Dr. Mustafa Coşkun Kale
Ali Abi,nâmı diğer Yefelek Ali
Yefelek Ali dedimse, Ali Gök'de denir O'na hâ !. Bu O'nun ünvanlarından lâkablarından sadece bir ikisi, daha; Dasdingil, Nınâk, Gübülü Hürü, Depe Gıt, Anam Ânşâm'ları da var. Ali Abi (Gökkaya) memleket de, bu kadar isimle anılan nadir insanlardan biri belki de O tekdir. Tabi, bizler değilde akranlarından biri bu isimlerden hangisiyle seslense, dönüp tebessümle bakan biriydi, özümsemişti babadan kalma tüm lâkâpları baş tacı ederek.
Rahmetli Ali Abi'lerin kökeni tâ Ordu İline dayanır. Dedesi Ahmet, Maraş'da askerken, vergi toplayıcı Göksun Mültezimlerinin talebi üzerine, geçici olarak Göksun'a görevlendirildiğin de, Hacımirza'da gördüğü Gübül Osman'ın kızı Ayşe'ye vurulur. Teskeresini alınca da Ayşe Hatunla evlenirler. Epey bir müddet Hacımirza' da kaldıktan sonra Kayabaşı Mahallesi'ne yerleşirler.
Bu tek katlı kerpiç ev, malumuz ileride Ali Abi'nin babası Yefelek Memmed'in evi olacak, vefatından uzun bir süre sonra Ali Abi tarafından ve üzerine bir kat daha çıkılacaktır. Daha sonraları da çocuklarınca betonarme üç katlı bina olacaktır.
Ali Abi'nin dedesi Ahmet'e, ince, narin ve uzun boylu olduğundan "Yepelek" yada "Yefelek" anlamından "Yefelek Amed" denilmiş. Bu lâkap, Ali Abi'nin babası Memmed Emmi'ye, oradan Ali Abi ve çocuklarına intikal ederek gelmiştir. Duamız ve niyazımız hani derler yâ "adıyla bin yaşasın" diye Yefelek adının da bu güzel ailede kıyamete dek sürmesi olacaktır elbet.
Yefelek Memmed, ortanın biraz üst boyun da, güçlü kuvvetli çevresin de çok sevilen, şakacı biridir. Taşoluk Kasabamızdan, pehlivan Mustafa Keskin'in kuzeni Hürü Hatın'la evlenir. Bu evliliklerinden;
Ali, Durdu ve Ânşâ adlı üç çocukları olur.
Ali Abi Orman Dairesi'nde görevli, Durdu Abi Assubay, Ânşâ Abla da ev hanımı olarak Pınarbaşı Mahallemiz de Adalı Ahmet'le (Akpınar) evlenir.
Yefelek Memmed sadece Gayâlık Mahallesin de değil tanıyan tüm Gösün'de sevilen, yûkâ yürekli, açık sözlü, lâfını hiç daldan budaktan esirgemeyen, sinirlenince de zaten az da olsa var olan pelte dilinden çıkardığı ağır sözleri bile hep hoş karşılanıp baş tacı edilen, adı ve anıları hala yaşayan biridir. O'nun bunca güzellikleri yanın da öyle bir inadı vardır ki; Mahallede İnat çocuklara hâlâ "çekmez ôlâsıcâ Yefeleğe çekik" denir durur.
Oduna gidileceği son güz ayın da gece yarısından sonra, araların da anlaştıkları üzere rahmetliler Durdu Çavuş (Akmaz), Aşık Durmuş (Kundakçı), Âmber Hasan (Türkmen) ve Demirçi Mustafa (Demirçi) Yefelek Memmed'in evinin önünde bulunan kağnısını, evinin yirmi-yermi beş metre aşağısın da güney yamacında ki, rahmetli Osman Hoca'nın (Kale) dâmının üstüne bırakırlar.
