Naif Karabatak
Susurluk’ta yan çizenlerin, düz çizgisi olamaz
Aslında Türkiye için dönüm noktası, 3 Kasım 1996 tarihinde, saat 19.25 sularında, Balıkesir-Bursa Karayolu’nda, Susurluk ilçesinin Çatalceviz mevkiinde meydana gelen bir kaza ve sonrası olmuştu.
O kazada, “devlet, siyaset ve mafya” üçgeninde kirli ilişkilerin ve yasadışı işlerin yapıldığı anlaşılmıştı.
İlk etapta ne olduğunu kavrayamayanlar, “Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık” eylemlerine başlamış ve “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” demişlerdi.
Sonra bundan vazgeçtiler…
Vazgeçmekle kalmadılar, sürekli karanlık için bütün mumları söndürmeyi de ihmal etmediler.
Her şeyin eskisi gibi olması için didindi durdular.
Çünkü o gün kazada gördükleri fotoğraf, devletin tüm kurum ve kuruluşlarına sinmiş, Ergenekon’un sadece görünen küçücük, mini minnacık bir yüzüydü.
Oysa o kaza, bütün faili meçhullerin, suikastların, darbeye zemin hazırlama girişimlerinin, oluşturulan kaos ortamlarının, Sivas’ın, Başbağlar’ın, Çorum’un ve hiç bitirilmek istenmeyen terörün de esas resmiydi.
Özgürlüklerin önüne engel olan, ayrımcılığın ana kaynağı, temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasının tam resmiydi, o fotoğraf.
Sonra onları savunmak, vatanı savunmak oldu.
CHP başı çekti, “avukatlığını” bile yaptı. Hatta yetmedi, sanıkları cezaevinde vekil seçtirdi.
Kazanın şokuyla “yanlışın kendilerinden olmadığı” fikrine kapılan kesim, bütün demokrat çıkışıyla, bütün şeffaflık isteğiyle ve bütün özgürlük aşkıyla ortaya çıktı ama birden bire tırstılar…
Çünkü o kaza, devletin genlerine enjekte edilen ve onların hayatta kalmasının ana nedeniydi.
Onları koruyan, iktidara getiren, söz sahibi kılan, güç veren, emek verenlerdi…
Türkiye’de bütün yanlışın, halka egemenliği bir türlü vermemenin, büyümeyen ekonominin, yapılmayan yatırımın, gelmeyen hizmetin esas sebebi, o fotoğrafta saklıydı.
Fark ettikleri anda kıvırdılar…
Tıpkı şimdiki gibi…
***
İstanbul merkezli “yolsuzluk” ve “rüşvet” adı verilen ama sadece bunların “kılıf” olarak kullanıldığı operasyonda da, “dürüstlük” timsali kesilenler sokaklara çıktı.
Devletin zarara uğratıldığını söyleyenler, devleti zarara uğratarak camları, çerçeveleri indirmekle kalmadı, borsada düşen hisseler, rüşvet miktarının çok üzerine çıktı, devlet zarara uğratıldı.
Oysa ortada paylaşılamayan bir pasta vardı.
Amerika ve İsrail başta olmak üzere paranın güzergâhının kendilerinden geçmesini istiyor ama Türkiye, her gün bir ton altını Halk Bankası koordinatörlüğüne almayı başarıyordu.
Bu başarı, dürüstlük abidesi kesilenlerin hesaplarını altüst ediyordu ama olsun, bahane mi yok?
Bahane yerini bulsun diye üç farklı davayı, tek davaymış gibi aynı poşete koyanlar, “yolsuzluk ve rüşvet” suçlamasıyla hem yırtacaklarını, hem paranın akışını değiştireceklerini ve hem de AK Partiyi güçsüz düşüreceklerini, hatta iktidardan bile alaşağı edeceklerini hesaplıyorlardı.
***
Bir şeyi daha hesaplıyorlardı; Türkiye’nin en büyük siyasi partisiyle, en büyük cemaatini kavgaya tutuşturmayı…
Sağ olsun, bizim insanımız, sahneye konulan bu tür iğrenç oyunların hiç de yabancısı olmadığı halde, oyuna gelebiliyorlardı.
Hem AK Parti cenahından, hem Fetullah Gülen cemaatinden hiç de yakışık almayan laflar, yüreklerde yara açmaya yetiyordu.
Tıpkı geri kalmış ülkelerdeki mezhep savaşları gibi hepsi “Allah adına” iki kelam indiriyordu, kılıç niyetine…
Sosyal medya, “kim daha çok küfrederse o başarılı olur” anlayışıyla bir birlerine saldırıyorlardı.
Cemaatin yayın organı, Susurluk anlayışının yayın organına bürünmekte gecikmediği gibi, onlardan daha “azılı” olmayı da başarıyordu.
Üstüne Fetullah Gülen’in önce Türkçe “Biz yapmışsak” diyerek kendilerini dâhil ettiği ama Arapça “Sadece AK Parti hükümetine” ettiği beddualar yenilir yutulur değildi.
Oysa oyun kuranların istediği tam da böyle bir ortamdı.
Kardeşi kardeşe kırdırmaktı…
İki büyük kesimi yok edip, eski günlere dönmekti…
Ve bunu da kendilerini yormadan, bir birlerini yok ederek yaptırmaktı.
“Sürekli karanlık için verilen bir çabaydı bu” ama basireti bağlanan ve bütün birikimini bir çırpıda yerle bir edenler, bunun farkına varamıyordu.
Yoksa ben, yolsuzluk suçlamalarının gerçek olmadığını biliyorum.
Yolsuzluk, hiçbir siyasi partinin onay veremeyeceği ama her siyasi parti döneminde oranları değişse de var olan bir yaradır.
Yoksa Susurluk’ta yan çizenlerin, düz çizgisinin olacağına inanmak, ayla güneşin yer değiştireceğine inanmaktan daha zordur.
Bu kadar planlı ve bu kadar iğrenç hesapların içerisinde, cemaatin olması kabul edilemez. Hem de ucundan, kıyısından, kenarından, köşesinden bile.
Bu yanlıştan dönülmediğinde, oyun kuranların hesabı tutacak ve biz, “Allah adına” bir birimizi incitmeye devam edeceğiz.
Değiyor mu Allah aşkına, değiyor mu?
Tweetimden seçmeler
Amacınız gerçekleri görmek değilse asla gerçeğe doğru yürüyemezsiniz. Her şey size engel olur; partiniz, cemaatiniz, inancınız, önyargınız.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.