Asuman SOYDAN ATASAYAR
Güle Güle Asumaaan! (Anı)
Psikiyatri Polikliniğinin ürküten duvarlarının arasında merdivenlerden çıkarken tuhaf duygular içindeydim. Önce bir kaç doktorla kısa bir görüşme yaptıktan sonra koridorun sonundaki hemşire odasına girdik. Arkadaşım ile hemşire konuşurlarken ben de etrafı incelemeye koyulmuştum. Arkadaşım tez hazırlığı için araştırma yapıyor ben de ona eşlik ediyordum. Hemşire odasının içinde hastaların bulunduğu salona açılan küçük bir servis penceresi vardı. Oradan içeriye kafasını uzatan, sağa sola meraklı bakışlarla bize el sallayan çocuk tavırlı delikanlılara tebessümle bakıyordum. Hemşire bazen kızgın, bazen müşfik tavırlar takınarak onları pencere ve kapıdan uzaklaştırmaya çalışırken arkadaşımın sorularına da cevap veriyordu.
Çelimsiz ama sevimli bir delikanlı, servis penceresinden içeriye bakındıktan sonra bir süre bana baktı, kafasını çekti, yeniden baktı, sonra ellerini çarparak garip bir kahkahayla beni gösterdi:
'Buldumm! 'dedi.
Hemşire'nin kızgınca:
“Ne buldun Sinan?” Deyişi üzerine Sinan, “Bir dakika” işaretiyle pencereden masaya uzanarak orada bulunan pikaba bir plak yerleştirdi. Orhan Gencebay'ın o yıllarda meşhur olan 'Seni Buldum Ya! 'isimli şarkısı çalmaya başlayınca hepimizin ilgisi ona dönmüştü. Sinan, kâh pencereden kâh kapıdan kafasını uzatıyor, bana kaş göz işaretiyle ritm tutuyordu. Bir süre sonra Hemşire, Sinan'ı ve el çarparak gürültü çıkartan diğer hastaları oradan uzaklaştırdı. Fakat iki saniye sonra Sinan pencereden kafasını tekrar uzattı ve suçlu bir çocuk edasıyla:
"Neyi bulduğumu anladın mı şimdi Nazire Abla?" Dedi.
Hemşire'nin sabır gücünü zorladığı yüz ifadesinden belli oluyordu.
"Anlamadım ne buldun Sinan?" diye sordu.
Sinan çocuksu bir tavırla beni gösterdi:
"Hayatımın aşkını buldum" dedi.
Hemşire önce tebessüm etti, sonra ayağa kalkarak onun omzunu okşayıp sakin bir ses tonuyla:
'Tamam Sinan'cığım biraz müsaade edersen getireceğim sana hayatının aşkını tamam mı?” diyerek onu odasına dönmesi için ikna etmeye çalışırken; biz gülüşmelerimizi gizlemeye çalışarak izliyorduk onları.
Sıra hastalarla görüşmeye gelmişti. Hep birlikte hastaların bulunduğu salona geçtik. Salondaki hastaların genel görünümleri, ilkokul çocuklarının teneffüsteki halleri gibiydi. Kimisi birbiriyle boğuşuyor; kimisi ağız dolusu kahkahayla gülüyor; bazısı elini yüzüne koymuş derince düşünüyordu.
Salona geçerek orada bulunan sıraların en önde olanına üçümüz birlikte oturduk. Arkadaşım hastalarla tek tek konuşuyor bazı notlar alıyor, hemşire ona bilgi veriyor, ben de onları izliyordum. Tam o sırada koşar adımlarla Sinan tekrar yanımıza gelerek beni ittirip yanıma oturdu. Bir sırada dört kişi olmuştuk. Elini tokalaşmak için uzattı ve elimi sıkı sıkı tutarak:
“Adım Sinan, 19 yaşındayım, lise mezunuyum, Sinoplu'yum...annemin adı:......,, babamın adı:......"diye kimliğine ait bilgileri sayıp döktükten sonra masum bir edayla bana sorular sormaya başladı. “Senin adın ne? Nerde okuyorsun? Nerelisin?” gibi birkaç soruya cevap aldıktan sonra son olarak;
“Kaç yaşındasın?” dedi bana heyecanla.
