Fatmagül Abacı
ÇOCUKLARIMIZ…
Pazara çıktığı günlerin ertesinde, elinde meyve poşetiyle gelirdi. Elma ve mandalina poşetlerini masama bırakırdı. Ben de aldığım meyveleri öğretmenler odasına götürürdüm. Lakin Naif buna kızarmış meğer sonradan öğrendim.
Bir gün yine poşetleri getirdi:”Bunlar senin öğretmenim; ötekilere sakın verme, eve götür” dedi. O kadar ciddi bir tavır takınmıştı ki”tamam”dedim. Bu durum birkaç kez tekrarlandı.“Bana meyve getirme, ben alıyorum”dememe rağmen. Sonraki günlerde seyrekleşerek, nihayet getirmez oldu.
Henüz yeni terlemiş bıyıklarının altında mahcup gülümsemeleri, onun çocuk yanının tazeliğini halen koruduğunu ortaya çıkarıyordu.
Haftada iki gün pazara çıkardı. Pazarcılık yapıyordu. Ailesine katkıda bulunmalıydı kendince. Okulu yarıda bırakmaması, okulunun devamı için izin veriyordum. Durumu idareye de bildirmiştim.
Heceleyerek okuyan Naif, ikinci aydan itibaren artık daha iyi okuyordu. Beni sevdiğinin farkındaydım. Boyu bir altmış beş vardı. Çok zayıftı. En sevindiğim tarafı ise artık parmak kaldırıyordu. Utangaçlığı üzerinden atmıştı. Derse katılımını sağlamıştık. Üçüncü sınıf öğrencisinin göstermesi gereken tavır ve davranışları göstermeye başlamıştı. Bu benim için çok önemliydi. Ama yine de üzerinde asiliği vardı tetikte bekleyen.
Zihinden matematik hesaplamaları yapıyordu. Arkadaşlarını diğer sınıflara karşı kolluyordu. Akıllıydı, öğrenebiliyordu. Arkadaşları da buna sevinmişti ama bir kusuru vardı Naif’in. Beslenme dersinde her öğrenci listedeki yiyecekleri getirirken:
Sarelleli ekmek+meyve suyu
Patates kızartma+peynir+ekmek
Börek+ayran+meyve… Naif’in beslenmesi kendine münhasırdı:
Yarım ekmek arası salam+kola
Yarım ekmek arası kaşar+kola.
Pazardan kazandığı üç beş kuruşun yarısını bakkala veriyordu. Hâlbuki pazarcıydı, kendi domatesini satıyordu ama ekmek arası domatesi bile getiremiyordu… Çünkü onu okula hazırlayacak ve onu düşünecek birileri yoktu. On dört çocuklu bir aile… Evde iki anne. Naif bazen eve gitmezmiş. Evde ise kimse farkına varmazmış bu durumun. Bunları gülerek anlatıyordu. Eve gitmediğinde kahvede kalıyormuş da kimseler aramıyormuş…
Kısa gelen önlüğü, uzun bacakları ve kahvehane kokan Naif’in, yine de okula gelişi beni mutlu ederdi.
Öz ablası Naif’in gözünün önünde vefat etmiş ama normal olmayan bir vefat yöntemiyle ömrüne son vermiş… Tanrım! Naif’in durumunu düşünebiliyor musunuz?O masum evladın, olayı anlatırken yarı hüzün,yarı gülümseme vardı yüzünde…Sanırım nasıl davranacağını bilemedi.Ne acı ki, “kurtuldu” diyordu!...
*
Sınıf arkadaşları Naif’in bazı davranışlarına karşı çıkıyordu. Naif küfür etmek için, kızmak için bahane arardı, bazen… Bu olay birkaç defa tekrarlanınca, sınıfla konuşma fırsatı
Yaratmak için Naif’i tebeşir almaya gönderdim. Sınıftaki öğrencilerime dönerek:
“Çocuklar, Naif’in ailesi, ailenizin sizi sevdiği gibi onu sevemiyor. Ona beslenme bile hazırlamıyor. Eğer ona kızarsak, tavır alırsak okula da gelmeyecek, onu kaybedeceğiz… Sizin akıllı çocuklar olduğunuzu biliyorum. Arkadaşınıza karşı biraz daha anlayışlı olmalısınız.”
