Naif Karabatak
MÜCAVİR SİYASETÇİLER-2
Dünden Devam
OHAL bölgesinde yaşamanın bir bedeli var demiştik.
O bedeli canınla, kanınla ödüyordun. Yani her sabah evden çıktığında eve dönmeme ihtimalin hep vardı. Veya her akşam eve girdiğinde, sabah o evden çıkmama ihtimalin vardı. Devlet de “Madem siz bu fedakârlığı yapıyorsunuz, alın size OHAL tazminatı” deyu ‘bölgede çalışan kamu görevlilerine’ rüşvet verdi.
OHAL Bölge Ek Tazminatı da böylece çıkmış oldu.
Bu bölgede çalışan işçisi ve memuru, diğer bölgede yaşayanlardan daha fazla maaş alıyordu. Alıyordu da ne oluyordu; yiyemedikten sonra küpler dolusu altının olsa ne yazar, belki de Ali yazar Veli bozar.
Bölgede yaşayanlar hatırı sayılır bir ek maaş alınca, ‘mücavir’ olan, yani “Komşuda pişer, bize de düşer” diye düşünenler “Ellere var da bize yok mu?” diye seslerini yükselttiler. Devlet de kırmadı tabii. “O ne haldir, bu ne haldir, canım ne haldir” diyerek, OHAL’e ek ‘Mücavir’ il yaptılar.
Adıyaman da böylece ‘Mücavir’ alanda yer alan ‘şanslı’ mı, ‘şansız’ mı olduğu belli, olmayan bir alana dâhil edildi. Adıyaman, ‘terör olayı yaşanmayan’ bölge iliydi. Mücavir alan olunca ‘terör yaşanmayan ama terörle anılan’ il olmuş oldu ama tazminatını da aldık tabi…
Bölgede yaşamanın bedeli vardı, komşu olmanın da bedelinin bedeli vardı. Dolayısıyla OHAL bölgesinde yaşayanlar beş alıyorsa biz de üç alıyorduk. Azdı ama olsundu.
Böylece yıllarca bu olaylar sürdü, bu tazminatlar alındı. Ama elbette bu arada olan canlara oldu. İnsanlar ölüyor, bebekler katlediliyor, kadın, çocuk, genç, yaşlı demeden acımasızca insanlar ölüyordu. Bölge imar edilemiyor. Yapılan her yatırım, ‘Kürtler için’ var olduğu söylenen örgüt tarafından imha ediliyordu. Bölge insanı bunun farkındaydı ama bölge dışında olanlar, ‘potansiyel terörist’ gördüğü bölgeye bakışı değişmiyor, hatta “Bütün bölgeyi bombalasak terörden kökten kurtuluruz” diye düşünen sapı bizden olan başka baltalar da ortaya çıkabiliyordu.
Birileri bundan nemalanıyordu.
Birleri derken her iki kesimde de birileri…
Kimisi Kürtlere daha iyi yaşam vadederek, terör örgütüyle bir oluyor, kimisi yurt içi veya yurt dışında ülkemizle ilgili hesabı olanların kirli emellerini gerçekleştirmesine yardım ediyordu. Her iki durumda da patlayan her bomba, atılan her kurşun birilerinin hayatını karartırken, birilerini de memnun ediyordu.
Ancak bölgede yaşayan ‘çalışanlar’ ek bir maaş alsa da, hayatları yaşanmaz, dosta düşmana tavsiye edilmezdi. Buna rağmen, aç biilaç yaşamaktansa, evine, ekmeğin yanına katık götürmek fena olmazdı. Olağanüstü Hal Bölge Ek Tazminatı, bu katığın eve götürülmesine neden oluyordu.
Mücavir alanda da aynısı vardı.
Bölge yaşanılır bir yerdi ama ek tazminat yaraya ilaç olacak düzeydeydi.
Ancak tek sorun, OHAL’in 4’er ay arayla Türkiye Büyük Millet Meclisinde uzatılmasıydı. Bölge rahatlarsa, OHAL’e de gerek kalmazdı, bu hale de, öbür hale de, her hale de ve dolayısıyla ek tazminata da.
