Naif Karabatak
YENİ ŞEYLER NE ZAMAN SÖYLENMELİ?
“Şimdi Yeni Şeyler Söylemek Lazım” derdi Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî bir şiirinde. Yeni şeyler söylenmesinin zamanı geldiğine inanan her kişi de bu şiiri severdi. Hatta Sezen Aksu “Işık Doğudan Yükselir” albümünde “Yeniliğe Doğru” şarkısıyla bu şiiri ne güzel yorumlamıştı.
“Her gün bir yerden göçmek ne iyi
Her gün bir yere konmak ne güzel
Bulanmadan, donmadan akmak, ne hoş!
Dünle beraber gitti cancağzım,
Ne kadar söz varsa düne ait
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım...”
***
İyi hoş da yeni şeyler ne zaman söylenmeli?
Ne kadar eski şey söyledikten sonra mesela…
Ne kadar insanı kırdıktan,
Ne kadarını yıprattıktan,
Ne kadarını hor gördükten,
Ne kadarını aşağıladıktan sonra.
Küçümsediğin, hor gördüğün, yok saydığın insanlara yeni şeyleri ne zaman söylemeye niyetlisin?
Daha ne kadar hakkını yedikten sonra?
Daha ne kadar emeğini çaldıktan sonra?
Daha ne zaman zamanını ve yüreğini tükettikten sonra?
“Şimdi” derken, her zaman şimdi mi, “keyfin istediği” zamanın şimdisi mi?
Hangi yaşta mesela;
Çocukluk çağında mı?
Başının üstünde kara bulutlar dolaşmaya başladığında mı?
Ayağın yere basmadığında mı?
Bir elinden alıp, diğer eline doldurduğunda mı, cebini boşalttığında mı?
Gözün hiçbir şeyi görmediğinde mi?
Yolun sonuna geldiğinde mi?
Bir ayağın mezardayken, diğer ayağını henüz atmadan hemen önce mi?
Şimdi yeni şeyler söylerken, dünle birlikte gidecek olanlar neler?
O gidenlerin içinde senin kirlettiğin ne kadar çamaşır var; ne kadarını temizleme şansın oldu, ne kadarını durulamadan bıraktın, ne kadarını temizlemeye için elvermedi?
***
Soru o kadar çok ki, muhatabım karşımda olsa soracağım ama karşımda değil.
Bu yazıyı okuyor mu, onu bile bilmiyorum.
Veya bu yazıyı okuyan “er kişi” veya “hatun kişi” diye seslenilme zamanı henüz gelmemiş olanların da yeni şeyler söylemesinin zamanı geldiğine inanıyor mu, bilmiyorum…
Belki de her gün yeni şeyler söylemenin tam zamandır.
Bir hata yapmayı beklemeden, bir pot kırmayı düşlemeden.
Vefasızlığına yeni vefasızlık eklemeden.
Kalp kırmaya henüz başlamadan.
Kırdığın kalbi onarmayı düşünemediğin an mesela…
“Şimdi”, şu andır, biraz sonra da şimdi olacak, bir gün sonra da, on yıl sonra da, yüz yıl sonra da.
Önemli olan ‘hangi şimdi’yi yakalamak gerektiğidir.
Size yakın olan hangi şimdi, uzak olan hangi şimdi?
O anı beklemek gerekiyor mu, beklerken oturup çay mı içmeli, yoksa daha fazla hata mı biriktirmeli, günahlara günah mı eklemeli?
Ne yapmalı bilmem ki?
Yoksa ‘yeni şeyler’i bir yana bırakıp, her an kendin olmaya mı odaklanmalı?
Günah halindeki kendin değil.
Saygısız kendin değil.
Kaba saba kendin değil.
Odun halindeki kendin değil.
İnsanları kıran kendin değil.
Hak yiyen kendin değil.
Hukuksuzluk eden kendin değil.
Değer bilmeyen kendin de değil…
Kendin gibi, olman gerektiği gibi…
Dünyaya geldiğin ilk günkü sen gibi…
Gözünü açtığın ilk an gibi gözünü kapattığın son an gibi…
Yeni şeyler söylemenin ne yeri ne zamanı aranmamalı.
O yer ve o zaman, ilk doğduğun günde saklı; aramayı bilirsen, bulmayı bilirsen, anlamayı bilirsen, öğrenmeyi bilirsen…
Bu yazıyı okuyorsan, ‘şimdi’ yi başka zamanda aramaya çalışma.
Şimdi, şimdidir; bir başka zaman, mekân veya tarif edilemez şey değildir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.