Naif Karabatak
Yüzümüzden İnen Perde
Çoğunlukla insanımızı yaşarken değil, öldüğünde ve öldükten sonra tanırız. Bu kural, çok acımasız ama ne yazık ki böyle. Nursinanineyi ve onun perdesiyle geçmişe dönmem de yine bu acımasızlığın bir yansımasıdır belki de.
Bir kaç yıldır oturduğumuz sokakta, bizim apartmana çapraz bir apartmanda oturan Nursina nineyi tek bir kez görmüştüm.
Bir akşamüstü işte eve yeni gelmiş, aracımı henüz park etmiştim ki, “Oğlum..oğlum” diye bir ses geldi. İstanbul’da kimsenin ‘oğlu’ değildim, dolayısıyla annesini ve babasını öte âleme göndermiş birisi olarak ‘oğlum’ diye seslenen yaşlı kadının sesine karşılık vermem gereksiz olacaktı.
Öyle yaptım ama sokakta da sanırım benden başka kimse yoktu. Ses bir kez daha gelince dönüp baktım. Nursina nine, apartmanın birinci katının penceresinden sesleniyordu. Sanırım 85 yaşını geçmişti.
“Buyur nine” diye cevap verdim, “oğlum!” çağrısına.
Hemen ilerideki pideciden iki lahmacun almamı, parasının da saldığı sepette olduğunu söyledi.
Paraya gerek yoktu, ben alırdım ama ‘asla olmaz’ diye kesin bir dille emretti, ben de olacağını kesin bir dille söyledim. Aramızdaki atışmanın galibinin kim olduğunun pek bir önemi yok.
Lahmacunu sipariş ettim, pişmesini bekledim, yanına bir de soğuk ayran ekleyerek, beni aynı şekilde bekleyen Nursina ninenin saldığı sepete koydum. O sepeti çekerken, ben de hem Nursina nineyi izledim hem de Nursina ninenin durduğu penceredeki perdeyi…
O perde, bizim perdeydi.
Bizim neslin perdesi.
Annemizin özenle dikip, babamıza, ağabeyimize veya bize astırdığı perde…
Eskiden akşamları perdeler çekilirdi, lamba yanan her evin penceresine…
Dışarıdan kem gözler içeriye süzülmesin isterlerdi.
Kadınlar, kızlar rahat etsin, erkekler eşinden, çocuğundan emin olsun diye düşünürlerdi.
Bir hayaydı perde, bir örtünmeydi, bir gizlenmeydi, belki de görmesi gerekenin dışında hiç kimseye kendini göstermemeydi.
Penceredeki perdelerle birlikte yüzlerdeki perdeler de indi.
Sosyal medya çıktıktan sonra perdeye artık gerek kalmadı; kalkan perdeler de bir türlü inmedi…
Nursina ninenin perdesi, çocukluğumun geçtiği evimizin perdesiyle tıpkısının aynısıydı.
Perdenin ortasında kocaman güller sıralanmıştı.
Kahverengi tonlarda, hafif kızıla çalar güllerdi bunlar.
Belli bir sıra halinde dizilmiş, bir biri ardına serpiştirilmişti.
Alt tarafta zincir gibi işlenen bukleler yer alıyordu.
Kahverengi halkaların oluşturduğu zincir, bir baştan diğer başa kadar uzanıyordu.
Altında farklı şekiller, onun altında yine zincirlerle tamamlanan bir perde.
Hepimizin aşina olduğu, hepimizin çocukluğunda benzerlerinin penceresin, süslediği perdelerdi bunlar.
Bir zamanlar akşamımızın örtünmesiydi.
Işığı yakılan evin dışarıyla irtibatının kesilmesiydi.
Perde sadece pencereye inmezdi, yüze inerdi, göze inerdi, söze inerdi…
Nursina nine lahmacunu alıp, dualar ederek sepeti çekti.
O duaya çok ihtiyacım olduğunun farkındaydım.
Hepimizin o dualara ihtiyacı var.
Ama o lahmacundan 10 gün sonra Nursina ninenin öleceği hiç aklıma gelmezdi.
Kimin ne zaman öleceği bilinmez ama kaç yıldır oturduğum bu semtte, ölümünden on gün önce karşılaşmak, konuşma ve kısa da olsa bir diyalogla karşılaşmak ilginç olsa gerek.
Belediyenin cenaze aracı, sonra evden indirilmesi, camiye götürülmesi ve mezarlıkta defnedilmesi dışında hayatıyla ilgili hiçbir şey bildiğim yoktu.
Yalnız yaşıyordu, onu biliyorum.
Haftada bir torunları ve oğlu gelip evi temizliyormuş, öteberi alıyorlarmış. Bunu da sonradan öğrendim.
85 yıla ne sığdırdı bilinmez ama ömrünün son günlerinde ‘yalnız kalmanın zorluğunu’ bana hatırlattı ve bir de yüzümüzden inen perdeyi, bir kez daha hatırlamama vesile oldu.
Nur içinde yat Nursina nine, nur içinde yat. Günahların perdelensin, sevapların gün yüzüne çıksın!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.