M.Fatih ERDOĞAN
Mevzu Çok İnce Azizim
Halkımız maalesef uzunca bir zamandır, nasihatten nasibini alamıyor. Uyarılar bir türlü kimselere kâr etmiyor.
Evlerde dedelerin, ninelerin, babaların, annelerin velhasıl-ı kelam aile büyüklerinin sözü dinlenmiyor.
Öğrenciler öğretmenlerin, hastalar doktorların, işçiler mühendislerin, davacılar avukatların, cemaat hocaların, memurlar amirlerin, çıraklar kalfaların, kalfalar ustaların sözüne kulak asmıyor.
Toplumda kimse kimseyi dinlemiyor, kimse kimseyi beğenmiyor. Böyle olunca elbette dirlik-düzenlik kurulamıyor. Bet- bereket sağlanamıyor.
Oysa değerlerimiz millet olmamızın sigortasıdır. Değerlerimizi kaybedersek kimliğimizi, kimliğimizi kaybedersek (Allah göstermesin) namusumuzu, şerefimizi, vatanımızı, aklımıza gelen her şeyimizi kaybederiz.
Tarih sahnesinden silinen, kaybolup giden kavimler gibi tarih sahnesinden silinir, yok olur gideriz. Bir zamanlar yeryüzüne hâkim olmuş, medeniyetler kurmuş ama şuan yok olmuş milletler gibi…
‘Koyunlarımı kurt kaptı’ diyerek birkaç kez köylüleri kandıran çoban gibi hastalığına kimseyi inandıramayan Karadenizli mezar taşına şöyle yazdırmış: ‘Hastayum dedim inanmadınız, ölüyrum dedim inanmadınız, eee gördünüz mi ne oldi?’
Bu fıkradan da anlaşılacağı gibi insanlar birbirlerini dinlemezlerse, birbirlerini anlamaya çalışmazlarsa, birbirlerine inanmaz ve güvenmezlerse ölür giderler.
Oysa milletimiz, millet olma vasfını kolay kazanmadı. Yüz yılların yaşanmışlıkları, emek ve birikimleri, inanç ve kültür geleneklerimizi oluşturdu. Kendimize (Türk’e) has bir medeniyet, ahlak, adalet sistemi oluştu. Kısacası Türk usulü, Türk gibi denilen bir yaşam biçimi ortaya çıktı.
Türk usulü yaşamda; saygının, sevginin, güvenin, söz dinlemenin, vermenin, paylaşmanın, düşeni kaldırmanın, muhtaçlara, fakir fukaraya, garip gurabaya bakmanın, yetimlere sahip çıkmanın esas olduğunu, kendisi için değil devleti ve milleti için yaşamanın temel felsefe olduğunu biliyoruz. İnsanın yanında havaya, suya, toprağa ve doğadaki canlı ve cansız tüm varlıkların yaşam hakkına ne kadar özen gösterildiğine de şahidiz.
Otuz, otuz beş yıldan yukarda bir bölümünü dile getirdiğimiz tüm değerlerimizi maalesef bir bir kaybetmeye başladık. Biz eğitimciler, bu davranışın yanlış olduğunu topluma anlatmaya çalıştıysak da başarılı olamadık. Bizim anlatamadığımız gerçekleri ‘korona virüs’ cümle âleme gösterdi. Bir musibetin bin nasihatten daha faydalı olduğu bir kez daha ortaya çıkmış oldu. Şimdi herkesin dilinde bu (Değerlerimizden uzaklaştığımız gerçeği) var. Sosyal medyada yazılan ve çizilenlerde buna benzer şeyler…
Büyükler der ki; ‘Sevgili gençler, yavrularım, biz ne kara günler gördük, geçirdik. Bu günlerde elbet gelir geçer. Yeter ki yaşadıklarımızdan ders çıkartalım. Binlerce yıldan beri yaşadıklarımızın neticesinde oluşan değerlerimizi yitirmeyelim. Allahın bizlere emanet ettiği insanlara, hayvanlara, havaya, suya, toprağa Allahın emrettiği gibi davranalım. Haktan, adaletten, Allahın emirlerinden, Peygamberin sünnetinden, ataların sözlerinden ayrılmayalım. Haddimizi aşmayalım, yoldan çıkmayalım…
Ne yazık ki iyilerin yanında ayılarda var olacak. Üşüdüğünü söyleyen kadına; ‘İnce giymişsin’ deyip mevzuyu kapatan erkeklerde olacak bu dünyada, incecik gömleğinin üzerine giydiği ceketini çıkartıp, kadının omzuna bırakan adamlar da.
Mevzu elbette üşümek değil azizim. Anlıyor musun? Mevzu çok ama çoook ince…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.