Mustafa OKUMUŞ

Mustafa OKUMUŞ

Özenti Eğilimi

Özenti her insanoğlunun doğasında var olan bir eğilimdir. Çocukluk, gençlik, yetişkinlik dönemlerinde kılıf değiştirerek devam eder. Bu eğilim, başkalarına dönük beğeni, onlara benzeme ya da onları geçme çabası olarak  algılanabilir.

Yüzeysel ve biçimsel beğeniler özden uzak bir bakış açısında yoğunlaşıyorsa, bizi aldatır, çoğu zaman. Hedefe ulaştığımızı sansak bile, mutluluğumuza fazlaca bir katkı sağlamadığını anlarız. Belki de kişisel ve ailesel  bir  bedel  ödeyerek.

Yaşamın her döneminde,o dönemin özelliklerine göre kişilik arayışı, doğal bir yönsemedir, bence. Bu dönemlerde kendini-kendine kapar, dışa  yönelir, çoğu kişi. Bu yüzden her dönemin  eğilim  ve  özentileri  kendine  özgüdür.

Kişi kendini tanıdıkça, başkalarıyla  kıyaslar, kendince eksikler bulur kendinde. Dışardan modeller arar, onlara  benzemek  ister. Onlar gibi olma eğilimi, çoğu zaman kendine güvenini sarsar. Oysa, özenti duyduğu kişinin özüne inse, bir de onun arayış içinde olduğunu, başkalarına özendiğini bilse, benzemenin-değişimin bu yüzeysel dış görüntüde gerçekleşmeyeceğini anlardı. Bu çelişkiyi, bakınız atalar ne güzel vurguluyorlar. “Dışı  eli, içi  beni  yakar.”

Olumsuz özentiler, daha çok dışa dönüktür. Özellikle de yetişme çağında, aklın-mantığın  yerli yerine oturmadığı dönemlerde, hayal gücünün  beslediği  eğilim  ve  davranışların  öne  çıktığı  görülür.

Çok beğendiğimiz bir modele benzemek, onun gibi olduğumuz anlamına gelir mi? Salt yüzeysellikle o kişi olabilir miyiz? Ya onun özünü, kişiliğini,  erdemlerini,  belirleyen  özgünlüğü  ne  olacak?

Özentinin bir de aklı-mantığı ve gerçeği olmalı değil mi? Beydaba’nın Kel ile Dimne’sinden bir anekdot sunmak istiyorum, hazır yeri  gelmişken.

Yavru kurbağa çayırda otlayan kocaman bir öküz görür. Baba kurbağa’ ya  döner:

- Baba, ne  de  büyük  bir  öküz!  Baba  kurbağa :                   

- O da  bir  şey mi?  Bak şimdi  ben  onu  geçeyim  de  gör.

Yavru kurbağa merakla babasını izler. Baba kurbağa şöyle bir gerinir, şişer.

- Oldu mu  oğul?    

- Olmadı daha baba. Baba kurbağa gerinmeyi sürdürür. Her defasında, olmadı yanıtını alır. Şişmeyi, gerinmeyi, kendini zorlamayı devam  ettirir.  Sonunda  çatlayıp  ölür.

Özenti eğilimini, kendini aşamamış, özgüveni gelişmemiş, kendi gerçeğini-konumunu, kabullenememiş kültür düzeyi düşük, cebi dolu kesimlerde daha çok olduğunu  gözlüyorum. Bu tür özentiler, bireysel ya da  ailesel  bazda  çok  olumsuz  boşluklara, acılara  düşürür,  kişileri.

 

Kültür düzeyi yükseldikçe, özgüven oturdukça özentiye dayalı, kişilik sorunları da azalır, kanımca. Kendini aşan bireylerde beğenilme açlığı da doyum kazanır. Oturmuş güvenli kişilikler, başkalarına özenmekten  çok, kendilerine  özenilenlerdir.

Olumlu Özenti modellerinin salt yüzeysel-dışsal yanı değil, özü, beyinsel değerleri ve erdemleri de öne çıkarılan özenti hedefleri olmalı, sanırım.

Özentilerimiz kendi gerçeklerimizi aşmamalı. Hayali hedeflerde modeller seçmemeliyiz, kendimize.  Özenti, yakın-geçici değil, uzun vadeli-kalıcı değerlere yöneldiği,  kişiliğimizin gelişimine, mutluluğumuza, saygınlığımıza katkı sağladığı ölçüde olumlu sonuçlar doğurabilir.

Kişinin yaşam başarısı, özentilere değil, kendi özgüveni, yeteneği ve gerçekleri üzerinde   kurulmasına  bağlıdır, bence.

Özentilerin önüne fazlaca hayal katanlar, seraba koşan yolculara benzerler, değil  mi?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa OKUMUŞ Arşivi