Naif Karabatak
HAYAT OKULU BURSU
Komisyon başkanı son hazırlıkları kontrol etti. Salonda her şey tastamam görünüyordu. Komisyon üyelerinin masası, koltuklar, aday masası, sandalyesi, masada üyeler ve adaylar için konulan bloknot, kalem, sürahi ve bardak.. Göze çarpan bir eksiklik yoktu. Bugün yorucu bir gün olacaktı, bunu hissediyordu ama neticesini düşününce, yorgunluğunu umursamıyordu.
İşini seviyordu. Bugün tam 25 yılını doldurmuş, hepsini de bu şirkette geçirmişti. İnsan Kaynakları Müdürü olarak çalışıyordu ama birçok komisyona da başkanlık ediyordu. İşte birazdan başlayacak mülakat da başkanlık ettiği bir başka komisyondu.
Çalıştığı şirketin ortakları, yani patronları gençlere önem veriyor, hiç değilse birkaçının elinden tutma derdindeydi. Her yıl hatırı sayılır bir oranda öğrenci bursu veriyorlardı, verdiği diğer yardımları saymaya gerek yoktu. Parayla vicdan aynı yerde bulunursa bir manası olabiliyordu ama vicdanla cüzdan zıt kutuplara doğru akıyorsa, hele hele aynı semtte hiç buluşmuyorlarsa orada sorun var demekti.
Salonu gözden geçiren Vedat bey, bütün bu düşünceleri de o an zihninden geçirdi. Saat 10’a yaklaşıyordu ve Burs Mülakatı da başlayacaktı. Komisyon üyeleri salona gelerek Vedat beyle selamlaşıp, hal hatır sorduktan sonra birlikte yerlerine geçtiler.
İlk gelen hanım hanımcık genç bir kızdı. Üniversiteyi yeni kazanmış, babasının maddi gücü olmadığından okuyup okumama arasında gidip geliyor, bir türlü karar veremiyordu. Bu burs çıkınca gitme konusu belki daha bir ağırlık kazanabilirdi.
İkincisi Hukuk Fakültesini kazanan genç bir erkekti. Üçüncüsü de tıp, dördüncüsü de hukuktu. Hepsi pırıl pırıl gençlerdi ve çoğu da “olumlu” puan alarak, burs almaya hak kazandı gibiydi. Tabii sonuç, tüm adaylar dinlendikten sonra belli olacaktı.
Vedat bey, sıradaki adayı beklerken, komisyon üyeleriyle kısa süreli sohbet etti, mülakatla ilgili yorum aldı. Bu arada saat 12 olmuş, bu adaydan sonra öğle yemeğine çıkılacaktı ki, aday da salonun kapısında göründü.
Komisyon başkanı tam karşısında duran 65 yaşlarında gösteren ‘yaşlı’ amcaya daha dikkatli baktı. “Oğlu veya kızı rahatsızdır, galiba onun yerine geldi, mazeret beyan edecek” diye düşündü. Ayakta bekletmek hoş kaçmazdı, hem büyüktü hem de misafirdi. Ayağa kalktı, buyur etti, elini sıktı. “Burs için müracaat eden sizin çocuk mu?” diye sordu Vedat bey.
Yaşlı adamın ağzından “hayır” diye belli belirsiz mırıltı çıktı. Vedat Bey gaf yaptığını anladı, adam yaşlıydı belli ki bursa müracaat eden de torunuydu. Bunu ona da sordu, yine belli belirsiz hayır cevabını alınca şaşırdı.
Adam toparlandı, elini ağzına götürüp hafif öksürdü, masada duran suya doğru eğilip, Vedat beye dönerek, “İçebilir miyim?” diye sordu. “Tabii… Tabii ki içebilirsiniz” diyerek, su içmesini bekledi. Bu arada komisyon üyeleri de yaşlı adamı dikkatle izliyor, kimin yerine veya neden mülakata geldiğini merak ediyorlardı.
Yaşlı adam suyu içti, cebinden çıkardığı peçeteyle ağzını sildi ve bardağı masaya bıraktı.
