Mustafa OKUMUŞ

Mustafa OKUMUŞ

Biraz da Kendimizi Sorgulamalıyız

Var olduğundan bu yana, insanoğlunun ilgisi genelde dışa dönük olmuştur:  Hep  kendi  dışını sorgulaya gelmiştir.  Bunu hala da devam ettiriyor.  İnsanlık, doğanın ve maddenin gizemlerini çözmek için neleri  irdelememiş,  neleri araştırmamış ki? Analizler yapmış, sentezlere varmış. Bilinmeyenleri bulmuş, olmayanları icat etmiş, dışa dönük,  ilgi-tecessüs, merak-tutku, onu,  başarıdan  başarıya  koşturup, durmuş...

Her türlü bilim, teknoloji kuşkusuz bu sayede ilerledi. İnsanlığın düşünce  ufku genişledi. Refah  düzeyi  yükseldi.  Görsel iletişim, teknolojik çağdaş ulaşım, dünyayı oldukça küçülttü.  Uluslar  arası  kültürler  iç  içe  girdi,  etkiledi, etkilendi.

İnsanın kendi dışını sorgulamasının sonucu olan, bu  devasa gelişim, beraberinde  birçok  sorunlar da getirdi.  Bunlar için  de  kafa  yoruluyor,  çağdaşça  çözümler  üretiliyor, elbette.

Bütün bu çabalar, gerek  ulusal, gerekse evrensel boyutta bir kültür birikimi de oluşturmuştur. Bu sonucun, insanoğlunun toplumsallaşmasına, uygarlığın gelişimine hız kazandırdığı da bir gerçektir. 

Ne var ki, insanın kendini irdeleme ve sorgulamada aynı duyarlığı ve başarıyı gösterdiği söylenemez. Onun toplumsal ve evrensel boyutta huzurunu kaçıran sorun da budur, sanırım. İnsanın kendisini sorgulamaya yanaşmaması bireysel ve toplumsal sorunları daha da ağırlaştırıyor. Manevi ve ahlaki değerlere  karşın, insanoğlu  ben’i  yenmede  zayıf  kalıyor.

Aslında bu kolay bir olgu da değildir. İçe bakış, iç     olguları kavrayıp ve onu değerlendirme, birey için oldukça zor olmalı.  Bir  de  önce  nesnel  olmak  kolay  değil.

Bu zoru yenebilsek, benlik duygusundan biraz sıyrılabilsek, biraz da sevgi ve özverili bir gözle kendimize yönelebilsek. Kendi kişiliğimizdeki olumsuzlukları, ben’in baskısından bir kurtarabilsek, sanırım dünya daha bir güzelleşir,yaşam daha da uygarlaşırdı. Peygamberimiz Hz. Muhammed,  “Kendi nefsini yenen insan, kuvvetli insandır.” diyor.

Kendimizi sorgulamaktan neden kaçınıyoruz.? Belki kendimizden korkuyoruz. Belki de kendimizi dışa vurmaktan ürküyoruz. Olduğumuz gibi görünmek, göründüğümüz gibi olmaktan neden kaçıyoruz? Olmayan erdemleri varmış gibi göstermek, insanı  çift  kişilikli yaşatmaz mı?  Bu ikilemin  çelişkisi  bize  acı  vermez  mi?  Mutsuz  etmez  mi? Eder elbette.

Genelde  yaşamın  bir  roller yumağı olduğunun da farkında mıyız? Belki evet belki de hayır. Ama çoğu halde kişiliğimiz roller kılıfı içinde,  özgür  değil.  Bu  tutsaklık  kendimizi sorgulamaktan kaçınmamızın önemli bir nedeni olsa gerek.

Yaşadığımız çevrenin, toplumun tabuları, istesek de istemesek de kişiliğimizi az ya da çok koşullandırır, kuşkusuz. Birey kendi başına kaldığında, elbette  vicdan özgürlüğünü kullanır. Nasıl olursa olsun, bir olumsuzluğa bulaşmış, her  birey yapar  bunu. En  kötü  insan  bile  sorgular  kendi-kendini Başka bir deyişle, herkes vicdanıyla hesaplaşır, değil mi? Ne var ki, bunun sonucunu dışa vuramaz. Yalan dediğimiz sapma ile gerçeği  gizler, hep. “Kazan  dibim kara demez.” ata sözündeki ince  kınama  da  sanırım, bunlar  içindir.

