Naif Karabatak
Bir Taşın Üzerinde Öylece Oturmak…
Bugün kentimi yazmak istiyorum; Adıyaman’ı. Taa çocukluğuma gidip, buraya kadar hızlı bir bakış atmayı düşünüyorum. Anlayacağınız ben bir taşın üzerine oturacağım ve oradan bugüne bakacağım.
6-7 yaşlarındaydım ve tabii sonrasında da.
Adıyaman’ın tek ama tek piknik yeri, şehir merkezine 5 kilometre uzaklıkta bulunan Ziyaret Çayının olduğu, “Beşpınar” denilen yerdi.
Aileler piknik için burayı seçerdi.
Kadınlar evlenecek çocukları için yapacakları yatağın pamuğunu, yününü burada temizlerdi.
Çocuk ve gençlerin “yüzebileceği” tek çay da burasıydı. Hani irili ufaklı sulama kanalları vardı ya, çay olarak daha çok burası kullanılırdı.
Araç sayısı fazla olmadığından pikniğe gidenler erzaklarıyla birlikte yola düşerdi.
Bazen kamyon kasası, bazen traktörün römorku daha hızlı bir servis sağlardı.
Çocukluğumda ben de ailece burayı ziyaret edenler arasındaydım.
Deniz bize uzak olduğundan, çayın minicik suyu bize deniz gibi görünürdü.
Boğulmamak için büyüklerimiz etrafımızda döner dururdu.
Biraz yüzünce resimde gördüğünüz taşın üzerine çıkar oturur, kurulanırdım.
Biraz sonra bir daha, sonra bir daha...
Bazen uzaklara dalıp gitmek için, bazen sudaki canlıları izlemek için, bazen de suyun akışına kendimi kaptırmak için çıkardım o kocaman taşın üzerine…
Suyun içinde öylece duran bir taş işte; hiçbir önemi yok, hiçbir ayrıcalığı yok, hiçbir farklı yönü yok. İlgi çekici özelliğe kendisinde barındıran bir şey de değil.
Alt tarafı da taş, üst tarafı da taş.
Suyun akışını değiştiren, çıkardığı sesle farklı bir ahenk katan, karşıya geçerken sana yol olan bir taş.
Ama o taşın çok fazla özelliğinin olduğunu dün öğrendim…
Eşim ve çocuklarım iftarı dışarıda yapmamızı istedi.
Küçük oğlumsa illa su olan bir yere gitmemizde ısrarcı oldu.
Beşpınar iyi seçimdi.
Nostalji yapardık belki.
Gittik. Yukarıda piknik yerine gitmektense, suyun başına inmeyi tercih ettik.
Spor kıyafetlerimle hemen suyun içine girdim ve o taşın üzerine oturarak ayağımı serin sulara bıraktım.
Çocukluğum aklıma geldi…
Ama o da ne?
Ben çocukken de bu taşın üzerine otururdum, tam karşıda bir taş daha vardı.
Neredeyse 42 yıl geçmiş ama o taş, orada öylece kalmıştı.
Hiç kıpırdamamışlardı, hiçbir düzenleme yapmamışlardı.
Kafası azıcık çalışanların bile boşu boşuna akan o suyun yatağına düşüneceği en az yüzlerce proje olabilirdi.
Ama o taş, bütün projelere engel olmuştu.
Bütün bunlara rağmen proje hazırlayanlarsa bunu bir türlü uygulamaya geçirememişlerdi.Çünkü ortada o taş vardı.
Taş işte, kime ne faydası olacak?
Makam olarak seçtiği çayın yatağında kurulup duracak.
Ne kimseye bir faydası olacak, ne gelip geçenin elini tutacak. Belki üstüne basıp geçeceksiniz, hepsi o.
42 yıldır orada duran taşı yerinden oynatamayan binlerce yönetici geldi geçti.
Kimi vali oldu, kimi belediye başkanı, kimi müdür, kimi mühendis.
Bazısı seçildi, bazısı atandı.
Ama hiç kimse o taşı oradan kaldıracak ne güce erişti, ne kudrete sahip oldu.
Sanki o taşın yerine kendileri geçti, sanki o taş kımıldamasın diye çabaladı durdular.
Tıpkı hiçbir şeyi yerinden oynatmadıkları gibi…
Eksiklikleri söylediğinde “muhalif” oldun, “karşı cepheye çalışan” sayıldın.
Bu kentin eksikliğini söylemek suçtu çünkü.
Yapılan eften püften işleri büyütüp “bir şeymiş gibi” sunmaksa memleket severlikti…
Bu kentin 50 yıllık otogarının olduğunu söylemek belediyeye karşı gelmekti.
Bu kentin kültür merkezinin olmaması da bütün yöneticileri karşına almaktı.
Halen ikili öğretim yapan okulların olmasını gündeme getirmek, bütün milli eğitim camiasına hakaretti.
“O kadar parayı Adliye Sarayına harcayacağınıza..” diye bir cümle kurup, alternatifleri sıralamak da bu kente yapılacak en büyük kötülük olarak algılanırdı.
En iyi yerler resmi kurumların olurdu ve oralarda o taşı yerinden kaldıracak kadar iş yapan bulunmazdı.
Huzur kenti olan Adıyaman’da, huzurun kaynağı koyun olmaktan geçerdi.
Seçerdiniz, atanırlardı ve siz “padişahım çok yaşa” derdiniz.
Aksinde o taş yerinden kımıldar ve huzur bozulurdu.
Bu kentin huzurunu bozmaya ise hiç kimsenin hakkı yoktu.
Öyleyse o taş, 42 yıldır yerinden kıpırdamadığı gibi, bir 42 yıl daha kımıldamamalıydı ve bizi yönetenlerin morali bozulmamalıydı.
Aslında o taş, tam da yöneticilerimize benziyor, onları çok güzel anlatıyordu.
Ha o taş, ha bu taş, ha diğer taş, ne fark eder ki…
Tweetimden Seçmeler
Kendi derneğinin “onurunu” koruyamayan hiç bir STK, üyelerinin, vatandaşların veya tüm mağdurların onurunu korumaya asla güç yetiremez!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.