Türkiye’ De Hukukun İlk Cesur Kadınları

SÜRREYA AĞAOĞLU ve MELAHAT RUACAN

Bir ülkede en önemli konu “ ADALET” tir Adalet yoksa hiçbir şeyin önemi yoktur.  Bu yazımda Genç Cumhuriyetimizin cesur adalet savunucularından ilk kadınlarımızdan olan iki kıymetli isimden bahsederken,  Bu nedenle Mustafa Kemal ATATÜRK’ şükranlarımızı bir kez sunma ihtiyacı duydum.  “TEŞEKKÜRLER ATAM”

Kadını ve erkeğiyle yürütülen mücadelelerle kazanılan Ulusal Kurtuluş Savaşı'mızdan sonra kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nde bütün vatandaşlar eşit ve özgür bireyler olarak kendi kaderlerini tayin hakkına sahip olmuş ve demokratik bir yönetime kavuşmuşlardır. Vatandaşların temel hak ve özgürlükleri anayasa ve diğer yasalarla güvence altına alınmıştır.

Gelelim konumuza, Türkiye’nin İlk Kadın Avukatı SÜREYYA AĞAOĞLU'nun Atatürk'le anısı kadın hakları açısından Bir Ders Niteliğinde! Türkiye'de avukatlık mesleğini icra eden ilk kadın Süreyya Ağaoğlu'nun Ankara'da staj yıllarında başından geçen ve Mustafa Kemal Atatürk'le de kesişen anısı kadın hakları açısından bugün bile ders alınacak nitelikte.

Süreyya Ağaoğlu, Mustafa Kemal’in arkadaşı Ahmet Ağaoğlu’nun kızıydı ve Türkiye’nin ilk kadın avukatıdır. 1924-25 ders yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdikten sonra, Ankara'ya ailesinin yanına döner. Arkadaşı Melahat ile birlikte Adalet Bakanlığı'nda staja başlarlar. İlk günlerin heyecanı geçince, bir sorunla karşılaşırlar: Öğle yemeği işini nasıl çözeceklerdir? Evlerine gidemezler, evleri bakanlığa çok uzaktır. Türkiye'nin, bu ilk kadın stajyer avukatları, öğle yemeklerini, bir süre için peynir ekmek yiyerek geçiştirirler. Ama sonunda dayanamazlar.  Lokantaya da gidemezler. Aslında o zamanlar Ankara'da yemek yenebilecek bir lokanta, İstanbul Lokantası vardır. Fakat bir sorun vardır: Sadece milletvekillerinin yemek yediği bu lokantada, kadınların yemek yediği görülmüş şey değildir.

 Dönemin Basın-Yayın Genel Müdürü olan babası Ahmet Ağaoğlu'na giden Süreyya, öğle yemeklerini İstanbul Lokantası'nda yiyebilmek için izin ister. Ahmet Ağaoğlu, bunda bir sakınca görmez, onayı verir. İki arkadaş, ertesi gün öğleyin lokantaya gider, küçük bir bölümüne geçip güzel güzel karınlarını doyurur. Ahmet Ağaoğlu'nu ve kızını tanıdıkları için kimse yüzlerine bir şey söyleyemez, ama arkalarından konuşmalar başlar. Homurdanmalar ve şikayetler yükselir.

Şikayetler aynı gün, zamanın Başbakanı 'Rauf Bey'e de iletilir. Rauf Bey de Ahmet Ağaoğlu'nu arayıp durumu anlatır. Süreyya, o akşam eve döndüğünde, babasının kendisini beklediğini görür. Ahmet Bey hemen konuya girerek, 'Başbakan Rauf Bey, senin ve arkadaşının lokantada yemek yediğinizi ve herkesin bunu konuştuğunu anlattı. Bundan sonra öğle yemeklerine bana gelin,' der. Süreyya çok üzülür, ama yapacağı bir şey yoktur.

Birkaç gün sonra, Atatürk ve eşi Latife Hanım, Ahmet Ağaoğlu'na misafirliğe gelir. Sohbet edilirken, söz bu konudan açılınca, Süreyya Hanım, olayı bütün açıklığıyla Atatürk'e anlatır. Onun, kendisini anlayacağını ve destekleyeceğini düşünmektedir. Oysa onu dinleyen Atatürk, 'Babanın da, Rauf Bey'in de hakkı var,' der. Büyük bir hayal kırıklığına uğrayan Süreyya Hanım, ertesi gün bakanlıktaki odasında çalışırken, Adalet Bakanı Mustafa Necati Bey, bir yetkili telaşla içeri girer : “Süreyya hazırlan, Gazi Paşa seni yemeğe götürecekmiş”

Süreyya şaşırır, apar topar kapının önüne çıkar. Yanında bir milletvekili ve yaveriyle arabada oturan Atatürk, onu görünce, “Latife bugün seni öğle yemeğine bekliyor,'”der.  Süreyya Hanım hem şaşkın hem sevinçlidir. O bindikten sonra hareket eden otomobil  İstanbul Lokantası'nın önünden geçerken, Atatürk, birden şoföre durmasını söyler. Bozüyük milletvekili Salih Bey telaşla yanlarına gelince, Atatürk, herkesin duyabileceği bir sesle, ona, “Bugün Süreyya'yı bize götürüyorum, ama yarın buraya gelecek, yemeğini lokantada yiyecek.” der. Aslında bu hareketle mesele bitmiştir.

