçiler İslâm’la başlayan Türk tarihini yok saydıkları için bu anlayışı kabul etmez. Ona göre, inkılâpçılar kendilerini Osmanlı Devleti’nin sosyal ve kültürel sisteminin zıddı sayıyorlardı. Milliyet esasına dayalı yeni bir Türkiye kurmak üzere yola çıktıkları için, Türk tarihinin İslâm medeniyeti içindeki gelişmesi âdeta uzun bir kâbus gibi gösterildi. İnkılâpçılara göre Türklerin yepyeni bir millet olmuşlardı ve bir tarihi olmalıydı. Bu tarih Osmanlı-İslâm tarihi olamazdı. Yeni rejimin pozitivist seküler Batılılaşma çizgisine uygun Türk tarih anlayışı Hitit ve Sümer gibi eski medeniyetlerde aranmalıydı. Oysa Türk milleti için asıl tarih Osmanlı tarihidir. Bu yüzden milliyetçilik uğruna millî tarih tezine sarılananlar hakikatte bugün yaşadığımız millî tarih bunalımının temellerini atmış oluyorlardı. (Kültür Değişmesi ve Milliyetçilik, s. 61-65)
Güngör’ün İslâm’la bağını koparmayan modernleşmeci milliyetçilik anlayışı, dinî değerlere uzak duran inkılâpçıların milliyetçiliğiyle temelden ayrılır. Hemen belirtelim ki modernist değil, millî modernleşme taraftarıdır. Ona göre Türk kültür ve kimliğinin ana unsurlarından biri olan İslâm’la laiklik arasında uyumsuzluk vardır. Laiklik Batı’da dînin toplum hayatındaki tesirini azaltmaktadır. İnkılâpçılar da benzer bir tavır içerisindedirler. Türkiye’deki laiklik tartışmaları büyük ölçüde dindarlıkları bile şüpheli reformcular tarafından körüklenmekte. İbadet dilinin değişmesi, ezanın Türkçe okunması, câmilere sıra ve iskemle konması, câmi içinde mûsiki icrâ edilmesi gibi bir dizi teklifleri ortaya atarak laikliği savunan çevrelerin iyi niyetinden şüphe duymak gerek. (Dünden Bugünden-Tarih Kültür ve Milliyetçilik, s.18)
Hülâsa; Erol Güngör, İslâm’a bağlı millet ve milliyetçilik fikrine sahip bir fikir adamıdır. ([email protected])
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.