M.Fatih ERDOĞAN
‘İyi Yürekli Eşek’
Depremi mi, terörü mü, durduk yere kötü olduğumuz komşumuz Suriye’yi mi yoksa Sayın Ulaştırma Bakanının İlimize yaptığı ziyareti mi yazsam diye düşünürken klavyemin başında, ‘beni yaz beni yaz’ diye haykıran bir masal kahramanına uyup; ‘İyi Yürekli Eşek’ masalını aldım köşeme. Umarım beğenirsiniz.
Bir varmış, bir yokmuş. Bol bol süt içenlerin şehrinde bir sütçüyle eşeği yaşarmış. Sütçü, çalışkan ve gayretli bir adammış. Sabahları gün ağarmadan uyanır, gider eşeğini uyandırır, neşeli türkülerle onu yorucu güne hazırlarmış. Uykusunu bir türlü alamayan eşeğin gönlünü almak için çeşitli komiklikler yapar, ona şeker verir, sırtını sıvazlarmış. Eşek bu ya, eşekliği nerden belli olacak? İsteksiz isteksiz bir iki anırır, uykusunu dağıtmak için gözlerini ovdukça ovarmış. Ancak karnı bir güzel doyduktan sonra keyfi yerine gelirmiş. O da başlarmış sahibiyle birlikte türkü söylemeye. Öyle bir gayretlenirmiş ki eşekçik, üstüne yüklenen süt güğümlerinin bile ağırlığını duymaz olurmuş. İki çalışkan arkadaş, horozlar ötmeden, bebekler uyanmadan yola çıkarlar, evlere süt dağıtırlarmış.
— Süüüt… Sütçüüü!
Sahibiyle beraber süt satarmış eşekçik. Akşamlara kadar yorulmak nedir bilmezmiş. Sahibinin cepleri para ile doldukça bir sevinirmiş, bir sevinirmiş ki, anlatamam. Her akşam yatarken; “yarın olsa da işe çıksak” dermiş. Boğaz tokluğuna çalışmaktan, sahibini mutlu kılmaktan başka bir şey akıl etmezmiş zavallıcık. Derken, çalışmalarının karşılığını görmüş sütçü. Zengin olmuş. Adamlar tutmuş. Bir müddet sonra kendisi süt satmaya çıkmaz olmuş. Eşek bu duruma çok üzülmüş. Üzülmüş ama elden ne gelir? Asık suratlı bir adam olan yeni iş arkadaşıyla satışa çıkarken isteksiz isteksiz yürür, eski günlerini içinden acı acı anarmış.
— Hey gidi günler hey, ne mutluyduk o günlerde! Cepte ağırlığımızca paramız, heybemizde batman batman arpamız yoktu ama neşemiz, dostluğumuz vardı dermiş.
Zengin oldukça gülmesini unutan asıl sahibi artık ne kendisini arar, ne de hal hatır sorar olmuş. Bu vefasızlık iyi yürekli eşeğe pek dokunurmuş. Öyle ki, gün geçtikçe sararıp solmaya, zayıflamaya başlamış. İnsan, o sıkıntılı günlerin sadık arkadaşını, dert ortağını, türkü arkadaşını unutur mu? Bir türlü kabullenemiyormuş bunu...
Derken, sıskalıktan kaburgaları birbirine geçer olmuş hayvancığın. O kadar zayıflamış ki, değil sabahtan akşama kadar dolaşmak, ayağını bile kımıldatamaz olmuş. Dünya hali bu, hastalık, düşkünlük olmaz mı? Ama asık suratlı adam halden anlayan biri değilmiş. Eşek kırılıp döküldükçe, acıma dilendikçe basarmış tekmeyi, sen misin tembellik eden diye. Üstelik ağır sözler söylermiş :
— Seni uyuz hayvan seni! Demek bütün niyetin sahibini iflas ettirmek, geber de kurtulalım bari! Aman zaman bilmeyene hal anlatmak ne mümkün?.. İki gözü iki çeşme, öksürüp aksırarak, derdini anlatamadan bir köşeye çekilirmiş kara yazgılı eşekçik.
Asık suratlı adam attığı dayaklar yetmezmiş gibi tutmuş eşeği sahibine şikâyet etmiş.
— Aman efendim, ne uyuz hayvan bu? Üstelik her gün hasta, naz ediyor ama kime? Böyleleri her zaman zarar verir sahibine. Bana kalırsa, çalışmayana ekmek olmamalı. Satalım, başımızdan atalım, gitsin!
