Naif Karabatak
Asgari Ücret Üzerinden Adalet
Ülkenin en az ücreti olarak bilinen asgari ücreti alanı da, vereni de bir türlü memnun etmeyen komisyon çalışmaları başlıyor. Asgari Ücret Tespit Komisyonu bugünlerde ilk toplantısını yapacak. Komisyon birkaç kez toplanacak ve sonuçta ortaya bir rakam çıkacak. Bu rakam yine hiç kimseyi memnun etmeyecek. Çünkü komisyonun kendisi adalet üzerine kurulmadığı gibi, alınan kararlarda da adalet bir türlü tecelli etmemiştir.
Asgari Ücret Tespit Komisyonu, elbette çeşitli bilimsel verilere dayanarak ortaya bir ücret çıkardığını, toplumun tüm kesimlerini temsil edenlerden görüş alındığını ve ortaya nihai bir sonuç çıkartıldığını, bunu belirlerken de hem işvereni hem de işçiyi korumayı esas aldıklarını söyleyecekler. Hep söyledikleri gibi…
Peki gerçekten de durum öyle mi?
Her ne kadar Asgari Ücret Tespit Komisyonunda, işçi ve işveren kesimini temsil eden kesim bulunsa da memnuniyet, tıpkı ücreti gibi asgari seviyede kalıyor. Yine bu komisyonda hükümet kanadını temsil eden, aslında bir hakem görevi gören kesim de yer alıyor.
Öncelikle bakalım Asgari Ücreti kimler tespit ediyormuş?
Asgari Ücret Tespit Komisyonu 15 kişiden oluşuyor.
Asgari Ücret Tespit Komisyonunda hem hükümeti temsil eden hem de işçi ve işveren arasında hakem olan tarafÇalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı ve Çalışma Genel Müdürüdür. Hükümeti temsil eden kişi sayısı toplam olarak beş kişidir.
Sonra işçi temsilcileri gelir, TÜRK-İŞ Genel Başkanlığı.
İşveren kesimini de Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) temsil eder.
Her iki sendikadan da beşer kişi olmak üzere 10 kişi bulunur. Beşi işçiyi korur, beşi işvereni, hükümet kanadında yer alan beşi ise denge unsuru olur.
Aslında hükümet kanadı sadece hakem görevi görmez. Aynı zamanda kendilerinin seçmen kitlesi olduğu için işçiyi, istihdama katkısı, ülkeye ekonomik girdisi ve finansman sağladığı, üretim yaptığı için de işvereni koruma gibi çok hassas bir durumu söz konusudur.
Kısaca her kesim ortaya adaletli bir rakam çıksın diye uğraşır.
Görüntü böyle ama aslı asla böyle değildir.
Ve adaletsizlik de aslında burada başlar.
Asgari Ücret Tespit Komisyonunda “asgari ücretle geçinme” durumunda olan hiç kimse yoktur. Pratikten bakınca işçileri temsil eden bir sendika var, bu doğru ama işçileri temsil eden beş kişiden hiçbirisi, birkaç kişilik ailenin bir ay boyunca asgari ücretle ‘insanca’ yaşayıp yaşamadığının tecrübe etmiş kişilerden oluşmaz. Çoğunun aldığı maaş veya aylık geliri, bir fabrika dolusu işçinin aldığı ücretin tamamından daha fazladır.
Bir başka deyişle, asgari ücretlinin evinin içini, sofrasını, tenceresini, dolabını, cebini, gelirini, giderini pratikte hesaplamaktan çok uzak, yaşayarak görme imkanı olmayan kişilerdir. Bir başka deyişle de sırtı pek, tuzu kuru, karnı tok, işi tıkırında, devesi düzde olanlardır…
İşvereni temsil eden kesim ise ‘patronlar’ olarak bilinir ki, koca bir ilde çalışan herkesin aldığı ücretten daha fazla aylık/yıllık kazanca sahip olan kesimdir.