Gün ışımazdan önce, Memmed Emmi oğlu Ali'ye "Olûm öküzleri kâğnıya koş artık, vâkıt ilerliyo" der. Ali Abi, dışarı bir bakar ki kağnı yok. "Dışarı da kağnı-muğnû yok baba" diye telaşla bildirince; "Ûlân nasıl kâğnı yok ? senin gözün gosgoca kâğnıı görmüyo körsün ellâm" diyerek dışarıya zorlatınca, bakar ki kâğnı gerçekten yok. "ulân evin önünde ki kâğnı nereye geder" diye kendi kendine söylenirken;
Durdu Çavuş'la kağnıyı dâma bırakan üç arkadaşı Memmed Emiye odun kàğnılarıyla gelerek "Nedi gecikdin br'ûlan âhâ gün ağarıyor, de hâdi de" derler ama bu ara, ağaran gün ışığı Memmed Emmi'ye dâm başında ki kâğnıyı da gösterir.
Dâm başında ki kâğnıyı bir daha görmemek için Yefelek Memmed on beş gün evden dışarı çıkmaz. Bu ara odun sezonu da biter tabi. Ancak O'nun kâğnıyı dâm üstüne koyan arkadaşları, hem Memmed Emmi'nin hem kışlık odunlarını hem de dâm üstün de bekleyen kâğnıyı evinin önüne getirirler. Memmed Emmi ancak o günden sonra evinden hiç bi şey olmamış gibi gün yüzüne çıkar.
Eskiden bileğine güvenen Göksun'lu gâlıcını (orak), tırpanını, sırtına da yorganını alan Çukurâya (Çukurova) çalışmaya gider, bu gidiş hiç değilse horântanın kışlık zâhrâsını (zahire) tutmaya da bir katkı olurdu. Bir kısım ise, hem horântanın iş gücünden faydalanmak amacı hem de Çukurâ'dan temin ettiği yüklü buğday, mercimek ve pamuğu getirme kolaylığı nedeniyle konvoy halin de kağnılarla giderlerdi.
Böyle bir Çukurâ gidişin de, Memmed Emmi ve Durmuş Emmi'yle (Aşık Durmuş) birlikte gelen sekiz on adet kâğnılı Gayâlık'lı da var. Memmed Emmi'nin kağnısın da onları severken söylediği, Eşi Hürü Hatın (Gübülü Hürü), oğlu Ali Abi (Dastıngil), oğlu Durdu Abi (Nınâk) ve kızı Ânşâ (Anam Anşâm) olduğu halde kağnı konvoyuyla Geben yoluna düşerler.
Geben Kalesi'ne yaklaştıkların da, çiseleyen yağmur iyice şiddetlenir. Hür'âtın' küçük oğlu Durdu'nun (Nınâk) ateşinin yüksek olduğunu farkedince Memmed Emmi'yi haberdar eder. Kağnı bir müddet konvoyun gerisin de kalsa da, çocuklarına çok düşkün ve panik sahibi Memmed Emmi, Nınâk'ın ateşi yükseldikçe; ne yapacağını şaşırmış halde kağnıyı durdurarak Memmed Emmi ağlamaya başlar. Bu arada kağnı konvoyu tepeyi aşmıştır bile.
Tepeyi aşan konvoy Memmed Emmi'nin yokluğunu farkedince, onlara da bir telaş düşer. Durmuş Emmi "siz ıccık elêşin de ben bir bâkın bâm" diyerek gerisin geriye sicim gibi yağan yağmur altın da rampadan inerken, epey uzak da Memmed Emmi'nin duran kağnısına süratle ulaşır. "nerde gâldın br'ûlân ?" dediğin de, sinirleri boşalan çaresiz Memmed Emmi başlar ağlamaya.
"Anâm Ânşam, Gübülü Hürüm, Dasdingil im, Nınâğım da Nınâğım" diye Durdu gidici anlamın da ağlaşır tüm horântaca.
Durmuş Emmi "den hâdin den duracak sıra deel" diye kağnıyı hareketlendirerek yağış altın da bunlar da konvoya ulaşırlar. El elden ateş yakılır, diğer kadınların da gayretiyle Nınâk'ın gözleri açılır. Saz niyetiyle elinde ki sopaya vurarak Durmuş Emmi , Yefelek Memmed'in ağlayarak söylediği yukarıda ki sözleri, bir aşık marifetiyle söylemeye başlar. Hala söylenen bu türkünün her bir sözü önce Memmed Emmi'ye vefatından sonra da Ali Abi'ye, O'ndan da çocuklarına bir miras gibi ünvan olur gelir.
