BİR ‘AKŞAMA NE LAZIM’ HİKÂYESİ

Eşimin siparişi olan üç beş parça eşyayla marketin kasasına geldim. Kasanın önü çok kalabalık değildi. Önümde üç kişi vardı, birazdan sıra bana gelecek ve ben de muzaffer bir komutan edasıyla aldığım eşyaları kasiyer kızımızın ürünleri rahatça okutacağı tezgâhın üzerine koyacağım ve ‘sıradaki müşteri’ olarak tarihe geçeceğim.

Bunun için önce ürünler okutulacak, sonra kasa ürünlerin fiyatını alt alta, üste, yan yana, diz dize neyse toplanacak. Böylece benim aldığım ürünlerden dolayı markete olan borcum, yani günahım ortaya çıkacak ve ben de bu günahı, aybaşındaki üç kuruş emekli maaşımdan tahsil edilmesi için peşin peşin kredi kartına borçlanacağım. Aldığım ürün, aynı zamanda gelecek ayki emekli maaşımın eksilmesine sebep olacak demektir. Vay be üç beş ürün alıyorum ama tam bir hikâye yazabiliyorum.

Birinci müşteri ödemesini yaptı. Gerçi 25 kuruşluk poşet ücretini ödememek için üflesen parçalanacak poşetlere eşyayı zor sığdırdı ama olsun. İkinci müşteri bir anda birinci müşteri oldu ve ödülü aldı.

Sonra diğer müşteri ve son olarak da lider koltuğuna ben oturdum. Sepetimdeki eşyaları kasiyer hanım kızın tezgâhına bıraktığım anda, kulakları tırmalayan, sinirleri altüst eden acı bir siren sesi duyulmaya başlandı ve ben kulağımı mı kapatacağımı, gözümü mü kapatacağımı bilemedim.

Ne oluyoruz?

Bendeki şansa bak, ya yangın çıktı ya da bir tatbikatın tam orta yerinde kaldım. Siren sesiyle birlikte bir anda kasiyer hanım kız yerinden kalktı, koşar adımlarla izbandut gibi üç siyahi arkamda bitiverdi. Şok oldum, bir anda kendimi Amerika filmlerinde sandım. Siyah takım elbiseli, siyah gözlüklü üç adama ‘zenci’ deyip, belki de içimde (benden bile habersiz) gizlenen ırkçı duygularımı ortaya koymayacağım. ‘Siyahi’ diyeceğim. Kibarca ve insani bir şekilde derisinin rengini değil, bana olan yansımasından bahsedeceğim. Ama o da ne bunlar zenci menci değil, bizim aşağı mahallenin esmer çocukları.

Ben daha ne olduğunu çözmeye çalışırken, marketin sorumlu müdürü de üç esmer çocuğun yanından yanıma gelerek, mesafeyi de bir kenara atarak elini omuzuma koydu. “Beyefendi, arkadaşlar size yardımcı olacak, siz rahat olun. Sakın telaş etmeyin” dedi.

Yahu niye telaş edeyim, evim iki sokak aşağıda, aldığım üç beş parça eşya. Çok şükür alacak param, taşıyacak gücüm var.  Yine de ayna olsaydı kendime bakardım, yardım alacak bir tipim mi var, alil, zavallı, mağdur, ezik, büzük, çizik mi gözüküyorum. Tamam emekliyiz ama mihrap yerinde duruyor. Ama adam bana “beyefendi” demişti. Şimdi bunu bozmanın âlemi yok. Üç izbandut yardım etsin, adamlar maaşını böyle böyle çıkaracak demek ki.

Aldığım ürünler kasadan geçti, poşetlendi, ödemeyi yaptım tam marketin kapısına çıkıyordum ki, önümde bir zırhlı araç zırınk diye durdu. Az daha ya ben ona çarpacaktım ya o bana. Her ikisinde de zırhlı araca bir şey olamayacak, benim pestilim çıkacaktı. Neyse ki aşağı mahallenin esmer çocukları beni turşu olmaktan kurtardı. Zırhlı aracı geçip evime gideyim diye uğraşırken, zırhlı aracın kapısı açıldı, içinden ağır silahlı polise benzer ama polis olmayan adamlar çıktı. Bunlar daha göbekli ama daha irikıyımdı. Zırhlı aracın kapısının tam önünde durup, benim araca binmemi rica ettiler. Bunu derken de arkamdaki üç izbandut bana yardımcı oluyor, silahlı adamların gözleri uzakları dikizliyordu. Yahu neler oluyor, rüya mı görüyorum, gizli kamera şakasına mı uğradım. Yoksa bende gizli bir güç var ve ilk kez bu gücün farkına varanlar mı var?