Süreyya Hanım’ın şaşkınlığı daha da artar. Ne olup bittiğini, Latife Hanım, yemekte, onun kulağına eğilip, “Paşa, dün akşam bu lokanta olayına çok kızdı, ama babanı senin yanında ezmek istemediği için kızgınlığını belli etmedi. Eve gelir gelmez, birkaç milletvekilini arayarak, yarın mutlaka eşleriyle birlikte lokantaya öğle yemeğine gitmelerini söyledi,'” deyince durumu anlar.. 

Süreyya Ağaoğlu, ertesi gün, arkadaşı Melahat!la İstanbul Lokantası'na gittiğinde, İstanbul Milletvekili Hamdullah ve hanımı İstanbul Milletvekili Alirıza ve hanımı  Suphi ve birkaç milletvekili eşinin de ilk kez orada olduğunu görür. Kimse onları bakışlarıyla bile rahatsız etmeye yeltenemez. Bu bir ilk olur... Atatürk ve Türkiye'nin ilk kadın avukatı SÜREYYA AĞAOĞLU, kadınların, tıpkı erkekler gibi, bir lokantada yemek yiyebilmesine de öncülük etmiştir...

SÜREYYA AGAOĞLU Türkiye’nin ilk kadın avukatı olur. MELAHAT RUACAN  hakim oldu  ve Yargıtay’a seçilen ilk kadın hakim oldu.

Bu durum yalnız Türkiye’de olan bir şey değildi Dünya’nın birçok ülkesinde kadınlar bu haldeydi. Hep ikinci sınıftılar.

SÜREYYA AĞAOĞLU: 1903 yılında Azerbaycan'ın Şuşa kentinde dünyaya geldi. Babası, tanınmış düşünür, yazar ve siyasetçi Ahmet Ağaoğlu, annesi Sitare Hanım'dır[2]. Beş çocuklu ailenin en büyük çocuğu olan Süreyya Hanım, eğitimci ve milletvekili Tezer Taşkıran'ın, mühendisi ve iş adamı Abdurrahman Ağaoğlu'nun; siyasetçi, edebiyatçı ve hukukçu Samet Ağaoğlu'nun ve tıp doktoru Gültekin Ağaoğlu'nun ablasıdır.

1910 yılında ailesiyle birlikte Türkiye'ye göçtü. Babasının ideolojisi ve görevleri nedeniyle çocukluğu ve gençliği Türk Ocağı aydınları ve Mustafa Kemal Paşa'nın yakın dostları arasında geçti[3]. 1920 yılında İstanbul Kız Lisesi'nden mezun olduktan sonra 1921 yılında, hukuk eğitimi görmek için Darülfünun'a başvurdu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne başvuran ilk kız öğrenci olarak fakültenin kız öğrencilere açılmasında öncü rol oynadı. Beraberinde iki kız arkadaşını da (Melahat ve Bedia Hanımlar) okula getirip Fakültenin kız öğrencilere açılmasını sağladı. 1925'te bu fakülteden mezun olduktan sonra Ankara'da Şurayı Devlet Tanzimat Dairesi'nde çalıştı. 5 Aralık 1927'de Ankara Barosu'na kaydoldu. 1928'de serbest avukatlık ruhsatını alarak, “TÜRKİYE'NİN İLK KADIN AVUKATI” unvanının sahibi oldu ve hayatı boyunca avukatlık mesleğini sürdürdü.

MELAHAT SENGER RUACAN: 1906 yılında İstanbul'da doğmuş, 1974'te Ankara'da kalp krizi geçirerek ölmüştür. Yüksek mahkeme hakimi olan Melahat  Ruacan, Türkiye'nin Yargıtay'a seçilen ilk kadın üyesidir. Mesleğe hakim olarak başladıktan sonra 1945 yılında Yargıtay'a giren Ruacan, böylelikle ilk kadın üye oldu. Birçok önemli davaya katıldı, radikal kararlar verdi. 1950-1960 döneminde, Demokrat Parti yönetimini politik açıdan çalkantılı bir süreç geçirirken; Melahat Ruacan hukuk ilkelerini çiğnememek adına iktidardaki siyasi partiye hizmet etmeyi reddetti. Tavrındaki bu kararlılık yüzünden görevinden zorla istifa ettirildi. Mahkemeye gidip hakkını arayan Ruacan, kendisine reva görülen zorunlu emekliliğe başarıyla meydan okudu ve 1963 yılında davasını kazanarak tam onur ve tazminat ile makamına iade edildi.

Kadın hakim Melahat Ruacan, yasanın ilkelerinden korkmayan ve haksızlığa karşı daima savaş veren bir savunucuydu. Hayatı boyunca gerek meslek, gerekse kişisel yaşamında Atatürk'ün ilke ve inkılaplarının takipçisi olarak yaşadı, kadın haklarının savunucusu oldu.

TEŞEKKÜRLER ATAM…

Faydalanılan Kaynaklar:

Hiçyılmaz, Ergun (17 Mart 2004). HUKUKUN CESUR KADINLARI

Yılmaz ÖZDİL ANKA KUŞU  Sis Kitap 2022

Milliyet Gazetesi Arşivi, Süreyya Ağaoğlu, Oldu, Milliyet Gazetesi, 28.08.1962

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Adnan GÜLLÜ Arşivi