Parasına para katmaktan başka bir şey düşünmeyen eşeğin sahibi, eskisi kadar düşünceli, iyi huylu değilmiş. Üstelik bir sinirliymiş, bir sinirliymiş ki, ne söylense bağırır çağırırmış! Adamını dinledikten sonra iri iri açılmış gözleri :
— Ne demek diye gürlemiş. Benim evimde para kazanmadan yan gelip yatmak, ha? Olmaz öyle şey! İşine gelmiyorsa, defolsun! Biz kimsenin bedava bakıcısı değiliz!
Zavallı hasta eşek pencerenin altında sahibinin bu sözlerini duyunca yüreğine inecekmiş nerdeyse.
— Yok, vallahi kalamam burada! Bu kadar vefasızlık sığmaz benim mantığıma demiş kendi kendine, üzerinden güğümleri atıp ormana doğru kaçmış...
Tanrı bir kapıyı kaparsa bir kapıyı açar elbet. Eşek gözyaşları içinde söylene söylene yürüye dursun, yolda ufacık bir torbayı bile taşıyamayan ihtiyar bir çiftçiye rastlamış. Hani, insanlara bir daha yanaşmayacağına söz vermiş ama yufka yüreği dayanamamış yine. Kendi hastalığını, halsizliğini unutup seslenmiş :
— Çiftçi baba, çiftçi baba, istersen torbanı yükle sırtıma. Kaldıracak halin yok belli. Sana yardım edebilirim belki…
Çiftçi o kadar sevinmiş ki, hayvanın boynuna sarılmış, torbayı sırtına atmış.
— Eşek kardeş, belli, seni Tanrı gönderdi... Sağ olasın! Ama sen de ne kadar zayıfsın. Üstelik soluyorsun. Titriyorsun. Besbelli, hastasın. Ama yine de ben, senden daha hasta ve dermansızım.
İki bitkin yolcu konuşa konuşa bir kulübeye gelmişler: ihtiyar sırtından torbayı indirirken eşeğe teşekkür etmiş :
— Buyur demiş Biraz dinlen. Belki gideceğin yol uzundur.
Eşek üzüntüyle kafasını sallamış :
— Gideceğim yer yok ki!
— Ya evin barkın?
— Yok... Yok!
Başlamış başından geçenleri birer birer anlatmaya. Sözlerini bitirirken,
— Tanrı kimseyi benim durumuma düşürmesin, demiş. Artık bundan sonra bir köşeye çekilip ölümümü bekleyeceğim.
Kafasını uzun uzun kaşımış sevimli ihtiyarcık :
— Doğrusu sevgili eşek, demiş. Hikâyen pek acıklı ama ne yaparsın, dünyanın hali bu! Sen de fazla duygulusun belli. Bir dostun seni terk etti diye bu dünyayı terk etmeye değer mi? Gel, burada kal. Yemeğime ortak ol. Kıt kanaat geçinir gideriz. Üstelik biz arkadaş değerini biliriz.
Pek sevinmiş eşekçik. Yüreğine su serpilmiş. Mutlulukla ihtiyarın evine yerleşmiş. Neşeli günler yaşamaya başlamışlar. Günler ayları, aylar yılları kovalamış.
Bir gün kentteki zengin sütçünün varlığını kaybettiği, yorgan döşek hasta düştüğü haberi ortalığa yayılmış. İhtiyar :
— Sana ettiğini buldu demiş eşeğe.
Ama eşeğin yüreği acıyla burkulmuş. Sormuş soruşturmuş. Eski sahibine kimsenin bakmadığını, pek zavallı bir durumda son günlerini saydığını öğrenmiş.
— Ne de olsa eski dost, varayım helâlleşeyim. Bir yararım dokunur mu sorayım demiş.
Yola düşmüş. Ölüm döşeğinde bulmuş eski sahibini. Gitmiş, öpmüş ellerini.
Sahibi önce tanıyamamış. Ama dikkatli bakınca sevinçle boynuna atılmış :
— Gel, benim eski dostum gel demiş. Şu zavallı sahibini bağışla. Anladım ki arkadaşlık,
dostluk parayla ölçülmemeli. Doğrusu, sen eşekliğinle iyi ders verdin bana. Yalvarırım, sana yaptıklarım için beni bağışla! Demiş ve ruhunu teslim etmiş.
İnce duygulu eşek, sahibinin başında uzun süre ağlamış. Son görevlerini de yerine getirdikten sonra çiftçinin yanına dönmüş.
İhtiyar çiftçi onu sevgiyle karşılamış ve demiş ki: Sevgili dostum, hoş geldin! Doğrusu soyluluğun gözlerimi yaşartıyor. Başkası olsaydı gitmezdi. Oysa sen başkalarından çok değişiksin. Böyle hiçbir karşılık beklemeden sevmek ve başkalarına yardımcı olmak çok güzel ama maalesef böyle davrananlara “EŞEK” deniyor günümüzde…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.