Yaşlı adam önce başkana baktı, sonra komisyon üyelerine tek tek bakarak, gözünü önünde bulunan boş not kâğıdına kaydırdı. Komisyon üyelerinin gözüne bakmadan devam etti;
-Kendim için geldim…
Komisyon üyeleri de, başkan da şaşırmıştı. Ama bunda şaşıracak bir şey yok diye düşündü Vedat bey. Belli ki üniversite hayalini geç de olsa gerçekleştirmek isteyen bu amca, tahsiline destek olacak bursun peşindeydi ama kurallar buna uygun değildi.
-Hangi okulda okuyorsunuz, diye sordu Vedat bey.
Yaşlı adam gözünü not defterinden kaldırdı, Vedat beyin tam gözüne kaçamak bir bakış atarak, tekrar önündeki notluğa bakarken okulunu da söyledi;
-Hayat okulunda okuyorum…
Komisyon üyeleri haliyle şaşırdı.
Hayat okulu dedikleri, herhangi bir üniversite değildi ama bütün üniversitelerin de içinde yer aldığı hayatın ta kendisiydi.
Bu okulda sadece okumak yoktu.
Sabah veya öğle vakti derse gelip, akşam çıkmak yoktu.
Bu okulda arkadaşlarla takılmak da vardı, burnundan kıl aldırmayan, burnu Kaf dağına ulaşan veya alçak gönüllü hocalarla hemhal olmak da vardı. Bu okul ya da bu üniversite, hayatın ta kendisiydi. İçinde acısı da vardı tatlısı da. Sevinçler de burada yaşanıyordu, hüzünler de…
Elbette hayatın ta kendisi olan Hayat Üniversitesinde okuyanlar için bir burs yoktu. En azından Vedat beyin de görevli olduğu vakfın alanına girmezdi.
Bunu yaşlı adama söylemek kolay olmayacaktı. Bunu uygun bir dille anlatıp, yaşlı adamın kalbini kırmamak için aklından kelimeleri cümleye tamamlıyordu ki, yaşlı adamın yorgun sesi duyuldu;
-Biliyorum, vakfınızın burs verilecekler kategorisinde Hayat Okulu yok ama bence bu bir eksiklik. 65 yaşındayım. Hiç kimseye muhtaç olmadan bana verilen süreci tamamlama derdindeyim. Tıpkı sizler gibi. Hepimiz onurumuzu ve şerefimizi zedelemeyen işlerde çalışmak isteriz, kazancımızın da buna uygun olmasını dileriz. Ama belli bir yaştan sonra size kimse iş vermez, aş vermez. 65 yaşına kadar sürdürdüğünüz onurlu yaşamınız, ömrünüzün son demlerinde zora girer. O güne dek kimseye el açmadığınız için, o günden sonra da el açmanız beklenmez. Yaşam, bir okuldur; Bir başlangıcı ve bir sonu var.
Burada da mezun olanlara not veriliyor. Belki elimize karne vermedikleri için mezuniyet derecemizi bu dünyada öğrenemiyoruz ama ötelerde onu da öğreneceğiz. Kim takdir aldı, kim teşekkürü hak etti, kim zayıf not alarak boynu büküldü, hep birlikte göreceğiz ama ben, elimde imkân varken, henüz nefes alıyorken bu okuldan alnımın akıyla mezun olmak istiyorum ama buna param yetmiyor. Gelirim engel oluyor, birilerine el açmak bana göre değil. Bu okulun da bir şekilde tamamlanması lazım…
Komisyon üyelerinden çıt çıkmamıştı. Yaşlı adamın gözleri yerde konuşmasını sürdürmüş, onlar da pür dikkat dinlemişlerdi. Vedat bey kendi yaşlılığını düşünmüş, tam karşıda oturanın kendisi de olabileceği aklına gelerek içi ezilmişti.
Yaşlı adam burs almaya hak kazandı hem de mezuniyetine kadar. Vedat bey inisiyatif kullanmış, patron da onu kırmayarak burs sayısına bir ekleme yapmıştı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.