Gül Ayşe Yetmez
Taht-ı Dara
Pers Hükümdarı Darius un yazlık sarayına bakarken, yani kalmış harabelerine ve bir yandan bilmem kaç on yüzyıl geride yaşayanları gözümün önüne getirmeye çalışıyorum.
Etrafımdaki hiçbir çocuk o yüzyılda yaşamak istemez herhalde. Ama zamanının en önde gidenleriydi bu toprakta yaşayanlar.
Mardin’deyim. Taş imparatorluğu. Bu ülke üzerinde en merak ettiğim yerlerden. Sırtını bir dağa vermiş, üst üste bir sürü taş ev. Birinin avlusu diğerinin damı olmuş. Ya da tersi.
Daracık esnaf sokakları ve alabildiğine belediye hizmetlerinden mahrum. Bazı zamanlar fare kolonileri geziyordur muhtemelen. Ağır bir koku. Her yer daracık sokak ve geçitlerle birbirine bağlanmış. Benim gözümle bakan herkes taş, toprak ve toz görür yalnızca.
Taş işçiliğini saymazsanız benim batı köylerim çok daha medeni şartlarda yaşıyor. Taşı hakikaten çok güzel işlemişler. Yekpare nakışlı. Gezdiğim türbelerde anlatılıyor üzerindeki simgeler. Mesela Sultaniye Medresesinin mihrabında ki 5 gül işlemesi İslam dininin beş şartını simgelerken üstünde ki dokuz kemerin cennetin kapıları olduğu belirtiliyor. 33 desen varsa farzlarımızı, 6 desen varsa imanın şartlarını simgeliyormuş… Erzurum da tanıştığım beyefendi, Mardin Midyatlı olduğunu söyleyip son taş ustasının oğlu olduğunu belirtmişti. Doğruymuş. Şu anda kentte eski taş ustalarından hiç kimseler kalmamış.
Şehir iki bölüm. Eski ve yeni. Eski şehir söylediğim gibi tarihi taş binalar, toz ve topraktan ibaret. Pardon ara ara yeşillik ve bol miktarda restorasyon çalışması var. Yeni şehre gelince acil olarak şehir plancılarına ihtiyaçları.
Şehir merkezi nüfusu 100 binin altında.Kızıltepe ilçesi Mardin den büyük. Civar araziler elbetteki yapılaşmanın getirisi olarak kıymete binmiş. Yani zamanında hayvan otlattıkları ve kimsenin itibar etmediği topraklar şimdilerde epey kazanç kapısı. Buna birde son zamanlarda iyice gelişen bahçe kültürünü de ekleyin. Meyvelerden özellikle kiraz ve ceviz ağaçları çok revaçta.
Doğu Anadolu illerinden farklı olarak topraklarında bol miktarda meşe ormanı var. Orman dediysem maki formatında. Şehirde markaların satıldığı bir cadde mevcut. Küçük. Yemekler et üzerine. Şehrin içinde bile tandırlar var. Kadınlar buralarda nispeten lezzetli tandır ekmekleri yapıyor. En dikkatimi çeken şeylerin başında bu şehirde otogar yok. Havaalanı mevcut. Emlak çok pahalı oturulabilecek ortalama bir evin fiyatı 200 bin liradan başlıyor.
Yerel halk samimi. Mahalleler Müslüman ya da Süryani diye ayrılmamış. Caddenin bir ucunda camii diğer ucunda kilise var. Ve şehir geleneksel el sanatlarının devamlılığını büyük ölçüde Süryanilere borçlu.4-5 tane çok yıldızlı otel mevcut. Daha da yapılıyor. Şehirde bir adet çok görgüsüz işadamı var. Kendine bir malikane yaptırmış, çift girişli bu evin her girişine kemerli bir geçit ve üzerine varaklı harflerle ismini yazdırmış.
Ve tabii türbe ve medreseler. Sıtti Radviye (Hatuniye ), Sultaniye ve birkaç tane daha şehir içinde şehrin dışında en yakın Sultan Şeyhmus Türbesi..Anadolu’da türbelerde ne yaşanıyorsa tanıdık bildik manzaralar. Kesilen kurbanlar, adaklar, mesire. Dış duvara kocaman uyarı yazıları yazılmış ama yine çokta tasvip etmediğimiz manzaralar. İlk kez şöyle düşünüp müdahil olmadım. Acaba kendi inanç sistemlerinde suyun üzerinden atlanırsa kocamı bulacaklar. Acaba sürtünürlerse çocuklarımı oluyor. Ya da bağladıkları iple kocalarını kendilerine mi bağlayacaklar. Bilemiyorum. Çünkü bana göre bu kadar cahil olmanın da bir okulu olmalı.
“Ne tuhaf bir makine şu insan” der, Nikos Kazancakis, “İçine ekmek, içecek, balık ve turp atıyorsunuz, dışarı iç çekmeler, kahkahalar ve düşler çıkıyor” Katılmamak elde değil.
Eminim benim gibi pek çok insan buraları bir kere görmek yeterli diyordur. Eczaneden hafif bir parasetamol alırken öğreniyorum ki “KOAH” çok yaygın bir hastalık.
12. yüzyıla ait pek çok eser Artuklu dan kalma. Medeniyet beşiklerinden bir merkezin daha medeni yaşayabilmesi dileği ile..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.