Zekeriya Çakabey
ORTAK DEĞERLER VE OKUMA SEVDASI
İnsan tek başına olduğu zaman veya tek başına kalmayı sevdiği zaman, bunu yalnızlık olarak görürler. Hatta biraz da değişik bir gözle bakarlar.
Okumayı, okuma sevgisini alışkanlık haline getiren bir insan yalnız değildir hiçbir zaman. Çayını yudumlarken, kendinden geçercesine kitabının üzerine kapanmış birisinin kiminle, nerede olduğunu bilemezsiniz.
Gündüz sıcağının arkasından, suyun sazağıyla serinleyen dev çınarın altında Goethe’nin Faust’unu bitirmeye çalışırken, vakitte gece yarısını geçmişse, mutlaka bir büyüğünüzün sözüyle koparsınız okuduğunuz kitap sahifelerinden. Bastonuna çöküştürerek gelip der ki: “Oğlum tek başına niye oturuyorsun, bir derdin mi var?” Derdinin olmadığını anlatırsın. Yalnız olmadığını anlatırsın. Kitabı gösterirsin, bak bur da arkadaşlarım vardı diye. Neyi, ne kadar anlattığın bilinmez ama mutlu da olursun o haliyle seni merak ettiren, yollara düşüren o halinden…
İnsan, Motntesguieu’nun bir sözünü hatırlamadan geçemiyor: ”Okumayı sevmek, hayatta can sıkıcı saatleri, güzel saatlerle değiştirmektir.” demiş. Bir tatil gününü düşünün. Televizyonda aradığınızı bulamıyorsunuz. Uğraşacak başka bir şey de yok.
Merak ettiğiniz bir konu varsa, çözüm okumak. Ya da uzun bir yolculuk, koltuk arkadaşınla konuşabileceğin ortak bir noktan yok gibi. Ne yaparsın? Tabi, evet, öyle olmalı gibisinden geçiştirme sözcüklerle mi bitireceksin zamanı. Emekli memurları insan her zaman merak ediyor. Çalışırken anlıyorsun da, ya emekli olunca nasıl vakit geçirilir. Hele hele de okuma alışkanlığı yoksa!
Bazen öğrencilerden bir soru gelir. “Size en rahat ettiğiniz, kendinizi mutlu hissettiğiniz yer neresidir?” diye. “Kitaplarımın yanı” dersiniz belki. Ama kaç kişinin kütüphanesi var. Olanlar da delme takma yakıştırmışlar bir yer.Sekiz metre karelik bir yer düşünün. İki metre karesini kitaplıklar kaplamış. Odanın öbür tarafında geniş bir masa, koltuğa zor geçiyorsunuz. Bir de oturabildiyseniz koltuğa iş tamam. Dijital âlemde dondurduğunuz filimler gibi… Yarım kalan kitabınızda ki kahramanların sabırsızlıkla sizi beklediğini görürsünüz.
Kahramanınızla birlikte büyük bir şehirdesinizdir. Sıra beklersiniz kuyruklarda. Vapura binersiniz, vapurdan inersiniz; onunla ölür, onunla dirilirsiniz. Nutuk attığınız olur, tiyatro sahnelerinde. Hep dilinizin ucuna gelip de söyleyemediğiniz sözleri, onunla bir çırpıda söylersiniz. Kara sevdaya da tutulduğunuz olur. Yaşınıza bakarsınız, bir acayip gelir böyle bir sevda… Ama yine de yalnız bırakamazsınız kahramanınızı…
Dağa çıktığınız da olur. Teksiniz ama yalnız değilsiniz. Konunuz ağaçlardır, kuşlardır,
kayalar ve börtü böceklerdir… Doğadaki her canlının yaratılmasının farklı bir gayesi olduğunun farkına varırsınız. Hayata farklı gözlüklerden bakmaya başlarsınız. Dünyanız yeniden şekillenir.
“En iyi kitapların okunması, geçmiş yüzyılların en büyük insanlarıyla konuşmak gibidir.” der Descartes. Descartes böyle der de; siz boş durur musunuz. Ulubatlı Hasan’la beraber dikersiniz bayrağı; Sütçü İmam’la beraber kaparsınız silahı; şiir olursunuz Necip Fazıl’la. Arıların çintim çintim topladıkları çiçek özü misali. Farkında olarak ya da olmayarak aldığınız bu değerler yeni bir ruh oluşturur benliğinizde. İşte sizleri: Savaş, sel, yangın, deprem gibi afetlerde bir araya getiren, meydanlara sürükleyen ruhta bu ruhtur.
Sazı başka, sözü başka insanların arasında yalnız değilsiniz artık. Kalabalıklarda yalnızlık çekmeyeceksiniz. Ya da insanları ve sosyal iletişimlerinizi sadece sanal alem de aramayacaksınız. Okuma sevdası ve sürekliliğinin sonunda, her kitap bize yeni bir ufuk açacaktır. Doğru ve çok yönlü okuma bizi değiştirecektir. Olaylara bakış açımızı
değiştirecektir. Bazı değerler etrafından baktığımız zaman insanlara, bizleri meydanlara sürükleyen ortak bayrak sallayacak, ortak marşlar söyleyecek, çimlerin üzerinde sabahlara kadar nöbet tutturan ortak değerlerimizin olduğunu göreceksiniz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.