Fatmagül Abacı

Fatmagül Abacı

BALAT’IN CUMBALI EVLERİ

Bu hafta oğlumla gelinimi Çarşamba günü aldım, yemeğe. Sofrada otururken ikisi de muzipçe sürekli bana dönüp ”anne nasıl gidiyor? Neler yaptın ?” sorusunu yenileyip duruyorlar. Ben de “iyi çocuklar, işe gidip, geliyorum” diyorum.

Yemekten sonra çay koyma dediler. Çayımızı dışarı da içelim, deyince “iyi “dedim. Aslında hafta içi akşam sekizden sonra mecbur kalmadıkça çıkmam. Ama çocuklar madem istiyor.

Birlikte çıktık. Yürürken siyah bir arabanın önünde durdular. ”Nasıl anne ?” “Anlamamıştım. ”Ne nasıl ?” deyince, ikisinin de gözleri arabayı işaret ediyordu. Arabaya baktım. Siyah sevimli tombiş bir arabaydı. Sağına, soluna arkasına baktım, plakasına baktım. Çok mutlu olmuştum. Onların sevincini görmek lazımdı. Öyle seviniyorlardı ki, bu sevince ortak olup, onları kutladım. İlk kez birlikte bir şey sahibi oluyorlardı. Henüz iki aylık evlilerdi. Birbirlerine bakıp gülüyorlardı. Onları çok seviyordum, bunu hissettirebildiğimi zannediyorum.

***

Arabanın ön koltuğuna buyur ettiler. İç dizaynı da pek hoştu. Siyah ve bordo. Bir öğretim görevlisinden almışlar. İkinci el olması gelin için iyiydi. Çünkü yeni yeni araç kullanacaktı. Aracın yüksek oluşu, onların sevinciyle birleşince, ben de mutlu oluyordum. Sahi arabanın modeli  Nissan Juke ,istedikleri modeldi.

Nereye gitmek istediğimi ısrarla sordular. Siz nereye derseniz oraya , dedim. Daha önce gitmek isteyipte, gidemedikleri yer olarak, Vefa Bozacısını önerdiler. Bozayı severdim. ”tabi ki olur “ dedim. Yol boyunca İstanbul’un ışıklı akşamını seyrediyorduk. Güzelliği ayrı akşamı bir başka güzeldi. Trafik hayret verici derece de akıcıydı. Sahil yolundan geçerken karşı kıyıdaki yalılar, binaların aksi denize vuruyor, kıyıları daha da güzelleştiriyordu.

Arabayı bozacıya birkaç  metre geride yer bularak park ettik. Hafta içi olmasına rağmen oldukça kalabalıktı. Kapıya kadar taşan kalabalığı süzerken, karşısında ki tarihi sevda gazozcusunu görüp gülümsedik.

***

Çocukluğum aklıma geldi. Özellikle Ramazan’da oruçlu iken gazozumuzu alır, iftardan hemen sonra içerdik, kardeşimle. Ve her gün mutlaka bir Elvan Gazozumuz olurdu.

***

Küçücük dükkanda herkes ayaktaydı. Ellerinde boza bardakları sohbet ederek içiyorlardı. Dükkanın içinde sadece kenarlarda oturma yerleri vardı ve birkaç tabure yerleştirilmişti. Girişteki eşikte bulunan mermer öyle bir aşınmıştı ki, çukurlaşmıştı, basılmaktan. Biz de ayakta kaldık . Dışarıda ayaz vardı ve içerde ısınmayı sağlayacak herhangi bir araç yoktu. Bozamızı karton bardakta alıp, tarçınlarımızı döktükten sonra tezgahın önünden çekildik. Cam bardakta serviste vardı ama karton bardak seçeneği bize daha  sağlıklı geldi. Oğlumda leblebiyi karşıda ki kuruyemişçiden alıp gelince boza içmenin lezzeti başlamış oluyordu.

Etrafı incelerken yüksekçe, duvara monte edilen mini bir oymalı raf gözümüze ilişti. Rafın üstünde büyükçe cam bir fanusun içinde , yükseltilmiş bordo bir yastık ve üzerinde tabanı ve yarısına kadar metal işlemeli ,metal kulplu bir uzunca bir cam bardak vardı. Rafın altında küçük bir tabela ve üzerinde Atatürk yazısı vardı. Aralık ayında ölümünden bir yıl önce geldiğini internetten araştırarak tespit ettik. Öğleden sonra 04:02 ‘de gelmiş.

Buraya ilk gelişim değildi aslında. Birkaç kez daha gelmiştim ama her seferin de kalabalıktan arabada içmek zorunda kalmıştık.

Oturduğu yerin hemen üstüne konuşlandırılan bardağın altında boş yer olunca biz de oraya geçtik. Duvarda ki tabloların çok eski olduğu belli oluyordu. Bir duvar boydan boya raflarla bezenmiş ve üzerinde sirkeler çok güzel dizilmişti. Kapı girişinin yanında ki duvarda boza tarifi ve sertifikalar ve tarihçesi yer alıyordu.

Bu ekşimsi sıvı içeceğin darı irmiğinden yapıldığını yazıp, tarifini  veriyor hemen yanında da fiat tarifesi vardı. Ve bir bardak boza üç liraydı.

***

Bozacıdan çıktığımızda Balat’ta biraz sahil yürüyüşü yapalım istedik. Hava gerçekten soğuktu. Sıcak arabanın içini bırakıp, soğukta yürümek cazip gelmese de sağlık için yürüyecektik.

Arabayı park yeri ararken Balat’ın göz alıcı kafelerinin ışıkları, eski binaların muhteşemliği, cumbalı evlerin akşam serinliğinde ki duruşları dikkatimizi çekti. Flimlerin, dizilerin çekildiği sokaklar… Arabayla turlayalım sokakları istedik. Sarmaşıkların sardığı evler, boş evlere de denk geldik. Sokaklar hep yokuşlu değilse bile meyilli idi. Çok sessizdi. Dolaşan pek kimse yoktu ve saat onu gösteriyordu. Sadece  kafeler de insanlar sakin oturuyor sohbet ediyorlardı.

İnşallah bu güzel evler ve bu dar sokaklar doğallığı bozulmadan koruma altına alınır. Çünkü o güzelim dış kapılar, pencereler, renkli cumbalar, dantelli  pencereler, girişlerdeki birkaç basamağın mahsun hane içindekileri bekleyişi…Film ve diziler de gördüğümüz evden eve çamaşır serme seramonisi…

Daha fazla gezemedik ,cumbalı,  her hikayesi ayrı olan evleri. Bir gündüz vaktine sakladık. Kısmet olurda gideriz, trafiğe yenilmediğimiz bir gün…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Fatmagül Abacı Arşivi

Nebi

17 Ekim 2024 Perşembe 17:13