Ülkede demokratikleşme arttıkça, terörle mücadele sürdükçe, OHAL’e de çok gerek kalmamaya başlamıştı. Devletin sırtına yük olan OHAL Ek Tazminatı da bitse iyi olacaktı ama her dört ayda bir TBMM, bölgeden gelen istatistikleri değerlendiriyor, olayların analizini yapıyordu.
Bölgede olay sayısı azalıyor, mücavir alanda zaten olay hiç olmuyordu.
Kendi şehrimden bilirim…
Şehrin girişinde bulunan ve sonradan Altınşehir olan semt, her dört ayda bir havaya açılan ateşle meşhurdu. Kimseyi suçlamak için söylemiyorum, zaten kimseyi de söylemiyorum ama TBMM’de OHAL’in uzatılması görüşmelerinden hemen öncesinde bizim şehrimizde silahlar patlardı, şehre girmeye çalışan teröristlere ateş açılırdı ama ortada ne terörist olurdu ne de başka bir şey.
Ama mücavir alan olarak kalırdık, tazminatımızı da alırdık.
Havaya sıkılan kurşunlar, sapı bizden olan baltaların işiydi. Ama bu baltalar, çok daha düşük hesabı olan baltalardı. Bunların derdi Olağanüstü Hal Bölge Ek Tazminatının kesilmemesiydi. Bu baltalar, küçük hesabın peşinde olan baltalardı. Aslı balta, ülkeyi kaosa sürüklemek isteyen “parti görünümündeki ihanet şebekesi”ydi.
O günden bu yana her olayda “Bu kimin işine yarar” diye bir kıyasım var.
Mücavir siyasetçi yazımı bu kadar uzatmamın esası da, aslında “Kimin işine yarar” kısmının net anlaşılması içindir.
Adıyaman’da, Altınşehir’de sıkılan her kurşun, orada görev yapan ‘bütün kamu görevlilerinin’ işine yarardı ama bunun için ‘elinde silah olan’ kesim, bu işi üstlenmeliydi. Onlar da gayet iyi bu işi üstlenirdi.
OHAL illerinde patlayan bombalar, birilerinin işine yarardı.
Sıkılan her kurşun da, ihaleyi verenlerin işine gelirdi. Bu başka bir örgüt de olsa, başka bir ülke de olsa değişmezdi. İlla ki birilerinin işine yarayacaktı.
Ölenler ölürdü, sakat kalanlar kalırdı, acı çekenler çekerdi ama o acıların üzerine bina edilen bir siyaset vardı ve halen de benzer şekilde sürüp gidiyor. Sıkılan kurşun bölge insanına müreffeh bir hayat bahşetmiyordu ama o kurşunlarla amacına ulaşan iç ve dış güçler vardı. Bir de züğürtler, yani mücavir illerde yaşayan bizler.
Bugünkü Mücavir Siyasetçiler de aynı.
Birileri verilen ihaleden nemalanıyor, birileri de nemalananlardan nemalanıyor, yani mücavir…
Bu ülke, kurulduğu ilk gün olduğu gibi, halen aynı parti görünümündeki ihanet şebekesinden çekiyor, ne çekiyorsa.
Sapı bizden olan baltanın kökü hiçbir zaman bu ülkenin topraklarında filiz vermedi, umarım ilanihaye de vermeyecektir.
2002 yılında AK Parti iktidara geldiğinden bu yana ülkedeki değişim ve dönüşüm, sapı bizden olan baltaların işine gelmedi. Her fırsat bulduklarında geriye dönmek için canla başla mücadele ettiler. Her mücadeleleri de milletin tokadıyla geri tepti.
O nedenle, terör başını kumdan her çıkardığında, mafya her efelendiğinde, çeteler her ayağa kalktığında, bazen bir ağacı, bazen bir iti bahane edenler her sokağa çıktığında, olaylara değil, sapı bizden olan baltalara, yani mücavir siyasetçilere, mücavir örgütlere, mücavir cemaat görünümlü terör örgütlerine bakarım ve resmin tamamını orada görürüm.
Ne yazık ki bu hiç değişmedi, değişecek gibi de gözükmüyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.