Ahmet Doğan İLBEY
SÖMÜRGE RUHLU AYDIN SENFONİ DİNLER
Mûsikî sanatında yabancılaşmanın sancısını çeken Türkiye’de Kemalizm’in “müzik inkılâbı” nın Müslüman Türk milletinin gönlünde açtığı derin yaralar tedavi edilmeye çalışılırken, “Viyana Filarmoni’yi yerinde izlemeyi çok isterdim” başlıklı bir yazı okursanız ne yaparsınız?
“Keşke bir gün hepimiz gecenin dibinde kırmızının, mavinin, yeşilin önünde durup birden 40. Senfoninin dalgalı deniziyle hayallerimize yelken açmayı deneyebilsek. Biliyorum, belki müziğin o coşkulu ırmağı birçoğumuzun içine hiç uğramayacak, kim bilir belki de uğrayacak ama biz o sesi hiç duyamayacağız. Bu yüzden yitip giden zamanların ardından ne kadar ağıt yaksak da nafile...” diye yazılar yazmak ve Batı’nın kültürel istilâsına karşı millî kültür hassasiyeti zayıf kitleleri senfoni dinlemeye özendirmek ihânet değilse nedir?
SENFONİ AVRUPA’NIN RÛHUNU COŞTURUR, TÜRK’ÜN RUHUNU DEĞİL!
Rûhu Türk mûsikîsine yabancılaşmış sömürge aydını şu satırlarıyla Batı’nın kültür işgaline dâvetiye çıkarıyor ve Türk toplumunu Avrupa mûsikîsiyle yozlaşmaya teşvik ediyor: “Bir Beethoven hayranı olarak, konser vesileyle bu büyük müzik filozofuna selam verip iki kelam etmeyi bir gönül borcu olarak gördüğümü belirtmem gerekiyor. Ünlü besteci diyor ki: Devam edin, sanatı yalnız uygulamayın onun kalbine nüfuz edin, bunu hak ediyor çünkü, sadece bilim ve sanat insanı tanrısallığa yüceltebilir.”
Sömürge aydını Frenk rûhunu coşturan senfoniyi alenen tavsiye ederek Türk toplumunun mûsikî kültürünü ifsad etmeye şu satırlarıyla devam eder: “Başkalarını bilemem ama benim için müzik, hayatın en değerli renklerinden birisi. Bu yüzden de, artık bir ritüel hâline gelen Viyana Filarmoni’nin 1 Ocak konseriyle yeni yılı karşılamak bana iyi geliyor…”
Flarmoni Orkestrası’nın icra ettiği senfoninin Avrupalı için sanat değeri olabilir. Mezkûr sömürge aydınının mûsikî zevki senfoniden yana olabilir? Fakat millî mûsikîsi engellenmiş, Batılılaşma inkılâplarının zulmüne uğramış Türkiye’de Viyana Flarmoni Orkestrası’nın icra ettiği mûsikî Müslüman Türk toplumunun rûhuna ne verebilir? Gönlüne ve dimağına ne damıtabilir? Avrupa’nın kültür işgalinden kurtulmaya çalışan Türkiye’de “Viyana’da senfoni dinlemenin hüzünlü albenisi” mi kaldı yazılacak? Kemalist Tek Parti Dönemi’nde millî mûsikîsine ambargo konulmuş Türk toplumuna senfoni mi kaldı tavsiye edilecek?