“19” dedim.
Ben yaşımı söyler söylemez neşesi ikiye katlanmıştı Sinan'ın.
“Seni buldum!” diyerek tekrar kahkahayla güldü. “Biliyor musun şimdiye kadar seni arıyordum ben. Yaşlarımız da aynı bak! Ne çok ortak yönümüz var... Birbirimize uygunuz değil mi?” Dedikten sonra tuhaf gülümsemesiyle:
“Hiçbir kötü huyum yok inan ki! İçki içmem, sigara içmem, mazim çok temiz vallahi… kimseye aşık olmadım şimdiye kadar” ve bunun gibi geçmişiyle ilgili bilgileri bana sayıp döktükten sonra kulağıma yaklaşarak fısıltı zannettiği oldukça gür bir sesle:
“Benimle evlenir misin?” Demez mi?
Bunun üzerine etrafımıza toplanıp bizi izleyen diğer hastaların bazısı ağızlarını sonuna kadar açarak, bazısı utangaç tavırlar içinde ellerini yüzlerine kapatarak veya tepinerek gülmeye başladılar. Sinan'ın gururu incinmesin diye gülmemi zor tutuyordum. Ona değer verdiğimi göstermeye çalışsam da salondaki kahkaha tufanı içimi kudurtuyordu. Sinan, kimseye aldırmadan “Cevabını bekliyorum” diyordu. Bu zavallı çocuğa nasıl davranmam gerektiğini, insani sorumluluğumla düşünüyordum.
“Tabi ki Sinan neden olmasın!” diyebilmiştim ancak.
Benim olumlu cevabım karşısında mutluluk içinde el çarpıyordu ki, hemşirenin uyarmasıyla başka bir sıraya geçti ve geçerken bana yüksek sesle:
“Seni bekleyeceğim…İki ay sonra, buradan çıkınca evleniriz tamam mı?” diye seslendiyordu.
Biraz sonra bizimle konuşmak için birbirini itekleyenlerden birisi oturduğum sıranın yanına yaklaştı. Sinan’dan biraz daha büyüktü yaşı. Önüme minicik plastikten yapılmış bir çiçek saksısı koydu ve elini tokalaşmak için bana uzattı. Gözlerini yüzümde bir noktaya sabitleyerek kendini tanıtmaya başladı :
“Benim adım: Abdullah, soyadım:......., 23 yaşındayım, memleketim falan yer,...babamın adı:...., annemin adı:......” diye uzayıp giden özgeçmişinden sonra bir süre düşündü.
Ben o sırada gülme krizine girmemek için kendime hâkim olma mücadelesi içindeydim.
Abdullah aniden emrivaki bir uslûpla:
“Sana okuduğum okulun bölümünü söylemeyeceğim. Bu saksıya bakarak onu sen bileceksin!” dedi.
“Allah Allah, neymiş bölümün? Botanik mi? 'dedim.
Kafasını hayır manasında sallayarak “Hayır!” dedi.
“Biyoloji mi?”dedim. Yine, “Hayır!”dedi.
Bekliyor ve bileceksin diye diretiyordu. Arkadaşım ve Hemşire de bu sorunun cevabını bulmaya koyuldular. Bir ihtimal tuttururum diye tüm bölümleri sayıyordum Abdullah'ın gönlü olsun diye. Matematik, edebiyat, fizik, kimya aklıma gelen bölümleri saymış ama hepsinden hayır cevabı almıştım. Bir süre bekleyen Abdullah, inadından vazgeçerek yavaşça gelip yanıma oturdu.
“Sana iltimas geçeceğim. Bölümümün adını söyleyeceğim ama bir şartla!” dedi. Gülme bombasının pimi çekilmesin diye azami gücümü harcayarak:
“Neymiş şartın?” diyebildim.
