Fatmagül Abacı
DİLİNİ BALARISI ISIRSIN!...
Bebek ilk doğduğunda annesinin sesini tanır… Yakınlık duyar, kendini koruyacağını ve hep seveceğini bilerek, şefkatli kollarında rahat uyur.
Ninninin verdiği tatlı ses, ilk anne deyiş… İhtiyaçlarını söylemeye başlamak ve ana dilini ilk kez anasından öğrenmenin hazzıyla konuşmaya başlamak…
Yetişkinliğe doğru adım atarken çevresindeki insanlarla iletişimi diliyle sağlamak… Sevdiğini, isteğini, acısını ve tatlısını anadiliyle konuşur, ifade eder hale gelmek.
Dili kullanmak ve ifade ederken en iyi şekilde konuşmak gerekir… Bazı zamanlar sizde şahit olmuşsunuzdur. Gençlerin günlük konuşma dilindeki hatalar, üslupsuzluk ve bazı zamanlarda kayıtsızlık…
“Türkçe anamın ak sütüdür” diyen Yahya Kemal ne güzel ifade etmiş… İnsanın birbirini anlaması ve dinlemesi anlamında dilin çok büyük önemi var.
“Türk dili, Türk milleti için kutsal bir hazinedir. Çünkü Türk milleti geçirdiği nihayetsiz felaketler içinde ahlakını, ananelerini, hatıralarını, menfaatlerini, kısacası bugün kendi milliyetini yapan her şeyinin dili sayesinde muhafaza olunduğunu görüyor.”
Diyor ve Atatürk ekliyor:
“Ülkesini ve yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmalıdır.”
Atatürk yaklaşan tehlikeyi görmüş ve uyarısını yapmıştır. Bugün baktığımız zaman çevremize yabancı isimlerle o kadar mağaza ve işyeri var ki… Ayrıca gençlerimiz günlük konuşma dilinin içine yabancı dilde sözcükler sıkıştırarak konuşmaktalar.
Pınarın suyunun akışı gibi, sözlerin yumuşaklığı veya sertliği, anlaşmaya dille başlama...
Hasan anne ve babasını kaybedince Almanya daki teyzesinin yanında kalmaya başlar…
Hasan mutsuzdur. Hemen hemen hiç konuşmaz. Dışarı çıkıp oynamaz. Çünkü dilini bilmediği bu memlekette aslında mutsuzdur. Bir gün kapıya ayakkabı tamircisi gelir. Teyzesi tamir olması gereken ne kadar ayakkabı varsa toplayıp getirir. Almanca konuşmaktadırlar. Ücreti belirleyip teyze içeri girer.
Hasan, tamirciyi sessizce oturup izler. Bir ara tamirci ağzına bir avuç çivi atar. Hasan kendini unutup “çiviler ağzına batmaz mı, senin” der. Tamirci sen Türkçe konuşuyorsun… Türk müsün” diye sorar. Hasan olanları heyecanlı bir şekilde coşkuyla anlatmaya başlar…
Tamirci Anadolu’da bir pınarın sesi gibi çocuğu dinler. Çağıl çağıl derenin sesi gibidir… Gözleri dolar… Çocuk susunca “anlat sen” der… İşi yavaştan alarak bu sözlerin, bu coşkunun bitmesini istemez… Fakat işler bitince toplanmaya başlar. Hasan boynunu büker, tamirci üzgündür… Fakat yapacak bir şeyde yoktur.
Hasan” yine gel, olur mu?” der… Tamircide gitmek istememektedir ama başka yol yoktur.
Tamirci gider, Hasan hıçkırıklara boğulur… Dilini konuşan tek insanda gitmiştir…
Bu öykü ilkokul üçüncü sınıf ders kitabında okumuştum… Söz konusu dil olunca sizinle paylaşmak istedim. Değerleri kaybetmeden kıymetini bilelim. Konuşmalarımızda ve yazı dilimizde dilimizin hakkını verelim…
Söz ola kese savaşı,
Söz ola bitire başı,
Söz ola ağulu aşı,
Bal ile yağ ede bir söz.
Yunus Emre yukarıdaki dörtlükle dilin ne denli önemli olduğunu ifade etmiştir.
Her dil farklı bir toplumun tecrübe, bilgi ve anlayışını biriktirmiştir. Doğuşlarında farklılaşan diller, toplumun izlerini taşıyarak doğar ve tarih öncesi, tarih sonrası yaşadığı tüm macerayı içinde barındırır.
“Bir ulusun bütün yönetimi bana bırakılsaydı, ilkin dilini düzeltirdim. Çünkü dil düzgün olmayınca söylenen anlaşılmaz ve yapılması gereken yapılmadan kalır, böyle olunca töreler ve sanat geriler, adalet yoldan çıkar, halk çaresizlik içinde kalır. İşte bundan dolayı söylenmesi gereken başıboş bırakılmaz. Bu her şeyden önemlidir.”
Konfüçyüs yüzyıllar önce dilin önemini kavrayıp, düşüncelerini ifade etmiştir
Dilimizi tatlı kullanırsak tatlı olur… Acılı konuşursak acılı olur… Ama unutmamakta gerekir ki, birbirimizle anlaşacağımız yegâne iletişim aracıdır…
Basın yayın, görsel medya, okullar ve kitaplar olarak dilimize gereken önemi vermek anlamında üretim yapmalıdır. Sizce de öyle değil mi?
SELAM VE SEVGİLERİMLE…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.