Fatmagül Abacı
KENDİ BİLİR…
Yavaş yavaş bardağa çay doldururken, dikkatini elden bırakmıyordu. Kendi bardağına doldururken biraz taşırması canını sıktı. Çaydanlığı yerine koyarken, daha da bir dikkat etti. Sonra karşıma geçti. Halimi hatırımı sordu…
Çaylarımızı yudumlarken telefonu çaldı.bakmak istemedi.ikinci çalışında “kızım” dedi ve açtı telefonu.konuştu.misafiri olduğundan bahsetti.telefonu bana uzattı.hal hatır sordum.annesinin iyi olduğunu belirttim.teyzemin bakışları kızgın bir hal aldı.o iyiydi , neden arıyorlardı ki?...
Evin içinde yalnız yaşamak onu mutlu ediyordu. Misafiri seviyordu, kısa süreli. Ama evinde çocukları, torunları dahil kimseyi istemiyordu. Yalnızlığı seviyordu. Kendini dinlemek, sessizliği hissetmek…
Sürekli yapacak bir iş buluyordu kendi kendine. Gündüzleri çıkıp dolaşıyordu. Çocukları onu aratıp bulamayınca beni arar oldular. Bazen bende telefonla yalnızlığını bölüp, halini hatırını soruyordum. Memnun görünüyordu. yanlızlığı seviyor bir o kadarda gezmeyi seviyordu. Özellikle il dışı gezilere katılmak istiyor, tansiyonundan korkuyordu.
Demek insan yeni yaşlar alınca bir o kadar değişiyormuş. Yeri geldiğinde evladını bile üzebiliyordu, bu bencillikti. Hep dediği olsun istiyordu. yanlızlığa alışmış bir insan için kalabalık gürültü oluyordu demek. Çocukları ve torunları geldiğinde böyle hissettiğini söylüyordu. Sevdiği insan bile gözüne görünmüyordu. Durumları bana anlatıyor, kendine hak vermemi istiyordu. Anladım ki Elif teyze yalnızlığı yaşam biçimi haline getirmiş.
Kendine bakıyordu. Alışılmışın dışında konuşmalarına dikkat ediyor, özenli davranıyordu. Tatlı dilliydi, kızmadığı sürece. Demek insanın huyu suyuda değişiyor yeni yaşlar alınca… Kızı hep böyle söylüyordu.
Tevekkeli değil, sürekli ellerini, yüzünü ve dişlerini kıyaslıyordu, gördüğü her genç insanla. Umutlanıyor, sonra umutsuzca “yaşlandım” diyordu. o zaman küçük bir kız gibi mahzunlaşıyor, kendi sessizliğine bürünüyordu. Onu bu girdaptan ancak yürekli bir söz çıkarabilirdi. İşte o zaman gülümsüyor ve tatlı tatlı bakıyordu. Kaç yaşındaydı, bilmiyorum. Sır gibi saklıyordu. Ya da kısaca “bayanların yaşı sorulmaz” diyordu.
İyi komşuydu. Kahve içerdik, birlikte. Sohbeti genelde iyi olurdu. Lakin kızmış veya kafaya bir şey takmışsa suskun otururdu.
Geçen gün beni telefonla aradı. Düşmüş. Gittim. Tansiyonu çıkmış ve kapıya çarpıp düşmüş. burnu morarmış, yanakları çizilmişti. Kimseye haber vermemiş.
Üç çocuğu vardı. Ama en çok küçük kızını severdi. Ona kıyamazdı. Ona bile haber vermemiş. İlgi istemiyordu demek. Demek sadece konuşmaya ihtiyacı vardı. Sohbetimiz kısa sürdü. Telefon geldi, Elif teyzeyi yalnızlığı ile baş başa bıraktım.
Oysa yalnızlık zor değil miydi? Bir başına yaşamak. Hele akşamın kasvetli, yalnız kollarında sabahın olmasını beklemek… Tabi uyuyabilirsen. Sabahlara kadar gözünü tavana dikip, kurduğun kaleleri bir bir yıkmazsan. Sabah olduğunda ise soğuk betonlara basarak mutfağa yönelmek. Çayını ocağa koyup, bir başına kahvaltıya oturmak, kolay mıydı?
Kolay mıydı bu ruh halinden çıkış?...yıllarca yalnız yaşayan biri için. Bu sevgiden yoksun yalnızlıktan çıkmak, insanların arasına karışmak…
Yalnızlık iç acıtır. Bir kör düğüm gibidir, çözülmez. Yaşarken yaşam coşkunu törpüler sessizce, farkına varmadan. Velâkin yalnızlık zordur. Üşütür, yaz ortasında.
Hem yalnızlık insanlara mahsus değildir.”yalnızlık Allah’a mahsustur.”kendinizi yalnızlıktan uzaklaştırın ki yaşam coşkunuz artsın. Gülümsemeyi ve iletişimin farkına varın. yanlızlıktan kurtulun. Çünkü yalnızlık kula yakışmaz.
Bir sabah kahvaltısında bir sıcak ekmeği paylaşın. Yaşamı paylaşın. Ve bir yudum suyu…
Sevgilerimle
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.