Çaresiz zırhlı araca bindim ama ellerim titriyor, kalbim çarpıyor. İçimden bildiğim bütün duaları okuyorum. Bunlar FBI’dan mı, CİA’den mi, Mosad’dan mı yoksa tamamen yerli ve milli MİT’ten mi anlamadım. Hem Türkiye’de yaşıyoruz, yabancı ajanların ne işi olur, olsa olsa sivil polis ya da MİT’tendir. Belki de çok özel güvenlik görevlisidir.

Elimdeki poşeti sıkı sıkıya tutarak, silahlı adamlara bakıyor, gözlerinden, yüzlerinden, mimiklerinden olanları anlamaya çalışıyorum. Yok, adamlarda ne mimik var ne de okunan bir yüz.

Nereye gidiyoruz, bu adamlar bana ne yapacak. Ya öldürüp bir köşeye atarlarsa. Bu yaştan sonra niyazi olup gideceğiz demek ki. Bari eşimi arasaydım, çocuklarımla görüşseydim, torunumun sesini duysaydım. Telefon iznim var mı, eşimi son bir kez görme şansım olur mu ki…

Bunu öğrenmek için sormak lazım ama beton suratlı adamlara bir şey sorulmuyor ki, sorsan da duyacak gibi değil, duysa da cevap verir mi, bilmiyorum. Denemek lazımdı, ben de denedim.

Sesimi ben bile duymazsam da kısık sesle de olsa “Ne… ne…re..ye gi..di..yo..ruz” diyebildim. Eli silahlı adamlardan birisi gözünü yolda ayırmadan ve başını bile çevirmeden, “eve” dedi. Kimin evine, ev derken kodes mi, sorgu odası mı, zindan mı, işkence hane mi, yahu ben ne yaptım ki aklıma kötü kötü şeyler geliyor. Evse bizim ev. Bizim evse siz ne kardeşim ben gidemiyor muyum?

Zırhı aracın kulakları tırmalayan siren sesi eşliğinde çok net görmezsem de parmaklıklı bölmeden görebildiğim kadarıyla bizim sokağa girdik. Sert bir fren sesiyle zırhlı araç durdu, kapılar açıldı, silahlı adamlar aşağıya indi, bana yol gösterdiler. Market müdürü de oradaydı. Demek aracın ön tarafındaydı. Bana teşekkür etti, her zaman beklediğini söyledi, güzel günlerde kullanmam dileğiyle beni uğurladı.

Afallamıştım, ‘neler oluyor?’ diyebildim. 

Son zamanlarda artan fiyatlar nedeniyle bazı önlemler almak gerekmişmiş, üç beş eşyamın içinde Ayçiçek yağı almışım. Hani o tek başına bir şey değilmiş ama bir de bu yetmezmiş gibi zeytinyağı almışım. Buna ne market ne mahalle ne de koca İstanbul dayanabilirmiş.  Bu nedenle kendi çaplarında önleme başvurmuşlarmış, verdiği rahatsızlıktan dolayı özür dilerlermiş miş de miş miş…

Bir adama baktım, bir zırhlı araca, bir kapının önünde bekleyen eli silahlı adamlara, bir de pencerelere doluşan komşularıma, bir de elimdeki poşete.

Ben sadece eşime ‘Akşama ne lazım’ diye sormuştum, oda söylemiş, ben de almıştım. Hepsi bu. Benim suçum, günahım bu. Diğer her şey tamamen benim dışımda gelişen olaylardır. Buraya not edeyim de başıma iş almayayım…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Naif Karabatak Arşivi

Mantı

12 Ağustos 2024 Pazartesi 16:20