Mantı

Geçen gün memleketten bir misafirim geldi. Önceden aklıma kalan doğruysa mantıyı çok sevdiğini duymuştum. Eşime, “yemeğin yanına mantı da ekleyelim” dedim ama işe bak. Evde mantı yok, mantı açacak zaman da yok.

İş başa düştü. Gerçek, doğal, el yapımı, fabrikasyon olmayan, içine soya neyim konulmayan mantı aramak da bana kaldı. Hanım yemekleri yapana kadar ben de bir koşu mantı alır gelirdim, ne var ki…

Ne yok ki…

Evimizin tam karşısında yufkacı var. Çok koşmama gerek olmadan merdiven inmeyi ve merdiven çıkmayı göze alsam yeterdi ama oradaki fabrikasyon…

Ev/el yapımı tadında” başka bir şey, ev/el yapımı olması başka bir şeydi…

Yufkacı Levent’e, “Kusura bakma, çok titiz bir misafirim var. Gerçek el yapımı, gerçek ev mantısı lazım. Nereden bulurum” diye sordum, o da “desene kıl bir misafirin var” dedi.“Kıl demeyelim dedim, titiz bir misafir. Ağzının tadını bilir, ne yediğinin farkında olan birisi. Yani adamın damak tadı var diye yadırgayacak değiliz ya. Keşke hepimiz ne yediğimizi bilsek…

Ama pahalıdır” dedi, Levent usta. Tahmin ediyordum, ucuz bir şey mi kalmıştı ki?

Sonunda bir adres aldım.Kısa da bir bilgi verdi. Bir an için kendimi illegal işlerin içinde buldum.Kerem bey, emekli olduktan sonra mantı yamaya başlamış.Ama öyle böyle mantı yapma değil, çok titiz, çok kaliteli ve standartların çok üstünde. “Dikkat et” dedi bana ama neye dikkat edeceğimi de söylemedi.

Aldığım adres bize çok uzak değildi. Yürüme mesafesi de diyebiliriz. “Hem spor yapmış olurum hem de misafirimize kaliteli, doğal, olabildiğince el ve ev yapımı mantımı da alırım”, diye düşünerek yola koyuldum. Gittim, gittim, gittim ve sonunda Kerem beyin ev/ofis olarak kullandığı hanesine ulaştım.

Kapıyı çaldım ama hırsız gibi kapıyı alıp kaçmadım, tık tık tık yaptım. Çünkü postacı kapıyı iki kere çalardı, mantı isteyen de üçkereolsun diye kendimce bir kural geliştirdim.

Kim o”, diye bir ses geldi içeriden. “benim” diyecektim ama ben kimdim, neyin nesiydim, ne arıyordum, niye elin kapısını üç kere tıklatıyordum…

Mantı alacaktım” dedim, “benim” diye kuru kuruya demektense…

Kapı aralık olarak açıldı, “mantı deme” diye otoriter bir sesle Kerem beyin eşi olabileceğini düşündüğüm bir kadın aralıktan ilk talimatını verdi. Ben de demiş bulunmuştum, geri alma şansım da yoktu. “ne diyeyim” dedim, “bir sanat eseri” diyeceksin dedi. Ben de “bir sanat eseri alacaktım” dedim ama şimdi bana Vincent van Gogh’un bir resmini satmaya kalkarsa, emekli maaşıyla bunun pazarlığını yapma şansım bile olmaz.

Bayağı bir meraklanmıştım. Değişik bir mantı alışverişi olacaktı ama bu kadarını beklemiyordum. Bakalım daha neler göreceğiz.

Kapı kapandı, ben beklemeye başladım. Bekledim, bekledim, bekledim. On dakika sonra Kerem bey kapıda göründü. Kusura bakmamamı söyledi. Sanat eseriyle uğraşırken rahatsız edilmeyi sevmezmiş. O nedenle işini bitirip, elini yıkadıktan sonra kapıya gelmişmiş…

Önemli değil dedim, ne diyeyim ki…

Kerem bey beni iyice süzdü. Bu süzme öyle böyle değil, tepeden tırnağa, tırnaktan da tepeye kadar. İyi ki bir sağa, bir sola dön demedi. Sonunda beni içeriye buyur etti. “rahatsız etmeyeyim, bir kilo mantı, pardon sanat eseri alıp gideyim” dedim.