Zaten Naif’ i seviyorlardı ama bazen ettiği küfürler olmasa…
*
Naif’in annesini getirttim. Lakin kadın tek kelime Türkçe bilmiyordu. Müdür yardımcıları gülüyordu halime… Konuşamıyorduk. Tatlı bir kadındı. Çok hoş anlamında sözler söylüyordu. Davranış ve mimikleri bunu belli ediyordu. İki kaşının arasında sabit mürekkeple bir nokta vardı… Karşılıklı oturuyorduk. Naif bile bize gülüyordu. Sadece bakışıyorduk, gülümsüyorduk… Sonra Naif’e dönerek” Sen tercümanlık yap” dedim…
Naif’in durumunu, neler beklediğimi, Naif’in akıllı bir çocuk olduğunu söyledim. Okula daha sık gelirlerse durumunun daha iyi olacağını izah ettim…
Başını salladı ve gülümsedi Naif’e bakarak… Naif, “ Seni çok sevdiğini söylüyor.” dedi… Gülümsedim…
Okulda herkes Naif’ i tanımaya başladı… Daha sık okula geliyordu…
Hatta bir gün bir bayan öğretmen arkadaş “Hoca Hanım, senin Naif ne kadar da kibarlaşmış.” dedi. “Nasıl?” dedim…” Dün o yağmurlu havada bana şemsiye tuttu arabaya kadar.’Islanmayın öğretmenim’ dedi. Bu çok hoşuma gitti…”
Doğrusu bu davranış benim de hoşuma gitmişti…
*
Tayinim çıktığında, son sınıfı okutuyordum. Çocuklarımı bırakmak durumunda kalmıştım… Çocuklarımı diyorum çünkü hepsi benim çocuğumdu. İşte biz öğretmenlerin kutsallığı bundandır. Kendi çocuğum okula başlayacaktı. Burası eve uzaktı… Sınıfımı çok sevmeme rağmen ayrılmak durumunda kalmıştım…
*
Yıllar içinde onlarla ilgili duyumlar alıyordum. Bilgi yarışmalarına katılmışlar okulu temsilen… Bu duyumlar beni hep mutlu etmiştir, onlarla hep gurur duymuşumdur görüşemesek de… Aradan sekiz dokuz sene geçmiş olmalıydı… Şimdiki okulumu ziyarete gelerek sürpriz yapan Yasemin isimli öğrencim, sınıfımızdan dört matematik mühendisi çıktığını söyleyince şaşırmadım, dedim ya çocuklar gerçekten iyiydi ve sınıftan birçok öğrenci üniversiteye yerleşmişti aldığım habere göre…
Naif o sınıfın nazar boncuğu idi… Ama tek başına duvar olmaz. Aile desteği şart…
*
Naif’i bir gün marketin önünde gördüm… Hala masum bir utangaçlığı vardı, kaybolmamış. Selamlaştık. Ne yaptığını sordum.”Ağabeylerime yardım ediyorum… Aile işi öğretmenim” dedi. Nişanlanmış bir Arnavut kızıyla… Sevindim ve tebrik ettim. Eve kadar bana yardımcı oldu… Eskileri andık, sohbet ettik… Ben ayrılınca okulu bırakmış. Çok üzüldüm.
Geçenlerde bankada gördüm, iyiydi… Geçenlerde diyorum ama aradan birkaç yıl geçmiş olmalı ki Naif’ in iki çocuğu olmuş. Mutlu olduğunu söyledi. Ben de daim olsun inşallah dedim… İşlerimizi hallettikten sonra ayrıldık… Naif’i bir daha görmedim…
“Okusaydın” dediğimde, ortaokul diploması aldığını söyledi.” Beni mutlu etmek için mi, yoksa gerçekten aldın mı? “dedim. Dışarıdan bitirdiğini söyledi.
*
Mesleğimi seviyorum ve ömrüm yettiğince yapmak istiyorum. Öyle aileler öyle çocuklarla karşılaşıyor ki insan, yürek dağlıyor… Onları eğitim ve öğretimden yararlandırıp sevdirmek, topluma kazandırmak, bizim görevimiz. Aileden, velilerden isteğim:
Yarın, yani 10–15 yıl sonra öğrettiklerimiz ve eklediği bilgilerle geleceği onlar devralacak. Onlara sahip çıkın. Çelik iradeli, sabırlı ve azimli olmalarını, mutluluğun aslında kendi içlerinde olduğunu bunu paylaşması gerektiğini siz de hatırlatın.
Makamı ne kadar yüksek olsa da bunun bir iş olduğunu, hayallerini yüksek gönlünü- alçak, işini mükemmel, dişini gerekene göstermesini siz de öğütleyin…
Ülkenin mozaiğini kucaklaması gerektiğini, bu ülkeyi hep birlikte hak ettiğimizi ve özelliklerini bozmadan korumamız gerektiğini bir de sizden duysun…
Saygının insanı insan yaptığını, her insanın hata yapabileceğini, hatalarının farkına varıp düzeltmenin onurunu siz de anlatın ona…
Çok okşayıp çok sevmeyin, kontrollü olun boynunu eğmeyin… Geçen her dakikanın anında tarih olduğunu, zamanı iyi değerlendirmesi gerektiğini bir de sizden duysun…
Kendi çocukluğunuzu düşünün. Tatmin olmayan egolarınız, gerçekleşmeyen hayalleriniz bugünkü umutsuzluk ve küskünlükleriniz değil de, nedir ya?
İnsanları fabrikalar üretmiyor, çoğaltmıyor. Mayası da insan, hamuru da, karşılaştığı her insan gibi. Bu nedenle hepsinin veya herkesin aynı mesleği seçmesini beklemek kıt akıllık olur…
Tüm güzellikler yüreğinizde, yeri geldiğinde dinlemeyi, yeri geldiğinde konuşmayı, kimsenin ahını almadan yaşamayı seçmenizi dilerim…
Sevgilerimle…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.