Ahmet Doğan İLBEY
MADDÎ LEZZETİN Mİ PEŞİNDEYİZ, MÂNEVÎ LEZZETİN Mİ?
Hangi lezzetin peşindeyiz? Dünyevî ve maddî lezzetin mi? Kalpleri mâveraya kanatlandıran ulvî lezzetin mi? Müptelâ olduğumuz lezzetin ne olduğu kişiliğimizi ele verir. Nasıl bir hayattan zevk aldığımız ve derûnumuzun ne olduğu peşinde olduğumuz lezzetin ulvî mi, yoksa dünyevî mi olmasıyla anlaşılabilir. Fânî ve maddî lezzetlerin peşindeysek mideye ve bedene hizmet eden lezzetlerle aramız iyidir. Ulvî ve bediî lezzetlerin peşindeysek lezzet istikametimiz Müslümancadır. PEŞİNDE OLDUĞUMUZ LEZZET NE İSE BİZ DE O’YUZ
Hz. Mevlânâ’nın (Dîvân-ı Kebîr) üslûbuyla söyleyelim: Peşinde olduğumuz lezzet ne ise biz de o’yuz! Tatmadan edemediğimiz lezzet hangisi ise, meşrebimiz ve insan derecemiz de o’dur. İnsan lezzet aramaktan vazgeçmez. Amenna! Ehl-i dilin hasbıhalinden feyz almak da, tasavvuf menşeli bir türkü, bir şarkı dinlemek de lezzettir, anlayana. Pervâne gibi ateşte yanmak da, ilim yapmak da, ulvî hüzün de lezzettir, bilene. Günah işlemek de, çok paraya sahip olmak da, mide ve şehvet düşkünlüğü de şeytanî ve hayvanî lezzettir. Allah’ı ve bediî olanı arayan şiir de şairlik de bir lezzettir. Dostlukta ulvî muhabbet hâsıl oluyorsa, sohbette mânevî cezbe oluşuyorsa bunlar da rûhî lezzettir.
DÜNYEVÎ Mİ LEZZET Mİ İRFÂNÎ LEZZET Mİ?
İslâm irfanının lezzetleriyle dünyevî lezzetler birbirine benzemez. İlki ulvî aşk lezzeti, ikincisi kalbi öldüren zehirli lezzet… İmâm-ı Gazâlî Hazretlerine göre kalbimizle aldığımız lezzetler kalıcıdır. Çünkü kalbin lezzeti mârifetullahtır, yâni Allah’ı tanımak lezzeti… Allahü Teâlâ’yı tanımak gibi hiçbir lezzet yoktur. Kalbî lezzetlerden biri de ilimdir. İlim ve mârifet, his ve şehvet lezzetlerinden kuvvetlidir. (Kimyâ-yı Saâdet-Mutluluğun Hazinesi, s.771-776)
LEZZET TERCİHİMİZ NEFSANÎ MÎ RÛHÎ Mİ?
Bediüzzaman Hazretlerinin “Sözler” kitabının “Onüçüncü Sözün İkinci Makamı”ından (s.129-131) kıraat ettiğimiz lezzet mevzuu, kendinden emin Müslümanın dahi üstesinden gelemeyeceği kadar nefsi esir alan bir mesele. Bu sebepten dolayı meşru lezzetlerin peşinde olmamızı istiyor. Ona göre lezzet iki türdür: Nefsanî ve rûhanî. Sadece beş duyuda değil, akıl, kalp ve ruh gibi lezzetler var. Zehirli dikenler hükmünde olan gayr-i meşru lezzetler akıl ve kalp gibi latifeleri söndürür. İnsanın nebatî, hayvanî, insanî ve imânî olmak üzere dört yönü vardır. Yemesi, içmesi itibariyle insan nebâtîdir. Şehvetî, gazabı itibariyle hayvanî bir tarafı var. Akıl ve vicdan gibi duyguları ile insandır. Allah’a ve âhirete îmanı yönüyle de mümindir. Nebatî ve hayvanî duygular kördür. Hakiki lezzet yalnız îmandadır. Zevâl-i lezzet elem olduğu gibi, zevâl-i elem dahi lezzettir. Dünyanın lezzetleri helâl dahi olsa fânî, mârifet ve irfan lezzetleri ruhun ve kalbin gıdası olduğu için ebedîdir.
