Ahmet Doğan İLBEY
Mehmed Âkif’e Göre Türkler İslâmî Millet Hüviyetinin Taşıyıcısıdır
Mehmed Âkif, “millet” derken kavramın geniş mânasınca İslâm milletini kastettiği açık. Ancak, Birinci Dünya Savaşı ve Millî Mücadele yıllarının şartları içinde millet muhtevasını taşımaya yeniden çaba gösterenin ve temsil edenin tekil mânasıyla Türk milleti olduğunu anlamak için kavramlara yüklediği mânaya bugünün kafasıyla değil, İslâmların yıkılış ve birbirinden kopuş gafletinin yaşandığı inkıraz yıllarından bakmak gerek.
Bu mânadan bakıldığında İstiklal Marşı'nda “Türk" kelimesi geçmese bile birçok mısrada İslâmların hür bir millet ve devlet olarak kalabileceğini ispat edenin Devlet-i Âliye, yani Müslüman Türk milleti olduğu anlaşılır: “Kahraman ırkıma bir gül” ve “ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl”
Âkif’in daha önceki şiirlerinde geçmeyen “ırk” kelimesini Çanakkale ve Birinci Dünya Savaşının ardından Millî Mücadele yıllarında Türkiye’nin, yani Türk idaresinin hâdim konumu için kullandığını mısralarının zımnından anlayabiliriz.
İslâm ülkelerinin kendi başına hareket etmesinden ve bir kısmının Batılı sömürgeciler paralelinde yer almasından sonra İslâm milletini en üst noktada temsil eden ve sahiplenen Türkleri etnik olarak değil, “kahraman millet” olarak ifade ediyor. “Bahtı kara millet” ifadesiyle de ümmetin temsilcisi Osmanlı Devleti’nin meşru sahibi olarak Türklere gönderme yaptığı açık.
“IRK”, HZ.ÂDEM’İN SECİYE VE SOYUNDAN MÂNASINDADIR
Bugünkü modern ulusalcı anlayışın ırka yüklediği mâna ile tamamen zıt olarak “ırk” kavramını “insan kendisi gibi temiz olan bir ırktan”, yani Hz. Âdem’in soyundan tevarüs eden temiz bir seciye ve soy mânasında kullanıyor. “Değişik sanki o arslan gibi ırkın torunu / Bense İslâm'ın o gürbüz, o civan unsurunu / Kocamaz derdim, asırlarca sorulsaydı eğer /çabuk elden ayaktan düşecekmiş o meğer.”
Bu noktada “ırk” kavramından Hz. Âdem’in seciyesi olarak geniş mânada İslâm milleti kastediliyor. Tekil mânada ise, Dünya savaşlarının verdiği yıkım sonucunda İslâmların müdafaa gücünü ve hilafeti temsil eden Devlet-i Âliye’nin siyasî ve medenî olarak kurucusu olan Türklerin kastedildiğini anlamak mümkün.
Ulusalcıların ve etnik Türkçülerin iddiasının aksine, “Irk” kelimesiyle genetik anlamda bir ırkî topluluğa veya kavmiyete gönderme yapılmadığı kesin. Seküler (dünyevî, laik) Türkçüler, ırkı ulus mânasında kullanır. Âkif ise, İslâm milletine mensup olan mânasında kullandığı gibi bu mensubiyetin medenî ve siyasî bakımdan temsil hakkına sahip olan Türk milleti mânasında da kullanıyor.
“Irk” kelimesi 1942 yılında Türk Dil Kurumu sözlüğüne girerek bugünkü Batılı mânasıyla kullanılmaya başlanır. İslâmî bakışı yok eden Atatürkçü Cumhuriyet’ten önce Osmanlı medeniyetinde ırk Müslüman ecdad mânasındadır. Âkif’in fikir dünyasında da ırk, “yakın ve uzak geçmişteki ecdad” karşılığı olarak kullanılıyor. Biyolojik kökenle alâkalı bir mâna çıkarmak akla ziyandır. Çokça kullandığı “Kahraman ecdad” ifadesini de ırkın bir başka mânası şeklinde kullandığını bilmeden, Türkleri İslâm’daki millet hüviyetinin temsilcisi ve toparlayıcısı vasfına sahip olarak gördüğünü anlayamayız.