Burası bakkal dükkânı değil beyefendi” diye sert bir şekilde cevap verince biraz tırstım ve içeriye buyur ettim kendimi. Bir anda Kerem beyle birlikte kendimi de salonun tam ortasında buldum.

Oda hayli karanlıktı. Perdeler çekilmiş, biraz ışık girsin diye perdenin birisinde aralık bırakılmıştı. Ortada büyükçe bir yuvarlak masa, masanın üstünde merdane, kesme tahtası, kesme aparatları, birkaç da kâse vardı. Onlarda da kıyma falan olduğunu sanıyorum. Bir de büyükçe bir tepsi, tepside de katlanmış mantı vardı.

Kerem bey yer gösterdi, ben de bir tatsızlık çıkmasın diye oturdum. Adımı sordu, soyadımı sormasına fırsat vermeden ikisini birden söyledim. Ne iş yaptığımı, nereden emekli olduğumu, eşimle nasıl tanıştığımı, kaç çocuğum olduğunu, ne iş yaptıklarını, torunlarımı..o soruyor, ben cevaplıyorum. Bir ara acaba lanet olasıca FBI mı, CIA mi yoksa bizim MİT’ten midir diye merak etmedim değil. Ama Yufkacımız Levent beydikkat et demişti, dikkat etmiyor da değildim.

Sorular geliyordu, hatta yağmur gibi yağıyor, şimşek gibi çakıyor, yıldırım gibi savuruyordu.Boş zamanlarımda ne yapardım, kitap okumayı sever miyim, yemekle aram nasıl, gastronomiye ilgim var mı, damak tadım nasıl. Fastfoodtarzı besleniyor muyum, doğal ürünlere ilgim nasıl…

Adam bende bir cevher gördü sanırım ki, sordukça soruyor, ben de konuştukça konuşuyordum.

Ve sonunda laf arasında “yazarım” dedim, sanki çok ünlü ve çok ünlemli bir yazarmışım gibi. Birden Kerem beyin tavrı değişti. “Ne kadar istemiştiniz” deyip, mantıyı verip, beni göndermek istedi.

Bu defa ben başladım.

Yazarlık merakının baskın olduğunu ona hissettirdim. Bir kilo mantımı verdi, bir dünya paramı aldı ve ben mantı işine nasıl başladığını, neden bu sorulara gerek duyduğunu ufaktan ufaktan sordum.

O da cevap verdi.

Emekli olduktan sonra emekli maaşıyla geçinmek mümkün olmayınca ek bir iş yapmak istemiş. Rahmetli annesinden öğrendiği mantı yapmayı bir sevda haline getirdiğinden, mantıya başlamış ama çok özendiği için, mantının heba olmasını istememiş.

Kerem bey tok gözlüymüş, çok kazanmak değil, mantıyı hak edenin yemesini esas almış. Herkese mantı satmama kararına yıllardır uyuyormuş. Mantının çok önemli olduğunu, bir sanat eseri olarak yaptığını ve bunu da sanattan anlayanların yiyebileceğini söyledi ama mantıdan bahsederken, adeta bir sanatçı gibi de kendinden geçiyordu.

Perdeleri soracaktım ki, hemen cevap verdi; mantı çok ışık almamalıymış, sahneye çıkana kadar onu kimse görmemeliymiş.

Hak verdim; hem para verdim hem de hak verip çıktım.

O günden sonra mantılarımı Kerem beyden alıyorum. Hiç sorgu suale de tabi tutulmuyorum. Mantı konusunda sınıfı geçmiş bir adamım şunun şurasında…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Naif Karabatak Arşivi