Ee "Depe Gıt" nerden geliyor yâ dediğinizi, hissediyorum elbet. Memmed Emmi'yle Durmuş Emmi (Aşık Durmuş) mâtıranla balığa giderler. Memmed Emmi çok iri bir balığa mâtıranla kafasını hedefleyip vurmaya çalışırken, balığın ani hareketi sayesinde çok az bir mesafe ile balık kendini mâtırandan kurtarır. Bunun verdiği hüzünle, çok az mesafeyle balığı vuramayıp kaçırdığı anlamında "vallâ Durmuş depe gıt geddi" der. Der ama Yefelek Memmed'e yakıştırılan, ben ünvan diyeyim siz lâkap anlayın Memmed Emmi'nin sanki az olan ünvanına bir de "depe gıt" eklenir.
Mekanı cennet olsun Memmed Emmi kendini gerçekten çok seven, Yefeleksiz bir hayatın tadsız ve tuzsuz olduğunu, O'na bunca ünvanlar veren Gayâlık'lı, vefatı nedeniyle gerçekten çok sarsılır. Hata O'nun vefat yılın da doğan erkek çocuklara bolca "Memmed" adının konulması, resmiyet de Mehmet olsa da halk arasın da "Yefelek" denilerek seslenilmesi Memmed Emmi'ye karşı sanırım ayrı bir vefa örneğidir.
Rahmetli Yefelek Memmed'den kalan ve sırtında ki bir şelek ünvanı babasından devralan Ali Abi de, herkesin çok sevdiği biriydi. Babadan aldığı lâkaplarının hiç birine itirazı olmadı. "Başımda yeri var diyerek" hep sahiplendi.
Ali Abi, Mahallemizin iyi gününde de kötü gününde de, Hacımirza'lı Topal Durdu'nun (Bıçkıcı) kızı olan, eşi güzel kalpli Döne Abla'mızla hep birlikte oldular. Aslına bakarsanız Ali Abi ve teyzesinin kızı Döne Abla, en yakın komşu olmamız bir yana iyi bir abi ve abla olmayı hem bize hem de tüm mahalleye fazlasıyla birlikte gösterdiler.
Bir gün, Mâmud Abi'yle (Kundakçı-Nâmı diğer Kör Mâmud ve Kaptan) Osman Abi (Abut- Nâmı diğer Gınalı Osman), Ali Abi'nin dâmına bir merkep koyarlar.
Keyf için de biraz uzaktan "dur bâkıım Yefelek Ali nedici" diye seyre dalarlar.
O arada Ali Abi ve Osman Abi (Teltik- Nâmı diğer Pine Osman) Orman Dairesinden Ali Abinin evine doğru gelmektedir. Evin önüne gelip de ayrılacakları zaman, Ali Abi dâmda ki merkebin görültülerini işitir. Osman Abi'ye "Osman dur hele getme, dâmdan gürültü geliyor bu neyin nesi ?" deyince, birlikte dâma çıkan süllüme zorlatıp bakarlar ki; dâmda bir merkep var, bir o yana bir buyana ânırârâk gidip geliyor.
Birlikte "bu merkep bu dâma nasıl çıkt'ôlaya?" kafa yorsalar da, Ali Abi "Osman sen burdıyâkân şu merkebi endirek gârdaş" der. Bulup getirdikleri sâmmâyı merkebe yular yaparlarlar.
Ali Abi, Osman Abiye "şindi sen, Süllümden iki üç basamak ip elinde ên, ben merkebi arkadan itekliyêşin, sende önden sâmmâyınân merkebi çek" der. Düşünsenize; bir pehlivan önden merkebi çekiyor, öte ki pehlivan Ali Abide arkadan itekliyor. Sonunda merkebin Osman Abin'in üzerine düşmesinden doğal ne olabilir ?
Tabi, senaryoyu yazanlardan ikisi yani Mâmud Abi ve Osman Abi (Abut) keyfle izledikleri yerden çıka gelirler. Bereket Osman Abiye (Teltik) çok fazla bir hasar vermemiş olan bu senaryo da, şamataya diyecek yok da, "Senaryoyu yazan üçüncü şahıs kim'ôla ?" diye de, demeden de geçemiyor insan...