“Benimle evlenmeye söz verirsen söylerim, yoksa söylemem!” demez mi omuzlarını silkeleyerek. Artık gülme krizine girme vakti gelmişti, tut tutabilirsen kendini.
İki dakika içinde iki evlenme teklifi almıştım deliler hastanesinde.. Arkadaşımla birbirimize yaslanıp kikirdemelerimize hâkim olamıyorduk artık.
Arkadaşım fısıltıyla kulağıma:
“Kız sendeki şu kısmete bak! Birisi benim yüzüme bakmıyor” deyince ben kendimi bırakmıştım kahkahanın kollarına. Sesimin çıkmasını önlemek için sessiz gülüyordum ama gözlerimden yaş geliyordu.
Son derece fakir bir ailenin çocuğu olan Abdullah, Ankara'ya gelip üniversite okurken hastalanmış. Ziraat Fakültesi'nin Bahçecilik Bölümünde okuyormuş. Bu bilgileri hemire bize fısıldayarak aktarınca merhamet duygularım iyice kabarmıştı.. Abdullah bölümünü bana lütfedip açıklaması üzerine ona da evlenme sözü vermiştim mecburen(!) Ama Sinan gibi hemen kaybolmak nerdeee! Evlenme teklifini kabul edişim üzerine, kâğıtlar dolusu adres, istek, telefon numarası gibi bilgiler yazıp yazıp elime veriyordu. Onlarca adres ve telefon numarası yazdıktan sonra:
“Bunları gidince mutlaka ara ve selamımı söyle! Sana her konuda yardım ederler tamam mı?” diye tembih etti. Verdiği isimlerin hepsi de kendi dersine giren profesör ve doçent gibi akademisyen isimleriydi. Üzülmesinden korktuğum için onun her dediğine insani amaçla "peki!" diyordum.
Sonra hemşirenin ikazlarıyla o da arka sıralara geçip oturdu.
Bizi dinleyen diğerleri ise birbirlerini itekleyerek birisi bisküvi, birisi şeker uzatıyordu elime; bir diğeri resim gösteriyor derken hangisine ilgi göstereceğime şaşırmaktaydım. Onların dünyalarına ulaşmamın imkanı yoktu ama sevgiyle yaklaşmanın en güzel davranış olduğunu biliyordum. Onlarla mümkün olduğunca ilgiyle sohbet ederken arkadaşımın röportaj işi bitmişti. Gitmek için ayağa kalkıp hemşireyle vedalaşmamızın ardından birde ne görelim; deli denilen sevgi yoksunu o insanlar, en önde Sinan olmak üzere peş peşe dizilerek, tiren vagonu gibi birbirinin sırtından tutunmuş halde hastane koridorunda bana el sallıyorlardı.
“Güle güle Asumaaaan!.. Güle güle Asumaaaan!.. Güle güle Asumaaaan!... '
Koridor inliyordu seslerinden. Gülmek bir yana bu vefa gözyaşlarıma hâkim olamamıştım.
Hemşire’ye “Bunlar her gelene böyle evlenme teklifi mi ediyorlar?” diye sorduğumuzda,
“Siz güler yüzlü davranıp onlara acıyarak değil değer vererek baktığınız için böyle davrandılar” demişti.
Aradan otuzbeş yıl geçmesine rağmen hâlâ taptaze duruyorlar hatıralarım arasında. Onlara evlenme sözü vermekle iyilik mi etmiştim yoksa umut vererek kötülük mü etmiştim bilmiyorum. Benim küçük bir tebessümüm ve ilgim karşılığında hayatlarını paylaşacaklardı benimle. O gündür bu gündür ilginin ve sevginin engin gücü üzerinde derin derin düşünürüm hep. Onlar yeterli ve dengeli sevgiyi, ilgiyi görselerdi acaba bu duruma düşerler miydi?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.