ÂKİF, TÜRK’Ü İSLÂM MİLLET TERKİBİNİ HAİZ OLARAK GÖRÜYOR
Türkleri, İslâm millet terkibinin unsurlarından, yani milleti meydana getiren milliyetlerden (milliyeti İslâmlaşmış mânasında kullanmaktadır) birisi olarak gördüğü, kavmiyetçiliğin ise, milletin beraberliği için bir felaket olduğunu düşündüğü malûm. Fakat, “millet” anlayışını temsil etme hakkının Türklerin müktesebi olduğunu özellikle “Çanakkale Şehitlerine” adlı şiirinden net olarak anlamak mümkün.
“Âsım”dan önceki şiirlerinde ümitsizlik içindedir. İslâm âleminin hüsrana uğramasından korkmaktadır. Ancak, Türk ordusunun Çanakkale’deki zaferi onu tekrar ümitlendirir. Bu zafer, İslâm ülkelerine olan ümitsizlik hâlet-i ruhiyesini tam aksi istikamette değiştirmiştir. Bu ümitsizliği gideren, Birinci Dünya Savaşı ve Millî Mücadele’de İslâmiyet’i müdafaa vazifesini yüklenen tek başına Türklerdir, yani Hilafetin sahibi olan Türkiye’dir.
HİLAFET VE HÂDİM SIFATININ SAHİBİ TÜRKLERDİR
“Hani, milliyyetin İslâm idi... Kavmiyyet ne! / Sarılıp sımsıkı dursaydın a milliyetine /(…) Küfr olur, başka değil, kavmini sürmek ileri! /Arabın Türke; Lâzın Çerkese, yâhud Kürde” mısralarında telin ettiği kavmiyetçiliği, İslâmların dağılma döneminde Türklerin siyasî ve medenî olarak hilafeti taşıyan hâdim sıfatını haiz varlığıyla bir görmez. Çünkü Millî Mücadele yıllarında Osmanlı Devleti’nin siyasî ve medenî varlığı millet olarak Türklerin idaresindedir. Dolayısıyla millet hüviyetini isim olarak Türk ismiyle ifade etmekte bir beis yoktur.
Şüphesiz ki, Türklerin hâdim devlet ve millet sıfatını temsil hakkını haiz olmasının yanında Türk’ü, Arab’ı ve Kürd’ü ayrılmaz bir bütün olarak görür.
“Âsım” şiirlerinde, Osmanlı Devleti sınırlarını Türk Yurdu olarak telakki ediyor: “...Yurdu baştanbaşa viraneye dönmüş Türk’ün, /Dünkü şen şatır ocaklar yatıyor yerde bugün” ve “…Nerde Ertuğrul'u koynunda büyütmüş obalar / Hani Osman gibi, Orhan gibi babalar?”
Âkif, ümmeti temsil eden, yorgun düşen ve ihanet uğrayan Türk’ü, şu mısralarla anlatır: “...Sıtmadan boynu bükülmüş de o dimdik Türk’ün / Düşünüp durmada öksüz gibi küskün, küskün / Hocazadem, ne sülükmüş o meğer vay canına / Diş bilermiş senelerden beri Türk’ün kanına / Neye Türk’ün canı yangın, neye millet geridir /Anladık biz bunu az çok senelerden beridir.”
Hâsılı, Türkiye’nin millet hüviyetinin Türklerin adıyla ifade edilmesini idrakine yerleştiremeyenler iki türlüdür. Neoliberaller ve devletsiz
İslâmcılarla Kürtçülerdir. Müstakbel hâdim Türk Devletini, ümmetin temsilcisi, yani hilafetin merkezi mertebesinde anlamak gerek.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.