Asgari ücreti ödeyen bir bakkal, bir kasap, bir manav, küçük bir berber dükkânı, bir gazete, bir avukat, bir doktor olarak düşünmek, olayı analiz etmeye engeldir.
Öncelikle ülkede asgari ücretle maaş ödeyen bir kamu kurumu bulunmaz. Tamamına yakını özel sektördür. Yaklaşık 7 milyon yüz bin insan, asgari ücretle geçimini temin eder. Bu rakam, öyle küçük bir rakam değil, 3’le çarptığınızda 21 milyon 300 bin kişiyi, 5’le çarptığınızda ise 35 milyon 500 bin kişiyi kapsar. 86 milyonluk bir ülkede 35 milyon 500 bin kişi, asgari ücretle bir ayın sonunu getirmektedir.
Geri kalanlar ise asgari ücretin az üstü, yarım kat fazlası, iki kat fazlası derken, çok az bir kesimin aldığı maaş miktarı 100 bin ve onun çok üzerindedir. Buna 300,500 ve binli rakamları da eklediğinizde, bugün 17 bin 2 lira olan asgari ücreti anlayan ve anlamlandıracak kesimi daha net anlayabiliriz.
Olaya hakemlik eden kesim, yani hükümet kesimi de tuzu kurulardan oluşur. Çoğunun aldığı maaş 100 binden çok fazla, hatta bazısı birkaç 100 bin civarındadır. Buna diğer gelirlerini eklemeden söylüyorum.
Elbette hiç kimsenin, bir başkasının gelirinde, kazancında, yediğinde, içtiğinde gözü olmaması gerekir.
Ancak sorun, adalet konusunda…
Bütün dünyada olduğu gibi, bu ülkede yaşayan herkes de ‘insan’ olduğundan dolayı, doğuştan kazandığı hakka sahiptir ama sahip olduğu hakkı alamayanlar, ne yazık ki alanlardan çok daha fazladır.
Bir hakka sahip olmakla bir hakkı alabilmek arasında dağlar kadar fark var. Tıpkı liyakat gibi, tıpkı hak gibi, tıpkı hukuk gibi, tıpkı eğitim gibi, tıpkı yaşam gibi, tıpkı sağlık gibi..hayatın her alanında, insanlar eşit olarak hizmet almalı, eşit haklara sahip olmalı ama bu eşitlik, adalet kavramıyla sağlanmalıdır.
Herkes eşit değildir, olamaz ama herkese adaletli davranmak pekâlâ mümkündür. Ancak adaletli davranması gereken yer milletin meclisi olan TBMM’dir. Orada da ne yazık ki, her siyasi partili milletvekilinin konsensüs oluşturduğu ve jet hızıyla çıkardığı tek şey kendi maaşlarıdır!Belki de “Ele verir talkını, kendi yutar salkımı” deyimi, bütün siyasi partiler için söylenmiştir!
Asgari ücretli, çalışan ve emekli ise hayatı boyunca ‘doluya koydum almadı, boşa koydum dolmadı’ diye merak edip durur!
Türkiye’de tarihin hiçbir döneminde asgari ücret, aynı zamanda adil bir ücret seviyesine gelmemiştir. Asgari ücrete veya genel anlamda çalışanların ve emeklilerin aldığı aylık ücrete “adil ücret” demek hiçbir zaman mümkün olamamıştır. Çünkü asgari ücreti, çalışanın ücretini veya emeklinin ücretini belirleyen, o ücrete muhtaç olan, o ücretle geçinen, o ücretle eşine, çocuğuna ‘insanca’ bir gelecek hazırlayanlar olmamıştır.Hiçbir zaman da olmayacak gibi görünüyor.
Bu defa da olmayacak, bundan sonra da olmayacak ve aslında bu durum, belirlenen veya belirlenecek ücretlerin miktarından daha önemlidir, daha acıdır, daha umut kırıcıdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.