Fatmagül Abacı
Hayatın Çocukları
Hayatın çocukları doğarken ağlarmış. Lakin bu ağlama dünyaya uyum sağlama anlamında bir ağlama. Nefes almak ve dış dünyada ki duruma uyum süreci başlamış oluyor.
Peki insan büyümeye başladıkça ağlamaz mı ? Sadece bebeklikte ve çocukken mi ağlar? Elbette ağlar. Ve yine dünyaya uyum için uğraşıp, çaba göstermesine rağmen boyunu aşan işlerle karşılaşınca, acı yaşayınca, kayıplar yaşayınca, hırsından, bir türlü beceremediği ama yapmak durumunda kaldığı sürelerle karşılaşınca , sevip kavuşamayınca… Örnekleri çoğaltmak mümkün.
Dünyaya isteyerek gelmiyoruz diyorlar oysa milyonlarca sperm arasından en güçlü ve en sağlıklısı yumurtaya ulaşabiliyor. Demek ki her insan bir şampiyon olarak doğuyor aslında.
Şimdi doğduğumuz şartlar her ne olursa olsun; doğuyoruz, yaşıyoruz ve ölüyoruz. Lakin araları nasıl doldurduğumuz ve ne şekilde yaşadığımız bize bağlı gelişir. Yaşamda ana hatlar bellidir, yol ayrımlarını nasıl dolduracağınız tamamen size bağlı.
***
Geçen gün arkadaşımla Bakırköy’de gezdikten sonra biraz dinlenelim hem de dondurma yeriz düşüncesiyle Mado’ya gittik. Her zaman ki gibi temiz bir ortam güler yüzler bizi karşıladı. Sahili gören kısmına oturduk bir masaya. Sohbete başlamadan siparişler verildi. Siparişimizi genç bir delikanlı aldı. Kendi aramızda konuşurken konu geldi yaşamdan ne beklenir ve ne yapılmalı gibi konudaydık ki dondurmalarımızı genç bir kız getirdi.
Ben her zaman ki gibi iki dilim kesme dondurma, arkadaşım üç renkli vişneli kakaolu ve sade dondurma istemişti. Tam garson kız gidecekken arkadaşım “yaşam nasıl gidiyor “dedi. Kızcağızın bu konuda derdi varmış ki “biz bu dünyaya ceza olarak gönderildik .istediğin hayatı yaşayamıyorsun. Mesela ben şu durumuma bir bakın. benim durumum değişmez.” Arkadaşım “sen ne istiyorsun” dedi. ”ben çalışmak istemiyorum, gezmek hatta dünyayı gezmek istiyorum” deyiverdi. arkadaşım cevher bulmuş gibi “kaç yaşındasın ?” kız gönülsüzce “otuz yaşındayım” dedi.
Bu yaşta bu düşünce şaşırmış vaziyette dinliyorum. sadece “ceza mı ?” diye sesli düşündüm. kızla göz göze geldik. Bir şey demedi. ”Başka bir arzunuz var mı ?” ikimiz birden “sağol “dedik.
Garson kız gittikten sonra hayattan bezginliğini yüzünde görmek mümkün değildi. Güler yüzlü ve tatlı dilli birinin bunları söylemiş olması hayli şaşırttı bizi, birbirimize baktık.” sevgi eksikliği yaşıyor, aynı zamanda da bu yaşta çalışıp hayatını kazanmak istememesi “ dedim, “üstelik dünyayı ceza olarak görmesi için kötü şeyler yaşamış olması lazım.” dedim.
Arkadaşım “hayat herkese bir ders veriyor işte. Bir değer yargısı kazandırıyor, kim bilir ne yaşadı.”
Oysa eskiler hep söyler yaşam yaşadıkça güzelleşir. Dünyayı anlamaya çözmeye çalıştıkça, kazandıkça, sevdikçe, hayatına değer katanlar olduğu müddetçe güzel tabi ki.
***
Önyargı ile yaklaşmalı birine, tanımadan hakkında fikir sahibi olunmamalı. Atomu parçalamak kolay lakin önyargıyı yıkmak ondan daha zor. İnsan yargıya varmadan önyargılı yaklaştığı kişinin ayakkabılarını giyip onun gittiği yollardan gitmesi gerekir ki karar verebilsin. O insan kim bilir ne yaşadı, hangi olaylarla karşı karşıya geldi, hangi insandan nasıl bir tavır gördü de değişti… Bilemeyiz. Şunu unutmamak gerekir ki yaşadıkları insanı yontar adam eder ya da edemez. Ya da farklı konumlara sürükler.
İnsanız her ey bizim için. Acılar, hüzünler, hazanlar, mutlu ya da mutsuz anlar, sevinç ve neşe hepsi bizim için.
İnsanları yargılamayın ki yargılanmayasınız. Çünkü bu dünyada yaşadığın iyilik ve kötülüğün karşılığını görmeden ölmezmiş insanoğlu.
İnsanı o hale getiren mutlak bir sebep vardır. Edepsiz hiçbir şey olmaz. Yani yaşayana değil, yaşatana, yaşadıklarına bakmak lazım.
Yaşam her şeye rağmen güzel. Herkesin hakkını vermesi ve insanca yaşatılması ve yaşaması dileği ile mutlu vakitler dilerim.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.