NEFSANÎ VE MODERN LEZZETLER HAYATI KUŞATIYOR
Nefsanî lezzetler hayatı kuşatmış vaziyette. Kalp lezzetlerinden mahrum olanlar modern lezzetlerin peşinde… Çevrenize ve televizyon haberlerine bakın; çeşit çeşit yemekleriyle ve hayâsız eğlenceleriyle tanınmış tâtil mekânlarına koşanların sayısı gün geçtikçe artıyor. Demek ki modern kapitalizmin lezzet ideolojisi hızla yayılıyor. Nefsanî lezzet modern-seküler hayatın bir parçasıdır ve bedene hitap eden lezzettir. Başkasına kötülük etmek de modern dünyanın lezzetlerindendir. Batı’nın sinema filmleri öldürme ve kötülük etme lezzetleri üstünedir.
MÜSLÜMANLAR MİDE LEZZETİNİN KISKACINDA
Aynı din dairesinde olunsa da kişilerin lezzet tercihleri farklı olabiliyor. Müslüman kimi örnek alacak? Hz. Mevlânâ ve Yûnus Emre Hazretleri gibi aşk ehlini mi? Yoksa mal, servet, makam gibi dünyevî lezzetlerle birlikte, mide lezzetlerine kapılmış besili Müslümanı mı? Yemek, içmek, mal-mülk gibi lezzetlere mânevî lezzetlerden daha çok önem veren Müslümanlar kusura bakmasınlar, onları ulvî aşk ehlinden ve Ebu Zer Gıffarî Hazretlerinin meşrebinden sayamayız.
YEMEK LEZZETİNİ KUTSAYAN ANLAYIŞ: “GASTRONOMİ”
Az yiyen, ulvî hüzün ve kanaat sahibi Hazret-i Peygamber Efendimiz’in ümmetinden olan insanların, “iyi yemek düşkünlüğü, yemek bilimi, yemek sanatı” mânasına gelen, yemeği âdeta kutsayan ve âyin hâline dönüştüren “Gastronomi” nin takipçisi olması esef vericidir. Gastronomi, Batı menşeli modern tüketim ideolojisinin bir koludur. Müslüman millete mensup insanların, “Lezzet ve yemek festivaline yetişin!”, “Yeme içme festivalinin en güzeli burada!”, “Gelin mutfağın müthiş cazibesine kapılalım!” gibi mide hazzına çağıran lezzet stantlarında yemek seçmesi asaletlerine zül getirmektedir.
İNSAN-I KÂMİLLER MUHABBET LEZZETİNE MEYLEDERDİ
İnsan-ı kâmillerin her dem tattığı lezzet nasıl bir lezzettir? Tatmış olanı bulup öğrenmek lâzım. Bu gönül inşacılarının tattığı lezzeti tatmayanlar modern lezzetlere esir düşmüş ahmaklardır. Müslüman şairlerin büyük atası Fuzûlî’nin peşinde olduğu lezzeti tadan kaç kişi kaldı? “Muhabbet lezzetinden bi-haberdir zahid-i gâfil / Fuzûlî aşk zevkini zevk-i aşkı var olandan sor.” Diyor ki: Ne bilsin muhabbet lezzetini ham sofu. Aşk lezzetini, aşkın nasıl bir lezzet olduğunu onu tadandan sor. (Fuzûlî Dîvanı Şerhi, Prof. Dr. Ali Nihat Tarlan)
“MİDE SALTANATINA BOŞ VERENLER” DEN OLMAK
Fânî lezzetlerden kurtulup, ulvî ve tefekkürî lezzetlere vâsıl olan üstad Necip Fâzıl gibi “Eti zehir, yağı zehir, balı zehir dünyada / Bütün fânî lezzetlere darılmadan geçilmez” diyenlerden, Abdurrahim Karakoç gibi “Nefsi üçten dokuza boşayan er yiğitler / Mide saltanatına boş verenler merhaba” diyerek mide lezzetlerine eyvallah etmeyenlerden ve ehl-i dil meclislerinde, gönül tâlimi yapılan kapılarda lezzet arayanlardan olmak gerek. ([email protected])
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.