FAKİRLERİ EN İYİ BEN ANLARIM

Dün yolda bir fakirin pantolonunda benim pantolonumdan daha fazla yırtık olduğunu görünce oturup hüngür hüngür ağladım. Demek ki bugüne kadar ki bütün çabama, bütün hassasiyetime rağmen fakirleri anlayamamış, onlar gibi olamamıştım.

Üzüldüm, limuzinime oturup ağlamaya devam ettim. Başka planlarım vardı ama şoföre Tarabya’daki yalıya çekmesini söyledim. Aslında Bebek’teki köşke geçecektim ama hiç gidecek halim kalmamıştı. Araçla giderken yolda pantolonumdaki yırtıkları biraz daha açtım. Model olmamasına rağmen gömleğimde de birkaç yeri zorla yırttım. Neden bunu daha önce düşünmedim ki, bu halimle o fakirle eşit duruma gelmiştim. Şimdi geri mi dönsem ne, neyse bir kere döndük, yalıya da yaklaştık…

Yoksulları anlama konusunda çok hassasım. Rahmetli babam öğütlemişti. Çok zor çocukluk yaşamış. Babası fakirmiş. “Bazen ekmek bulamadığımız olurdu oğlum” derdi bana ve ekmeğin kıymetini bilmemi öğütlerdi. Bilirdim de. Her çeşit ekmekten alır, öpüp anlıma koyarım. Hafta sonları da yırtık elbise giyip, öyle giderdim, gideceğim yere. Yani hafta içi de yapardım ama işte iş görüşmeleri, şirket falan derken olmuyor.

Geçen Ramazan ayında oruç bile tuttum fakirleri anlamak için. Önce çok zor geldi. Düşünsenize öğleye doğru uyandım karnım gurulduyor, ağzım kurumuş, dilim damağıma yapışmış. Hemen bir su istedim hizmetçiden, sonra vazgeçtim. Oruç tutacaktım. Kahvaltı oruç bozmasa iyi olur diye düşündüm, denize nazır kahvaltının hazır olduğunu görünce. Bir çay içeydim olmaz mıydı ya da kahve. Bu manzara kuru kuruya gitmiyor. Ama karar vermiştim, fakirlerin nasıl yaşadığını anlayacaktım. İkindiye doğru dayanacak gücüm kalmamıştı ama ben de sabırlı birisiydim ama saat 18’de ‘yeterince fakirlerin durumunu anlamış’ birisi olarak orucu bozmanın zamanının geldiğine ikna olmuştum. Beş çayını 6’da içtim ama olsun, atıştırmalıklarla akşama hazırlık yapmış oldum. Demem o ki, fakirlerin durumunu anlamak için onlar gibi yaşamaktan çekinmeyen birisiyim.

Geçen yıldı sanırım. Asgari ücret tespit komisyonunda görevliydim. Fakirlere olan hassasiyetim bilindiğinden benim de o komisyonda yer almamı isteyen sendika temsilcileri varmış. Çok sevindim. Demek ki çabalarım boşa gitmiyor. Yoksulları anlama çabam, ta sendika genel merkezlerine bile konu oluyor. Tamam, zenginim, varlıklıyım ama fakirlerin halini de anlarım.

İşimi iyi yapan birisiyim. Komisyonda çok daha faydalı olayım diye “bir asgari ücretle nasıl geçinilir” testini bizzat yaptım. Ayın ilk günü bir asgari ücreti cüzdanıma yerleştirdim. Başka para harcamamaya söz verdim. Bakalım bu paraya kaç gün geçirecektim, ayın sonunu getirebilecek miydim?

İlk gün bir iş toplantım vardı. Her zaman gittiğimiz boğazdaki mekânın üst katını kapatmak zorunda kaldım. Konuğum önemli yatırımcıydı. Ben fazla bir şey yemek istemedim. Bir sınavdaydım. Tamam, lokantanın parasını cebimden vermedim ama yine de az yemeliydim. Yemekten sonra iş yemeğimiz terasta devam etti. Karşılıklı kahve yudumladık. Ama ben asgari ücretle bir ay geçinme fikrine kendimi öyle alıştırmışım ki, yan masada bulunan lokantanın menüsüne şöyle bir göz attım. Hımm sadece kahve fiyatıyla asgari ücreti üçte bire indirmiş olabilirdim. Neyse ki kahvenin ücretini de cebimden ödemiyordum, şirket ödüyordu. Böylece asgari ücret parası da cüzdanımda duruyordu.

Sabah kahvaltıda bir yatırımcıyla görüşecektim. İş görüşmelerine çok önem veririm. Yine çok lüks bir mekân seçtim. Yardımcılarım bu konuda hayli becerikli. Önüme gelen seçeneklerden en iyisini seçmekte de ben becerikliyim. Sadece becerim bu değil, bir ay asgari ücretle çalışma sözümü de unutmadım. Yan masadaki kahvaltı menüsünün fiyatlarına baktım. Asgari ücrete birkaç asgari ücret daha eklemek gerekiyor ama neyse ki kahvaltıyı da ben ödemiyorum, şirket ödüyor.

Günler böyle böyle geçiyordu.

15 gün sonra halen cebimde bir asgari ücret öylece duruyordu. Demek ki fakirlik çok da kötü değilmiş. 15 günde bir asgari ücretten bir tek kuruş bile harcamamıştım.  Bir gün yoksulların durumunu anlamak için şoförüme şehrin dışında daha tenha bir yerleşim yerine götürmesini söyledim. Kasaba gibi bir yerde, kapının önünde çay içenleri görünce tam aradığım yerin burası olduğunu anladım. Şoförü durdurdum, çay ocağına girdim. Çay ocağında bulunan birkaç orta yaş üstü amcalar çay yudumluyordu. Ben de bir çay istedim. Çay güzeldi, bir çay daha içtim. Kalkarken üç amcanın çay parasını da cebimden ödedim. Gerçi bozuk bulmakta bayağı zorlanan çay ocağının sahibine yüklü bir de bahşiş bıraktığımı söylemem hoş olmaz diye söylemiyorum. Bu arada fakirler bayağı ucuza çay içiyorlarmış. Onu da bu vesileyle öğrenmiş oldum.

Ay sonunda asgari ücretten harcadığım tek para, çay ocağında harcadığım o paraydı ve bunu da gururla asgari ücret tespit komisyonunda dile getirdim. Böylece sayemde asgari ücrete gelen zam, çay ocağında bıraktığım paradan daha fazla olmadı, zaten gerek de yoktu. Ben o parayla bir ay geçinmiştim, dile kolay bir ay, koca bir ay!

Boşuna demiyorum, fakirleri en iyi ben anlarım!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Naif Karabatak Arşivi

Mantı

12 Ağustos 2024 Pazartesi 16:20