İşte kötü olan da bu ya. Bir takım değer yargıları ya da çevre baskısı onun önünü keser. Diline kilit vurur. Gerçeğin kendisi onun vicdanında ağır bir yük oluşturur. Bu yüzden ruhsal bunalıma giren,nice insanlar vardır. “Kim başkasını yenmek istiyorsa,  önce  kendisini  yenmeli” diyor  bir  Çin  atasözü de.

Bedenimize yerleşen bir hastalığı doktordan saklamanın, yararı var mı? Vicdanımız üzerinde ağırlık oluşturan bir gerçeği saklamanın da yararı yoktur. Ondan ki,  ruh  doktorları hastalarını konuşturarak, başlarlar tedaviye. Hasta baskı altında tuttuğu gerçekleri  dışa  vurduğu  ölçüde  rahatlar,  bunalımdan kurtulabilir.

“Kendini yargılamak, başkalarını yargılamaktan  zor” diyor,  Saint  Exupery, Doğru. Ancak benliği  yenmenin  başkaca bir  yolu da yok  ki.  Zoru yenmeden  gerçeğe  nasıl  ulaşabilir,  onu yüceltebiliriz?

Yargıdan önce kişi kendini yargılayabilse. Sonucunu özgürce, yüreklice  kabullenebilse. Daha  da  önemlisi, özeleştirinin  sonucunu  itiraf edebilse, içindeki ben’i (nefis) kendisi mahkum edebilse, işler ne kadar kolaylaşır,yaşam ne kadar  anlam  ve  güven  kazanırdı.

Bir de kişinin kendini saklaması var: Daha doğrusu öyle sanır kişi. Konuştuğunda “mangalda kül bırakmaz.”  Oysa eleştirdiği tüm olumsuzluklar, onun kişiliğinin bir parçası. Akıllı geçinme yöntemi, belki görünürde işe yarar. Ya vicdanında kendisini  nasıl  aklayacak?  Asıl  olan  da  bu  değil mi?

Kimileri de kusuru diğer bireylerde  ya da  çevrede  arar. Bir başladı mı eleştiriye, arkası  gelmez. Peki, bu  olumsuzluklar sende yok mu?  Dışındaki  veya  içindeki  olumsuzluklara  bir tavır koydun mu? Diyecek olsanız, hemen savunmaya geçer. Kendisini sudan duru,  sütten ak gösterme çabasına girer. Boşuna dememiş  atalar:  “Kabahat  samur  kürk olsa, kimse sırtına almaz.”

Hem sızlanacaksınız olumsuzluklardan, hem de onun düzeltilmesini, hep başkalarından bekleyeceksiniz. Olacak şey mi? Victor Hugo’ nun dediği gibi: “Herkes kapısının önünü temizlerse,  bütün  sokaklar  pırıl  pırıl  olur.”

Hatalarımızı kabul etmede,içtenlikli ve yürekli olmamız gerekmez mi? Yoksa  bir  ömür  boyu suçluluk duygusu ile vicdan azabı çekmek daha mı iyi? Kendimizi buna mahkum etmeye hakkımız var mı? “Hatanın neresinden dönersen,orası kârdır.” atasözü  çok  doğru. Ancak  çok  geç  kalındığında,    bu  da  işe yaramayabilir. Belki de kendimizi bağışlatacak fırsatı çoktan kaçırmış olabiliriz. Öyleyse, her olumsuzlukta vakit kaybetmeden, kişi öncelikle kendisini sorgulamalı. Böyle olursa, daha   baştan  sorunların  çözümü  kolaylaşır, değil mi?

Benliğini  nedenli dizginliyorsa kişi, o ölçüde kendine hakim ve güçlü, huzurlu ve mutludur. Vereceği hesabı olanlar, yaşam boyu ezik ve zayıf bir kişiliğin olumsuzluklarından asla kurtulamazlar,  diye  düşünüyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa OKUMUŞ Arşivi