Takvim Yaprakları…

Rahmetli babamın belli rutinleri vardı. Takvim yapraklarını her akşam düzenli olarak ve sesli bir şekilde okumak bunlardan birisiydi. Okuduklarının bir kısmına itiraz edense rahmetli annemdi. Aslında takvim yaprağı okuma alışkanlığı çok güzeldi; zihin açıcı, öğretici, sıkmadan, usandırmadan, bıktırmadan bilgilendirici olduğu kadar ufuk açıcıydı da…

Şimdilerde her sabah işe gidenler evde kahvaltı ediyor mu bilmiyorum ama o zamanlar edilirdi. Kamu kurumunda çalışan babam, annemin hazırladığı ve çok da çeşit olmayan ve daha çok yöresel olan kahvaltısını yapar, öyle işe giderdi. Merhum babam oğlunun aksine çayı pek sevmezdi. Günde bir çay ya içer ya içmezdi, sabahları tercihi de süt olurdu.

Bizde kahvaltı süresi biraz uzundu. Herkesin okul saatine göre açık büfe gibi belli saate kadar devam ederdi. Sonra da tabii ki annem öğle yemeği hazırlığına başlar, öğle yemeğine gelen babam veya okuldan gelen bizler sofraya kurulurduk.

O tarihlerde işyerlerinde yemek olmazdı, işyeri çevresinde yemek yenecek yerler de pek bulunmadığı için çalışanlar 1.5 saatlik öğle arasında servisle (toplu taşıma da yoktu) eve gelir, yemeğini yer, dinlenir, sonra da giderdi. Şimdi yemekhaneye bile o süre yetmiyor!

Babam her akşam eve geldiğinde, günü bitmiş sayar ve o günkü takvim yaprağını koparırdı ama bunu bir zevke yapardı. Adeta bir törenle; günün bütün yorgunluğunu o yaprakla atardı. Bütün stresi, bütün sıkıntısı o yaprakla birlikte koparılıp atılırdı ve omuzundan bir gün inerdi, bir yük kalkardı, yeni bir umut doğardı yüreğinde ve bu umut yansırdı yüzüne.

Her gün duvarda asılı olan takvimden bir yaparak eksilirdi. Her gün ömürden bir gün gider, hayatımızdan bir sayfa koparılırdı. Acaba o yapraklar koparılmasa hayatımız yerinde sayar mıydı, biz hep çocuk olarak kalır mıydık, olsaydı ne güzel olurdu…

Bilindiği gibi takvim yapraklarının bir ön yüzü, bir de arka yüzü olur. Takvimine göre, ön yüzünde ve arka yüzünde bilgilendirici konular yer alırdı.

Tabii ki öncelikle hicri ve miladi takvim bilgisi olurdu. Hicri ay ve gün daha küçük, miladi ay ve gün daha büyük bir şekilde. Bir de dünyanın güneş çevresindeki hareketleri yerine ayın tam devrelerinitemel alan kameri takvim de bulunurdu.

Ve her yıl aynı günlere denk gelen meteorolojik olaylar; soğuk, sıcak ve cemre (köz düşmesi) zamanları yazılırdı.

Ve kıble saat.

O saat hem kıbleyi bulmak hem de daha çok evlerin, camilerin, mescitlerin inşa yönünü belirlemek için kullanılırdı. (Kıble saatinde yere bir çubuk dikilir, o çubuğun gölgesi kıbleyi göster ya da kıble saatinde güneşe dönünce, tam sağın kıbledir.)

Takvim yaprağının ön yüzünde çoğunlukla bir ayet, bir de hadis olurdu. Bir de o güne ait, “tarihte bugün”denilecek kısa bir bilgi yer alırdı. Önemli birisinin doğum günü, ölüm yıldönümü, savaş, barış, antlaşma, önemli doğa olaylarının yıldönümü gibi hatırlatıcı bilgiler yer alırdı. Babam öncelikle bunu okurdu, “Bugün Erzincan depreminin yıldönümüymüş” gibi ya da “Kurtuluş Savaşı bugün başlamış” gibi…

Ve asıl tartışma, asıl bilgilendirici bölüm takvim yaprağının arka kısmındaydı…

Takvim yaprağının arka bölümünde çoğunlukla üç kısa bilgi yer alırdı. Bunlardan birisi fıkraydı. Kısa bir anekdot, güldüren ve düşündüren mizahi bir olay ya da fıkra.