Ali Abi, uzun boylu, kilosu pek fazla olmayan, güçlü kas ve sağlam yapı da eskiden güreş tutmuş yakışıklı biriydi. Şöyle yüzüne bir bakınca yarı ciddi bir görünümü vardı. Ancak denir yâ "bilen bilir de, bilmeyen de bir dal mercimek sanar" diye. Ali Abi zeki de biriydi. Şaka için planlar kurmayı da, şaka götürmeyi de bilirdi rahmetli. İçin de Ali Gök olmayan şaka ve espriler akranlarınca pek fazla dikkat çekmezdi.
Ali Abi evde bir gün, Döne Ablanın vitrine koyduğu plastikten yapılı aynı sahici gibi üzüm salkımı dikkatini çeker. Şöyle bir inceledikten sonra Döne Ablaya "ben yarın Ali Çetin'i üzümlü yoğurt yemeye eve getiriim sende bu üzümden Ali'nin tasına goy" der. Rahmetli Döne Abla "olur mu heç ayıp deel mi adama" dese de, Ali Abi O'nu ikna eder.
Ertesi gün Ali Abi rahmetli Ali Çetin'le (Aşçı) buluşurlar, gezintiden sonra "gel bacanak evde gözel yôrdunân üzüm var " diyerek eve getirir. Döne Abla, Ali Abi'nin isteği üzerine taslarda üzümlü yoğurtları getirir. Tabi Yefelek Ali'nin önün de gerçek üzüm, Ali Abi'nin önünde plastikli üzüm.
Yefelek Ali iştahla yoğurdu kaşıklarken, Ali Abi aldığı ilk kaşıkla üzümün sahteliğini çiğnediği anda anlar. Bir iki kaşık yoğurt alır ve çekilir. "yesene bacanak nedi keyfsiz yiyon" dediğin de, pehlivan Ali Çetin "ben yiyecêmi yedim Ali, atana rahmet" der. Başka da hiç bir şey söylemeden önce sofradan kalkarlar sonra da birlikte evden çıkarlar.
Aradan geçen epey bir zaman sonra Ali Çetin'in evinin önüne ektirdiği üç beş evlek mısırlar firik olmuştur. Yefelek Ali'nin tüm Göksun'lular gibi "mısırı eyi sevdiğini" bildiğinden. O'na sürprizi için, mısırların koçanlarını toplar bir kısmını ev için diğerlerini de eş dost için poşetletir.
Yefelek Ali'ye "bacanak sen mısırı seven, mısırlar oldu aşâma bir torba al da gel" der. Yefelek Ali akşam torba elin de denildiği vakit de Ali Çetin'lere gider. Çay faslında sonra Yefelek Ali mısırlara dalar. Hangi mısıra el atsa eline koçan gelmez
"yav bacanak elime bi tene bile goçan gelmedi,, nerde bu mısır ?" der. Ali Çetin de "yûkârıya bak, yana dön" diyerek Yefelek Ali'yi iyice hem gezdirir hem de kızdırıp sonun da "Hânı'lâ mısır ? gelde sen topla" deyince, "senin üzümlü yôrt gibi Ali, yôrt gibi bu tarla da" der. Yefelek Ali, "ânâdım bacanak ânâdım" diyerek boş torbayla evin yolunu tutunca, Ali Çetin, "yör-rüü !" demeyi ardından ihmal etmez ama, O eve varmadan poşet dolu mısırı da Yefelek Ali'sine gönderir elbet.
Ali Abi ve O'na ait şakalar, hikayeler o kadar çok ki. O'nu her tanıyan en az bir kaç anısını, mağduru da olsa zevkle anlatır size. Bu insanlarımız, günümüzün bencilliğine inat zor hayat şartların da bile, kendisi ve çevresine yaşama sevinci vermeyi bilmişler, toplum da hoş görü anlayışına sahip çıkmışlar. O kadar ihtiyacımız var ki şimdi bunlara...
Unutmadık güzel insanlar sizleri, unutamayız da...
Burada andıklarımızdan göçenleri rahmet, kalanlarımıza sağlık ve afiyetler diliyoruz.
Dr. Mustafa Coşkun KALE'nin,
Henüz yayımlanmamış,
"Küçük Türkiye'm GÖKSUN" adlı eserinden.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.