SENFONİ “BATILILAŞMA İHÂNETİNİN” MÜZİK KOLUDUR
Avusturya’nın Hofburg Sarayı'nda her yıl Avusturya’nın Osmanlı Türklerinden kurtuluşunun hâtırasına Flarmoni Orkestrası tarafından icra edilen senfonileri dinlemek sömürge aydınının işidir. Viyana Flarmoni Orkestrası’ndan 40. Senfoniyi dinlemek sömürge aydınlarının ruhunu kanatlandırabilir. Mûsikî zevkiyle bu ülkenin muazzez medeniyetine yabancılaşmış aydınların (Batı entelijansiyası demek lâzım) yüz elli yıllık mağlubiyet psikolojisinin uzantısıdır bu... Abdülhak Hamid’den Tevfik Fikret’te, Abdullah Cevdet’ten Orhan Pamuk’a kadar bu ülkede yaşayıp da Avrupa kültürünün acentalığını yapan sömürge aydınlarının tabiyet değiştiren ruhlarını dindirmek için aradıkları liman senfonidir, Viyana’dır, Paris’tir…
MÛSİKÎSİMİZDEN HAZZETMEYEN MÜSTAĞRİB AYDINLAR
Avrupa’nın mûsikîsine meftun olmak, “gâliblerin çizmesini yalayan” a’raf’ta kalmış sömürge aydınlarının özentisidir. Kendi irfanından kaçan, kendi mûsikîsinden zevk almayan, Doğu Batı arasında kalmış eklektik aydınların aşağılık duygusudur. Tasavvuf menşeli türküleri “ilkel” ve îlahîleri “dinsel” bulan sömürge aydınlarının Batı’nın senfonilerinden haz almaları ruhlarının sömürgeleşmesindendir. Batılılaşma inkılâplarıyla mûsikîsi yasaklanan, İslâm medeniyet değerleri “redd-i miras” edilen, dili ve ruhuyla kendi öz mûsikîsine karşı aç bırakılmış bu ülkenin insanlarına özendirici bir şekilde senfoni dinlemenin erdemlerinden ve hüznünden bahsetmek ağır bir ruh kirliliğidir.
İlk mekteplerden üniversiteye kadar tasavvuf mûsikîmizin, tasavvuf şiirlerinden bestelenmiş türkülerimizin âcilen gönül ve dimağlara yerleştirmeye çalıştığımız şu zamanda, sömürge aydınının “Viyana Filarmoni Orkestrasının geleneksel konserini bizzat Viyana’da izlemeyi çok isterdim ama böyle bir şansım hiç olmadı. Bu sene konserin tamamını izleyemedim ama, önümüzdeki günlerde özel bir Viyana filarmoni gecesiyle kendime ait bir zamana yolculuk yapmayı düşünüyorum…” satırları genç kitlelerin dimağını katlediyor.
HÜZNÜNÜ ECNEBÎ MÛSİKÎDE ARAYAN AYDIN
Sömürge ruhlu aydınlar dün de bugün de gönlümüze şifa veren, hüznümüzü terennüm eden öz mûsikîmizin ustalarını dinlemezler! Oysa bu değerlerimiz asırlardır bizi millet yapan, gönül ve dimağımızı âbad eden, mâveraya kanatlandıran değerlerdir. Ruh ve zevkleri tabiyet değiştirmiş sömürge aydınları bu değerlerle kalbî ve zihnî bağ kuramazlar. Bir Selâtin câmiinde aşirhanların dört makamda okuduğu dinî mûsikîmizin en muhtevalı ve sanatlı formlarından biri olan mevlid-i şerif’ten zevk almazlar. Selânın ulvî hüznünden gönülleri yanıp tutuşmaz. Yunus Emre’nin şiirlerinden bestelenen bir ilâhî, bir türkü, ruhu Viyana’ya iltica etmiş sömürge aydınında hiçbir şey ifade etmez. Kağızmanlı Hıfzı’dan, Erzurumlu Emrah’tan ve Hatayî’nin şiirlerinden bestelenmiş tasavvuf tadında bir türkü, “ruhunun huzurunu” senfonilerde arayan sömürge aydınlarının gönlüne şifa olmaz.
“HÜZÜNLERİ DİNDİRMENİN” LİMANI SENFONİ Mİ, TÜRK MÛSİKÎSİ Mİ?
“Acıları hafifletmenin, hüzünleri dindirmenin en güzel yolu müziğin o muhteşem limanlarına sığınmaktır” diyerek, ruhunun acılarını senfonilerin limanlarında dindirmeye çalışan sömürge aydınına sormak lâzım: “Hüzünleri dindirmenin” (hüzünleri sevmenin demek lâzım) yolu hangi mûsikînin limanındadır? Senfoni mi? İsmail Dede Efendi mi? Mustafa Itrî’mi? Neşet Ertaş mı? Âşık Veysel mi? ([email protected])
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.