İkincisinde o güne ait önemli bir bilgi varsa ve detaylandırılması gerekiyorsa o konu yer alırdı. Yoksa da bir sağlık bilgisi. Mevsimine göre nezle, grip ya da başka bir hastalıkla ve onu yenmeyle ilgili kısa bir not.

Üçüncüsü ise daha çok sosyal konulardı; beşeri ilişkiler, aile ve dostluk üzerine aydınlatıcı konulardı. Bu bazen dini bir bilgi, bazen psikologların tavsiyesi, bazen de daha farklı konular…

İstisnasız hepsini babam bize sesli okurdu. Sesi güzeldi, çok güzel şiir de okurdu. Türkçesi çok iyiydi, şive de hiç hissedilmezdi.

Takvim yaprağındaki konu karı-koca ilişkileriyse ve özellikle de kadının kocasına karşı görevleriyle alakalıysa babam daha bir sesli, daha bir dikkatli ve daha dikkat çekici şekilde okurdu. Hepimiz de dikkatlice dinlerdik, annem de tabii ki…

Kadının görevlerinin aksine, erkeğin eşine karşı görevleri pek olmazdı ya da olmuşsa da biz pek duymazdık. Daha çok kadının kocasına karşı görevi çok sıkça olur ve çok sesli bir şekilde okunurdu.

Annem durur mu, “Senin o takvimin, kocanın görevini neden yazmaz” diye takılırdı, babam da “yazmaz olur mu, olunca okuyoruz ya” derdi ama biz duymazdık!

Hayatımızın önemli bir bölümü “Siyasi dönem” dediğimiz 80 öncesi ve darbe dönemi dediğimiz 80 sonrasına denk geldiği için “siyasi” gazeteleri abilerim alırdı, ben darbe döneminde almaya başladım.

Darbe öncesi evimizde bulunan ve içeriğine bakılmaksızın bütün kitaplar, “yasak” olabilir, başımıza bir iş gelebilir diye annem tarafından bahçeye gömmüştü, hiç de yerden bitmemişti!

Darbe öncesi her şeyi eleştiren gazeteler, darbe sonrası her şeyi öven kâğıt parçasına dönüşmüştü.

En iyisi takvim yaprağıydı. Bir de Hazreti Ali’nin cenk kitapları, Efe romanları ve bazı şiir kitaplarıydı ki siyasi olmayanından…

Babamın kütüphanesinin içeriği bu üçlüden ibaretti; cenk, efe ve şiir…

Babamın ajandası da takvim yaprağıydı. Hepimizin doğum günü ve hayatımızın önemli evrelerinin takvim yaprağı, üzerine not düşülmek kaydıyla saklıdır. Düşünün 60 yıl önce benim doğduğum günün takvimi, üzerinde benim doğumumu müjdeleyen notla birlikte babamdan sonra halen benim arşivimde. Diğer kardeşlerimin de aynı. O alışkanlığın babamdan bize geçmiş olması da bir başka güzellik olsa gerek.

Belki de o nedenle takvim yaprakları hayatımda çok daha önemli bir yere sahiptir. Bir de radyo Tiyatrosu.

Her ikisi de bir gün sonrasını özlemle ve sabırsızlıkla bekletirdi ve her ikisi de hayatımızdan bir günü sessizce alıp götürürdü. En güzeli ise yerine bilgi kırıntısını da bırakır giderdi. Tıpkı annem ve babam gibi. Mekânları cennet olsun…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Naif Karabatak Arşivi

Mantı

12 Ağustos 2024 Pazartesi 16:20